Kirpikleri yüzünden

Kirpikleri yüzünden

Hani bazen küçük şeylere dert ederiz ya, sonra bir film izleriz, bir kitap okuruz ve utanırız dert ettiklerimizden… Hatta bazen de bir acının ortasına düşeriz ve aslında ne kadar ufak şeylere dert ettiğimizi iliklerimize kadar hissederiz. Anlıktır mutluluklar ve bir bakarsınız uçup gider. Bu yüzden paylaşıyorum şimdiki anekdotumu, kirpikleri yüzünden…

Doğu’nun zor koşullardaki bir köyünden gelmişlerdi İstanbul’a. ‘Ancak büyükşehirde kurtarırlar bebeğimizi’ inancıyla. Hani varını yoğunu satıp Amerika’da tedavi ettirmenin köydeki karşılığı. Üç kuruş kazandıklarıyla ancak derme çatma bir evleri olabilmişti ve onu da elden çıkararak gelmişlerdi. Canlarını bile verebilecekleri kızlarının tedavisi dışında hiçbir şeyin önemi yoktu. Laf arasında İstanbul’a nasıl geldiklerini anlatırken o evi satıp geldiklerini de öğrenmiştim. O ev ya da hiçbir şey umurlarında değildi ki.

Umutlarının loş ışığı, karanlıklarından kanata kanata İstanbul’a kadar çıkarabilmişti onları en fazla. Hayalleri, umutları en çok İstanbul’a gelebilirdi. 4 aylık bir bebekti çocukları, kirpikleri uzun uzundu. Gözleri kocamandı, sanki sevinçli bir hayretle bakıyordu etrafına. Belki küçücüktü yüzü ama kocaman kirpikleri vardı. On beş yıl çocukları olmayan bir karı kocanın, en büyük hediyeleri yanında sürpriziyle gelmişti, kanser.

Kalbinin saflığı öyle belliydi ki yüzünün temizliğinden. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yokluk içinde ellerinde avuçlarında tüm sahip oldukları dağ gibi bir evlat sevgisiydi. Ama ne münasebet! On beş yıl sonra kavuşabildikleri biricik evlatlarıyla biraz sevinip, mutlu mu olsaydılar yani?

HİÇ İSYANSIZ

Karaciğerindeki kitle neredeyse kendinden bile büyüktü bebeğin. Aile gariban. Tarlada çalışan bir anne, elleri ele veriyordu anneyi nasıl da emekçi, nasıl da alnının teriyle kazanıyordu ekmeğini ve yüzü öyle yorgundu ki. Her kim ne söylese, biraz omuz olmaya gayret etse o tarifsiz dertlerine, annenin de babanın da ağızlarından çıkan ilk laf değişmiyordu: “Allah razı olsun.” Allah razı olsun ama nasıl razı olunabilirdi ki en ufak teşekkürlerine? Utanıyordum cümle mutsuzluklarımdan. O zor hayatlarının arsız sertliğinde ve tüm acılarının ortasında küfretmeyen bir garip ana, azıcık yanında olsam derdini mesleği temsil ederek dikkatle dinlesem nasıl “Allah razı olsun” deyiveriyordu öyle içten içten. Hiç isyansız.

Bir sabah kliniğe geldiğimde o hep çaresizce sessiz duran anne bu kez ağlıyordu. Hem de avaz avaz. O ufak tefek babası da ağlıyordu. ‘Erkekler ağlamaz’ filan lafları yeri gelince hangi ataerkil değerlerle büyürlerse büyüsünler, herkes için yalan. Ufak tefek ama sırf gönülden ibaret bir baba. Kalbinin saflığı öyle belliydi ki yüzünün temizliğinden. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yokluk içinde ellerinde avuçlarında tüm sahip oldukları dağ gibi bir evlat sevgisiydi. Ama ne münasebet! On beş yıl sonra kavuşabildikleri biricik evlatlarıyla biraz sevinip, mutlu mu olsaydılar yani?

İki gözleri iki çeşme, evlatları kuş kadar canıyla boğuşuyordu, biliyorlardı. Kitlesi öyle büyüktü ki akciğerini baskılıyordu, çevresi su toplamıştı. Rahat bir nefes alamıyordu bebekleri.

Soluksuz halde müdahaleye aldılar o sabah, başında büyük bir telaş. Avuç içi kadar bebeğin, canı zordaydı. Kocaman yarası neredeyse nefessiz bırakıyordu onu. Suyu çekiyorlardı akciğer çevresinden. Müdahale az da olsa rahatlatacaktı bebeği. Aslında sadece bir gün daha geçmiş oluyordu sona varmadan. “Sonunu mu uzatıyorlar? Yoksa hala bir umut var mı?” diye düşündüm. Dilim, canım kitlenmişti. Başımı öne eğmiş müdahale odasının kapısında içimi dinliyordum: ” Belki bir kemoterapi daha. Şimdi dayanabilirse o küçücük canı, ilaç kitleyi azıcık geriletir belki. İnşallah?” Hematoloji – Onkoloji kliniğinde serviste çalışanlar olarak hepimiz hem bildiğimiz hem de hiç bilmek istemediğimiz tabloyu görebiliyorduk. Bir sabah yine odalarına girdim. Söyleyecek lafım yoktu. Psiko-sosyal destek bazen sadece dinlemektir. ‘Boğuşmasa o ufacık canıyla,’ diyordum içimden hep. O güzel anneye bir şey söyleyebilmek istedim yine de.

“Canınız yanıyor, biliyorum.”  cümlesi çıkabildi ağzımdan. “Hem de nasıl,” dedi annesi. Sesim sanki gittikçe kayboluyordu. Karın çevresi yine aynıymış, sabah ölçmüşler, biliyordum ki hemen o odadaki hüznü dağıtmak ve sanki annesini, teyzesini o karanlıktan çekmek istercesine “Hep kirpiklerini konuşuyoruz servisteki arkadaşlarla,” deyiverdim. Aynı anda havası değişmişti odanın, hissedebiliyordum. Anneciğinin, teyzeciğinin gözleri gülüyordu ama çok sürmedi o gülen gözlerinin sevinci.

Derin derin düşünüyordum, o gün klinikten çıkarken ve o gün klinikten çıkamıyordum işin aslı. Çocuk kliniğinde hele hele kanserli çocuklarla hematoloji servisinde çalışmak ağır geliyordu artık. Çıkarken bir yandan aklıma bebeğin yüzü geliyor bir yandan da az sonra buluşacağım çok sevdiğim arkadaşımı düşünüyordum.

ÖYLE BİR TADINI ÇIKARIN Kİ

“Ben de kirpiklerine yanıyorum hep. Kirpiklerine bakınca yanıyorum,” dedi annesi. Odada yine can yakan bir sessizlik. Karnıma yumruk yemiş gibi oldum. Anne yüreğiydi bu. Bir sözü demir yumruk olabiliyordu hani kimi zaman. O an o güzel gözlü bebeğin yarasını hissettim de karnımda. Annesinin, o önce karnıma bir yumruk gibi inen lafı yarayı adeta çevire çevire parçalıyordu. Hepsi bir anda oldu. Acı hissi gerçekti. Sustular. “Bizi sevindirsin o kirpikler inşallah annesi,” diyebildim sırf. ‘Kirpiklerine bakınca yanıyorum’ sözü içime işleyerek çıktım odadan. Ne söylesem azdı o lafın üstüne, biliyordum. Kelimeler bilemezdi o annenin nasıl yandığını.

Derin derin düşünüyordum, o gün klinikten çıkarken ve o gün klinikten çıkamıyordum işin aslı. Çocuk kliniğinde hele hele kanserli çocuklarla hematoloji servisinde çalışmak ağır geliyordu artık. Çıkarken bir yandan aklıma bebeğin yüzü geliyor bir yandan da az sonra buluşacağım çok sevdiğim arkadaşımı düşünüyordum. Onun gülüşünü. Öyle bir tadını çıkaracaktım ki gecenin ve öyle bir tadını çıkarın ki sevdiklerinizin. O güzel bebeğin kirpikleri yüzünden aklınıza düşsün bir tek hayat var… Ya da sevdiklerimizin içimizi ısıtan gülüşleri yüzünden mümkün olduğu kadar çok mutlu anlar yaratalım… Aşk ozanı Sezen Aksu’nun dediği gibi “Bir tek hayat var, bitiyor.”

Cenk Erdem
Latest posts by Cenk Erdem (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir