Devlet dindarlaşırken…

Devlet dindarlaşırken…

Din iktidar aracılığıyla bir meşruiyet kaynağına dönüştürüldükçe; din ve dini olan her şey devlet içinde yükselmenin de, kamusal alanda görünürlüğün de ana referansı oluyor. Dinin, dinselliğin devlete eklemlendiği, laik olmayan ülkelerin halini dünya örneklerinden biliyoruz. Ne yazık ki, Türkiye de o yolda emin adımlarla yürüyor. Ve bu kez devlet de, iktidarın yanında.

Türkiye tüm eksikliklerine rağmen “laik ve demokratik” deneyimi ile makro alanda Müslümanların zihinsel dönüşümü için önemli bir fırsattı. Nitekim 2006-2009 yıllarında yapılan pek çok araştırmada, Türkiye Orta Doğu ve Arap dünyası için bir “model” ülke olduğu tespiti yapılıyordu.

Ancak AKP bu fırsatı, önce İslam dünyasının lideri olma hayali, sonrasında da devletle kurduğu ortaklıkla tepti. Ve Batı’nın parçası olma yerine Doğu’ya benzemesi seçti.

AKP önce dış, ardından iç politikada, muhafazakâr demokrat bir parti iddiasından vazgeçerek muhafazakârlığı kültürel, otoriterliği ise siyasal bir kimlik olarak tercih eden mukaddesatçı bir partiye dönüştü.

Özellikle 2015 sonrasında MHP ile vardığı uzlaşma ile iktidar partisi, devlete eklemlenerek kendisi için de Türkiye için de yeni bir dönemin başlamasın yol açtı. Bu eklemlenme ile devlet, ideolojik özü olan otoriterliği yapısal olarak güçlendirdiği ölçüde, siyasi iktidarın kamusal alanı dönüştürme tasarruflarına itiraz etmedi.

Bunun verdiği güvenden olsa gerek Cumhuriyetin tüm laik kurumları hızla bu özeliklerini kaybedip, İslamcı tonu sürekli artan kurumlara döndüler. Eğitim bu eklemlenmenin sonuçlarının en net görüldüğü alan oldu. Dini cemaat ve tarikatların sivil kurumları ile yapılan protokollerin pratiklerini her gün görüyoruz.

İslam’ın bir yorumunun bu şekilde siyasallaştırılarak ‘devlet dini’ne dönüştürülmesi, ülkede yaşayan farklı inanç sahipleri gibi İslam’ın farklı yorumları için de ciddi bir tehdittir. Çünkü devletleşen dini yorum, her türlü farklı dini ve yorumu kendisi için tehdit görmeye başlar.

TÜRKİYE LAİK OLDU MU?

Özetle iktidar 2011 sonrası başladığı toplumsal mühendisliği MHP ortaklığı ve kamudaki güç paylaşımı ile devam ettiriyor.

Bu süreçte kuşkusuz İslam, sadece bir din olarak değil baskın bir kültürel kimlik olarak da siyasi meşruiyet aracına dönüşüyor.

İslam’ın bir yorumunun bu şekilde siyasallaştırılarak ‘devlet dini’ne dönüştürülmesi, ülkede yaşayan farklı inanç sahipleri gibi İslam’ın farklı yorumları için de ciddi bir tehdittir. Çünkü devletleşen dini yorum, her türlü farklı dini ve yorumu kendisi için tehdit görmeye başlar.

Siyasi iktidar gücü ile diğer inanç grupları ve cemaatleri sindirerek bir anlamda kendi cemaatini yaratırken; devlet için de iktidarın bu fonksiyonu dini olanı kontrol amacını taşıdığı da başka bir gerçektir.

Oysa din, doğası gereği çoğulcudur. O yüzden aynı dine inanan farklı cemaatler, tarikatlar vardır. Bu da kendiliğinden çoğulculuğu getirir. Ve devlete düşen görev, bu farklılıkları kamusal alanda bir arada yaşatabilmesi yani onlara arasında hakem olmasıdır.

Türkiye’de ise devletin önceliği toplumda var olan inanç ya da inançsızlıklar arasında hakem olmayı değil tam tersine kontrol etmeyi, denetlemeyi gerektiğinde de kullanmayı tercih etmek olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunun bir hedefi de bu kontrolü sağlamak olmuştur.

Bu açıdan Türkiye’de evrensel anlamda laikliğin olduğunu söylemek de mümkün değildir.

Dinin, dinselliğin devlete eklemlendiği, laik olmayan ülkelerin halini dünya örneklerinden biliyoruz. Ne yazık ki, Türkiye de o yolda emin adımlarla yürüyor. Ve bu kez devlet de, iktidarın yanında. Bunu toplumu kontrol etmek için kullandığını düşünse de, hızla dindarlaşıyor.

DİN DAİMA DEVLETİN TOPLUMU KONTOL ARACI OLDU

Türkiye’yi Orta Doğu’lu ve Doğu’lu yapan da devletin dini sahiplenmesi hatta din üzerinden toplumu denetlemesidir. Batı aydınlanma sonrası dini, devlet yönetimin dışına çıkarırken, Türkiye’de siyasi iktidar/devlet bloku tam tersine dini bir yorumu devletleştiriyor.

Türkiye’nin evrensel ölçülerde bir laiklik pratiğine ihtiyacı varken tam tersine laik tüm kurumlar bu nosyonlarını yitiriyorlar.

Devlet, kendi ideolojik özünü korumak için iktidarın kamusal alandaki tasarruflarını görmezden geliyor.

Din iktidar aracılığıyla bir meşruiyet kaynağına dönüştürüldükçe; din, dini olan her şey devlet içinde yükselmenin de, kamusal alanda görünürlüğün de ana referansı oluyor.

Dinin, dinselliğin devlete eklemlendiği, laik olmayan ülkelerin halini dünya örneklerinden biliyoruz.

Ne yazık ki, Türkiye de o yolda emin adımlarla yürüyor. Ve bu kez devlet de, iktidarın yanında. Bunu toplumu kontrol etmek için kullandığını düşünse de, hızla dindarlaşıyor.

Bu sadece dine değil dindarlara da yapılan en büyük kötülüktür.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir