Birey ve yurttaş olduğuna emin misin?

Birey ve yurttaş olduğuna emin misin?

Birey olabilmenin bir şartı da kendi mahallenin dışına çıkıp; kendi mahallene, aidiyetine ve sahip olduklarına bakabilmek, onları kritik edebilmektir. Aidiyetlerin dışına çıkmayı hatta kirlenmeyi dahi göze almadan birey olmak mümkün değildir.

“Yeni bir Türkiye için her alanda yeni bir felsefeye ve bir araya gelmeye ihtiyacımız var!”

Bizim geçmişimiz, bir yönüyle; siyaseti ve kamusal yaşamı sadece yöneticilerin takdirine, dini yaşamı da şeyhülislama, şeyhine, hocasına vs bırakmış olan insanların var olduğu bir tarihtir. Ortak paydalarda ümmet olmak yani din vardı.

Anadolu bir anlamda; kendisiyle ilgili kararları başkalarına terk edip, iradesini otomatik pilotlara bağlamış olan ve tebaa olarak itaatle varlığını ifade eden insanların bir arada yaşadığı coğrafyaydı. Tebaa olarak; otoritelerin sizi ilgilendiren konularda verdikleri kararlara tâbi olurdunuz. Seçme ve seçilme hakkınız, eleştiriniz, sorgulamanız vb olmazdı. Birey ve yurttaşlık kavramları henüz gelişmemişti.

Osmanlı’dan sonra ilan edilen cumhuriyetle birlikte yurttaşlık ve birey kavramları öne çıktı.Devletin kutsallaştırıldığı, İnsanların devlet için var olduğu yaklaşımının yanında; devletin, yurttaşların haklarını koruyan bir organizasyon ve devletin insanlar için var olduğu yaklaşımı üzerine gelişmeler yaşandı. Devletin âli menfaatleri konuşulduğu kadar, bireyin yaşam standartları ve hakları aranır oldu. 

Kant’ın; “Aydınlanma; kişinin kendi aklını kullanmaya cesaret etmesidir!” (Sapereaude) sözüyle dönüp Anadolu’ya baktığımızda; aradan asırlar geçmesine rağmen toplumsal olarak henüz, toplumsal aydınlanmaya ihtiyaç duymanın yakınından bile geçmediğimiz ve bireysel olarak da aydınlanma çabasında olmadığımızı görürüz.

SAPERE AUDE!

Kant’ın; “Aydınlanma; kişinin kendi aklını kullanmaya cesaret etmesidir!” (Sapere aude) sözüyle dönüp Anadolu’ya baktığımızda; aradan asırlar geçmesine rağmen toplumsal olarak henüz, toplumsal aydınlanmaya ihtiyaç duymanın yakınından bile geçmediğimiz ve bireysel olarak da aydınlanma çabasında olmadığımızı görürüz.

Tersten baktığımızda, birey “olamamak” bir yönüyle; kitle psikolojisiyle hareket etmek, çoğunluğa duygusal yaklaşımlarla uymak, herkes ne yaparsa onu yapmak, ‘el âlem ne der’ zihniyetiyle hareket etmek, ezbere yaşamak, ‘biz babadan böyle gördük’ mantığından kurtulamamak, sorumluluktan kaçınmak, iradeyi perdelemek ve kendisi hakkında verilen kararlara boyun eğmektir.

Birey “olabilmek” şartlarına baktığımızda ise karşımıza çıkan ihtiyaçların en başında “eleştirel bakışa sahip olmak” gelmektedir. Eleştirel bakış, bir ifadeyle; insanın vakıf olduğu ve kendisine kadar gelen tüm epistemolojik ve ontolojik konuları bir kere daha mantığın temel ilkeleriyle süzgeçten geçirmeye cesaret etmesidir. Bu noktada batının Aydınlanma Dönemi bize; dini olanı eleştirebilmek, otoriteleri eleştirebilmek ve kendini eleştirebilmek olmak üzere üç önemli referans verir. Bizim ise bu konulardaki afyonumuz henüz yeni yeni patlıyor. Bir başka açıdan eleştirel bakış; insana saygı duyarak, onurunu zedelemeden, hakaret etmeden ve komplekslere girmeden; din eleştirisi, siyaset eleştirisi, ideoloji eleştirisi, lider eleştirisi, fikir eleştirisi, öz eleştiri vb yapabilmektir. Bu, aynı zamanda; bilgi birikimi, bütüncül bakış, yapıcı olmak, yıkılacakların yerine ne konulacağının bilinmesi, çoklu bakış açısı, karşılaştırmalar yapmak, alternatifler üretmek, birlikte araştırmak, münazara yapabilmek gibi alt başlıkları da barındırır.

Birey olabilmenin bir şartı da kendi mahallenin dışına çıkıp; kendi mahallene, aidiyetine ve sahip olduklarına bakabilmek, onları kritik edebilmektir. Aidiyetlerin dışına çıkmayı hatta kirlenmeyi dahi göze almadan birey olmak mümkün değildir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki bir aidiyet içerisinde olmak birey olmaya engel değildir. Yeter ki; “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” ufku kaybedilmesin.

Kitaplar dolusu alt başlıkları olan “birey olabilmek”le ilgili olarak şimdilik kısacık bu girizgâhtan sonra konuyla doğrudan bağlantılı olan yurttaşlık mevzusunu ele alırsak, yurttaşlık asıl anlamını “bilinçli ve aktif yurttaşlık”ta bulur. Bir ülkede doğup, otomatik olarak o ülkenin yurttaşı olup, her şeyi yöneticilere bırakıp, sadece oy kullanılacağı zaman sandığa gitmeye yurttaşlık denmez! Buna dense dense; pasif, pısırık ve bilinçsiz yurttaşlık denir!

Cumhuriyeti 100 sene önce ilan ettik fakat hâlâ inşa edemedik. İnşa edemediğimiz hususlardan birisi de yurttaşlık ve birey olabilme şuurudur. Anadolu’da birçok insana hâlâ; araştırmadan, okumadan, soruşturmadan, her şeyi kendi akıl süzgecinden geçirmeden itaat etmek kolay gelmektedir.

CUMHURİYETİ 100 SENE ÖNCE İLAN ETTİK FAKAT H  L   İNŞA EDEMEDİK

Cumhuriyeti 100 sene önce ilan ettik fakat hâlâ inşa edemedik. İnşa edemediğimiz hususlardan birisi de yurttaşlık ve birey olabilme şuurudur. Anadolu’da birçok insana hâlâ; araştırmadan, okumadan, soruşturmadan, her şeyi kendi akıl süzgecinden geçirmeden, bunun için vakit ayırmadan, eleştirmeden vs itaat etmek kolay gelmektedir. Yönetimin içinde yer alma iradesini gösterebilmek (yönetişim), sorumluluk almak (edilgenliğin karşısında etkinlik), kendi aklının sınırlarını zorlamak (düşünce üretmek) gibi konular ise yurttaş ve birey olmayı; tebaa olmak ve mutlak itaatten ayıran hususlardan birkaçıdır.

Modern devlet anlayışıyla, bilinçli ve aktif yurttaş; cumhuriyet rejiminin bütün ilkelerinin yöneticiler tarafından uygulanıp uygulanmadığını takip eder. Temel hak ve özgürlüklerinin, insan onuru ve haklarının, temel/ evrensel hukuk ilkelerinin, bilimselliğin, laikliğin, liyakatin, bütüncül zenginleşmenin, bütüncül adaletin, eşitliğin vs her basamağında idarecileri kontrol eder. 

Yurttaşlar, iktidarların; yasama, yürütme ve yargı organlarının faaliyetlerini kuvvetler ayrılığı ilkesiyle sürdürüp sürdürmediğini (separation of powers), bütün icraatlarında ve özellikle vergilerin nerelere harcandığı konusunda şeffaf olup olmadığını (transparency), yönetimlerin bütün faaliyetlerinde, özellikle gayri meşru icraatlar içerisine giren olduğunda bulunanların hesap verebilirlik ilkesiyle soruşturulup soruşturulmadığını (accountability), bütüncül olarak dürüst olup olmadıklarını (integrity) ve devlet denetleme kurumlarının objektif olarak iktidarları denetleyip denetlemediklerini sürekli olarak kontrol eder.

Yurttaş-medya ilişkisine bakarsak: Medya, kamunun; ağzı, dili, sözü, gözü, kulağı, haber alma kaynağıdır. Alternatifli medya; taraflı bilgi aktarımı ve tekelleşme karşısında halkın lehine bir denge unsurudur. Baskıcı rejimlere karşı ele avuca sığmayan birer posta güvercinleri gibidir. Bilinçli ve aktif yurttaşlar; medyanın, basın özgürlüğü çerçevesinde iktidarların sansürü olmadan yurttaşlarını bilgilendirip bilgilendirmediğini, çalışanlarının gözaltına alınma korkusu olmadan özgürce düşüncelerini, araştırmalarını, belge ve bilgilerini aktarıp aktaramadığını takip eder. Yönetici-yönetilen ilişkisinde, yönetimlerin faaliyetleriyle ilgili sağlıklı haber alabilmek için özellikle iktidarlara bağlı olmayan gazetecileri ve medya kuruluşlarını korur ve onları destekler. Yaptığı bir haber, araştırma, ifşa, röportajdan vs dolayı gözaltına alınan gazeteci, yazar, akademisyen vs için ayağa kalkar, protestolar düzenler. Ve bunları; bizden-bizden değil tuzağına düşmeden yapar. 

Temel haklar ve cumhuriyetin temel ilkeleri vs konularında bir çarpıklık, bir bozulma veya çürüme gördüğünde rahatsızlığını; basın açıklaması, toplantı, gösteri ve yürüyüş, dilekçe ve şikâyet hakları gibi kanuni haklarını kullanarak dile getirir. Kime yapılırsa yapılsın, yapılan haksızlıklar ve eşitsizlikler karşısında seslerini çıkarır ve sorumluluk alırlar. Bir ülkede, kim olursa olsun bir yurttaşın susması veya susturulması; zorbalık, dayatma ve faşizan uygulamaların artması demektir!

“Batıda lider halktan korkar, doğuda ise halk liderden korkar!” diye bir söz vardır. Evet, batıda lider halktan korkar çünkü yurttaşlar bilinçli ve aktiftir. Haklarını, özgürlük şartlarını, sorumluluklarını ve toplum sözleşmesinin hangi ilkelere dayandığını iyi bilmektedirler. İktidarların icraatları konusunda halk sürekli tetikte ve “yurttaşlık ortak paydasında” bir aradadır. Batı kültüründe devlet insan için vardır. Doğuda ise; dini, ırksal, ideolojik, hayat tazı gibi konular yurttaşlık bilincinden önce geldiği için; bir kurtarıcı bekleyişi her şeyin önünde gelir. Yurttaşların bir araya gelip yapması gerekenleri; bir kahramanın başlarına gelip yapmasını ve bütün sorunlarını çözmesini bekler. Örgütlenme bilinci zayıftır. Bu nedenle farklı kesimin insanlarının iktidarlar karşısında sesleri cılız çıkar. 

Bilinçli ve aktif yurttaşlar, kendilerini; tarafgir, fanatik, faşist, menfaatçi vs yapmak isteyen erklere karşı uyanıktır. Kişisel, ailesel, grupsal, partisel menfaati için; toplum menfaatini, kamu hukukunu çiğnemez. Bunun mücadelesini hem dışarıda hem de kendi aidiyeti içerisinde verir.

Bilinçli yurttaşlar, yöneticilerden ehven-i şer’i değil; en iyisini isterler. Kötünün en iyisi bir kısır döngüdür. Demokrasi, kamu hukuku, ekonomi, özgürlükler gibi konularda en iyisini istemek aynı zamanda en iyisinin ne demek olduğunu öğrenmekle olur.

BİLİNÇLİ YURTTAŞLAR EN İYİSİNİ İSTERLER

Bilinçli ve aktif yurttaşlar, yöneticilerden ehven-i şer’i değil; en iyisini isterler. Kötünün en iyisi bir kısır döngüdür. Demokrasi, kamu hukuku, ekonomi, özgürlükler gibi konularda en iyisini istemek aynı zamanda en iyisinin ne demek olduğunu öğrenmekle olur. Bu anlamda yurttaş; daha çok araştırarak, daha çok sorgulayarak, kendisini yenileyerek etkili olma seviyesini sürekli olarak arttırır. Siyasilerden en iyisini isteyen yurttaş da her anlamda en iyinin ne olduğunu bilecek ki talepleri bir anlam ifade etsin. 

Son zamanlarda öne çıkan örgütlü kötülük ve örgütlü menfaatçiler karşısında her kesimden yurttaşla; adalet, hukukun üstünlüğü, eşitlik, özgürlük, bilimsellik vb ortak paydalarında bir araya gelme ve örgütlenme yollarını arar. Örgütlü kötülük ve örgütlü menfaatçiler gibi devasa yapılar karşısında her kesimin dürüst, hakkaniyetli ve birbirine açık yurttaşları bir araya gelip örgütlenemezlerse; toplumsal çürüme, kokuşma ve adaletsizlikler kaçınılmaz olur. Bu ise bir ülkenin topluca çöküşüdür.  Bu anlamda ülkedeki bütün yurttaşlara küçük yaşlardan itibaren “ubuntu” bilincini aşılamak gerekir. 

Evet, Anadolu’da yaşayan tüm yurttaşlar, Kazım Koyuncu’dan mülhemle; kendilerini maddi ve manevi olarak sömürenler karşısında aynı şarabın ezilen üzümleridir. Ezen, sömüren, haksızlık ve adaletsizlik yapan vs karşısında; ezilenler, sömürülenler, haksızlığa uğrayanlar vb dayanışma bilinciyle hareket etmeden ideal bireyi, ideal yurttaşı, ideal toplumu ve ideal ortak yaşamı inşa edemezler. Halkın örgütlenmesi, aynı zamanda bireysel ve toplumsal yaşam kalitesini de artıran en temel unsurlardandır. 

Ursula Le Guin “Dünyadaki bütün umut; hiç hesaba katılmamış insanlardadır” demişti. Bireysel ve toplumsal umutları gerçekleştirmenin yolu, çok da hesaba katılmayan sıradan yurttaşların; bilinçlenmesi, aktif olması, dayanışmaya açık olması ve örgütlenmesiyle mümkündür. 

Marx; “Bütün işçiler birleşin!” demişti. Günümüzün modern ve aynı zamanda örgütlü menfaatçilerine ve örgütlü kötülerine karşı mücadele eden yurttaşların da; “Her kesimin dürüst ve hakkaniyetli insanları birleşin!” diye haykırarak ortak paydalar ve ortak akılda birleşmeleri şarttır!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir