CHP, Kemalizm, Ortanın Solu ve Anadolu Rock

CHP, Kemalizm, Ortanın Solu ve Anadolu Rock

28 Mayıs’tan beri CHP’nin bunalımlı bir dönemden geçtiğini ifade etmek mümkün. Bu bunalım, uzun süren bir parti içi iktidarın, bu uzun süre içinde ülkedeki iktidarı ele geçirmekteki başarısızlığından kaynaklanmakta. 28 Mayıs’tan beri süren bu tartışmalar, bizi partinin Türk siyasetinde temsil ettiği çizgi, misyon ve tarihiyle ilgili bir tartışma yürütmeye itiyor. 

28 Mayıs’tan beri CHP’nin bunalımlı bir dönemden geçtiğini ifade etmek mümkün. Bu bunalım, uzun süren bir parti içi iktidarın, bu uzun süre içinde ülkedeki iktidarı ele geçirmekteki başarısızlığından kaynaklanmakta. 28 Mayıs’tan beri süren bu tartışmalar, bizi partinin Türk siyasetinde temsil ettiği çizgi, misyon ve tarihiyle ilgili bir tartışma yürütmeye itiyor. Bu tartışma elbette basit bir olay olgu aktarımını aşarak, fakat analitik miyopluğa savulmamak için devrin konjonktürünü de gözeterek yürütülmeli.

KURUCU HAMLE: ATATÜRK’ÜN CHP’SİNİ ANLAMAK

Elbette eğer CHP’den bahsediyorsak ilk olarak Atatürk’ün bu partiyi hangi amaçla kurduğunu hatırlatarak söze başlamalıyız. Atatürk’ün temel amacı, zihnindeki Türkiye’yi inşa ederken arkasında örgütlü bir kuvvet yaratmaktı. Meclisten başlayıp ülke sathına doğru yayılacak olan kadrolarla, “geç aydınlanmış ülkenin erken aydınlananları” memleketi düzlüğe çıkaracak ve “asrileşme” davasına hizmet edeceklerdi. Atatürk, yıllar sonra, 1961 Anayasası yazılırken Turan Güneş’in düştüğü optimistlik yanılgısına, “Çalıkuşu Feride sendromu”na düşmemişti.

Başka bir ifadeyle, 1961 Anayasası yazılırken Güneş’in ifadeleriyle, “Bizde Çalıkuşu Feride’nin iyimserliği vardı. Anayasa’yı yazınca Türkiye’de sosyal adalet sağlanacak zannediyorduk.” iyimserliği Atatürk’te yoktu.

O, 1921 Anayasası’na, “Hakimiyet bilâ kaydu şart milletindir.” yazınca bunun pratikte de böyle olacağını düşünmüyordu. Bu nedenle O, bir yandan kurtuluş mücadelesi devam ederken diğer yandan da TBMM’de taraftarlarını örgütlemeye başlamıştı. Bu grup, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’ydu. Bu, elbette Atatürk’ün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin mirasını kabul etmesi anlamına geliyordu, tıpkı 1927’de Nutuk’u okuduğu CHP Kurultayı’nda, bu toplantıyı CHP’nin Sivas Kongresi’nden sonraki “ikinci kurultay”ı olarak isimlendirip Sivas Kongresi’nin, dolayısıyla milli mücadelenin meşruiyetine partisine tahvil etmesi gibi…

Atatürk, savaşın hemen ardından 6 Aralık 1922’de bir parti kurma niyetinde olduğunu ve partinin dayanağını şöyle açıklamıştı: “Sulhun istikrarını müteakip halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namiyle siyasi bir fırka teşkil etmek niyetindeyim.

Atatürk’ün bu açıklamasının ardından başlayan kolektivizme, yani sosyalizme mi gidiliyor tartışması, Atatürk’ün partinin halkçılık rotasını daha net ifade ettiği bir tutumun ortaya konmasına sebep olmuştur. Atatürk’e göre Halk Fırkası, belli bir zümrenin veya sınıfın iktisadi çıkarlarını savunmak için kurulmuş bir parti değildi. Hatta öyle ki Türkiye’de birbiriyle çatışan değil, birbirinin desteğine ihtiyaç duyan sınıflar vardı. Bu fikir, benim Atatürk’ün halkçılık anlayışını tartıştığım bir makalede de ifade ettiğim üzere, pozitivizmden mülhem biçimde “toplumsal ahenk” fikrine dayanıyordu.[1] Başka bir ifadeyle halkçılığın bir boyutu toplumsal ahenk fikriyle sınıf çatışmasının önüne geçmekken, diğer boyutu da yasa önünde tam eşitliğin yaratılması fikriydi. Son olarak, sosyal adaletçi ve özel sektörü dışlamayan kamucu bir düşünce de bunları izliyordu. Dolayısıyla tüm bunlara adanmış bir toplum yaratmak için CHP, halka siyasi eğitim vermeyi kendisine şiar edinmiş bir okul olacaktı.

Asrileşmiş Batı’da ideal ve tek bir siyasal rejim yoktu. Dolayısıyla böyle bir dönemde ya Atatürk’ün “aşırı” olarak algıladığı faşizm ya da komünizm gibi hareketlere savrulma riski doğacaktı ya da onlardan ayrışmak için bir yol bulunacaktı. İşte bu yolun adı Kemalizm olmuştu. Nitekim 1930’lu yıllara gelene kadar Kemalizm’in diğer ilkeleri çoktan mayalanmıştı, biri hariç: devletçilik.

İDEOLOJİK ARKA PLAN: KEMALİZMİN GRAMERİ

Peki, bu okulun ideolojik boyutu neydi? Bunu anlayabilmek için ilk olarak Atatürk ve kuşağının zihin dünyasını şekillendiren kavramları hatırlamak gerekir: asrileşme, terakki ve hürriyet. Bunlardan sonuncusu, yani hürriyet kavramı, “demokrasi ideali”ni de içeriyordu. Ancak öncelik asrileşmekti. Asrileşmeden bu ideallerin hepsi tali ve hatta lükstü. Çünkü Batı kadar asrileşememiş, zenginleşememiş, sanayileşememiş, uluslaşamamış her toplum, günün sonunda Batı’nın müstemlekesi olmuştu. Yani Tarık Zafer Tunaya’nın ifadeleriyle, her şeyden önce “Batı’ya rağmen Batılılaşmak” gerekliydi. Ancak bu yıllar, “Batı eşittir liberalizm” tezinin çöktüğü yıllardı. Bu, iktisadi olarak da demokratik rejim olarak da bir çöküştü. Başka bir ifadeyle, asrileşmiş Batı’da ideal ve tek bir siyasal rejim yoktu. Dolayısıyla böyle bir dönemde ya Atatürk’ün “aşırı” olarak algıladığı faşizm ya da komünizm gibi hareketlere savrulma riski doğacaktı ya da onlardan ayrışmak için bir yol bulunacaktı. İşte bu yolun adı Kemalizm olmuştu.

Nitekim 1930’lu yıllara gelene kadar Kemalizm’in diğer ilkeleri çoktan mayalanmıştı, biri hariç: devletçilik. Dolayısıyla devletçilik ilkesinin bu dönemde ön plana çıkması da doğrudan liberalizmin kriziyle ilgiliydi. CHP, her ne kadar demokratikleşme idealinden vazgeçmese de asrileşme olmadan anlamı da olmayan bu kavramı geri plana itmiş ve asrileşmeyi devletçilik vasıtasıyla gerçekleştirmeye çalışmıştı. Dolayısıyla 1930’larda gerçekleşen sanayileşme atılımını da bu çerçevede değerlendirmek gereklidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise asrileşmenin yeni boyutu, çok partili yaşamdı ve bu gerçekleştirildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye çok partili hayata geçerken, aynı dönemde Batılı sosyal demokrat harekette yaşanan bir dönüşüm de çok partili hayat içinde kendine yeni bir yön arayan CHP ve sosyal demokrat partiler arasındaki mesafeyi azaltmıştı. Batılı sosyal demokrat partilerin 20. yüzyılın başlarından itibaren komünist bloktan uzaklaşıp daha evrimci bir rota arayışlarıyla başlayan süreç, 1950’lere gelindiğinde onları geleneksel tabanları olan işçilerden başka gruplarla da koalisyonlar kurmaya yöneltmişti. Sosyal demokrasinin kendine bulduğu yeni yol ise, istihdam temelli Keynesyen ittifak olmuştur. En genel tanımıyla Keynesyenizm, devlet müdahaleciliği yerine uzlaşmazlıkların ve isteklerin işçi ve işveren kuruluşları vasıtasıyla, devletin koordinasyonunda yürüttükleri müzakerelerle sonuca vardıkları bir yapıyı öngörmüştür.

Yani Atatürk’ün, CHP’yi İttihat ve Terakki’den ayırırken onun “ihtilal” değil, “inkılap” partisi olduğunu ifade etmesi gibi bir yaklaşımdır bu. Atatürk, bu yaklaşımıyla nasıl 1908’de Meşrutiyet’i ilan edenlerin devrimi başaramadıklarını ifade ediyorsa, “Ortanın Solu-Demokratik Sol” hareketin liderleri de Kemalist dönem CHP’sini, bir “üstyapı devrimi” partisi olarak görüyor; kendilerine “altyapı devrimleri”ni gerçekleştirecek, yani iktisadi ilişkileri, üretim ilişkilerini yeniden düzenleyip refahı ve mülkiyeti halkın geniş kesimlerine yayacak bir rol biçiyorlardı.

FORUM DERGİSİ VE ORTANIN SOLU: KEMALİZM’İ GÜNCELLENMEK

Bu dönemde Türkiye’de de, Hürriyet Partisi’nin (HP) CHP’ye iltisakıyla birlikte, parti içinde “özgürlükçü demokrasi” ve “planlı kalkınma”dan yana olan teknokrat nitelikli bir grup oluşmuştur. Bu grubun varlığı, Avrupa anaakım solunun, demokratik düzen içinde düzeni değiştirme, devrimci strateji yerine evrimci stratejiyi benimseme kararıyla birlikte düşünüldüğünde, CHP ve Batı sosyal demokrat hareketi arasındaki ideolojik uzaklığın karşılıklı olarak azaldığı görülebilir. Aslında bu kimlik arayışının başlangıç noktasının, çoğu Avrupa’da eğitim almış olan ve oradaki fikir akımlarından etkilenenlerin bir araya geldiği Forum dergisi olduğu da söylenebilir.

Forum Dergisi’nde bir araya gelen kadronun bir bölümü daha sonra CHP’nin araştırma bürosunun ve “Ortanın Solu” hareketinin de öncüleri olmuşlardır. Derginin yazar kadrosuna bakıldığında başta Bülent Ecevit olmak üzere, Turan Güneş, Osman Okyar, Muammer Aksoy ve Mümtaz Soysal gibi sonraki yıllarda da Türkiye’de sosyal demokrat hareketin önemli isimleri arasında yer alacak kişilerin varlığı görülmektedir. Forumcuların ortaklaştıkları temel nokta, Kemalizm’i statik bir ideoloji olarak değil, çağın gerekliliklerine uyum sağlamayı zorunlu kılan bir ilerici hareket olarak görmeleridir. Nitekim Soysal, Atatürk’ü, “(…) felsefe kitaplarının olmazlığına veya tarih sayfalarının mezarlığına düşmeden, en pratik yoldan gerçek mümkün olanın sınırlarına erişmekle gerçek politikanın en güzel örneğini” veren bir önder olarak tanımlamıştır.

Ahmet Taner Kışlalı ise, Kemalizm’in tarihsel olarak miras aldığı sınıfsal ittifakın İttihad ve Terakki’den geldiğini ve toprak ağası, eşraf gibi pre-kapitalist unsurlara dayandığını ifade eder. İşte Ahmet Taner Kışlalı’nın bu cümlelerinde tecessüm eden “Ortanın Solu-Demokratik Sol” hareketin bu genel düşüncesine göre bu ittifak, altyapı devrimlerini yapmasına müsaade etmemiştir. Sınıfsal kısıtlarının farkında olan Kemalist dönem iktidarı, altyapı devrimlerini yapacak nesilleri yetiştirecek üstyapı kurumlarını kurmuştur bu anlayışa göre… “Bunun yerine ne yaptı Kemalist dönem iktidarı?” diye sorar Kışlalı da… Ve daha ziyade eğitim vesaire gibi üstyapı devrimlerine odaklandığını ifade eder…

Yani Atatürk’ün, CHP’yi İttihat ve Terakki’den ayırırken onun “ihtilal” değil, “inkılap” partisi olduğunu ifade etmesi gibi bir yaklaşımdır bu. Atatürk, bu yaklaşımıyla nasıl 1908’de Meşrutiyet’i ilan edenlerin devrimi başaramadıklarını ifade ediyorsa, “Ortanın Solu-Demokratik Sol” hareketin liderleri de Kemalist dönem CHP’sini, bir “üstyapı devrimi” partisi olarak görüyor; kendilerine “altyapı devrimleri”ni gerçekleştirecek, yani iktisadi ilişkileri, üretim ilişkilerini refahı ve mülkiyeti halkın geniş kesimlerine yayacak bir rol biçiyorlardı. Bunun için de “İsveç modeli” benimsenmişti. Çünkü İsveç modeli, tarımdan sanayiye kaynak aktarımını sağlayan bir içerikle, bu dönemde Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan kır nüfusuna uygun bir alternatif sunuyordu.

Buna dönük olarak, demokratik sol hareketin “imza proje”si ortaya konmuştu: köykent. Bu projeyle, bir grup köyün arasında kalan en elverişli birimde kurulacak ve civar köylerin çevreyollarıyla bağlanmasıyla ortaya çıkacak olan köykentlerde; şehir merkezlerinde bulunan sağlık, eğitim, mesleki eğitim, kültür, spor ve eğlence alanlarında her türlü imkânı tesis ve inşa edilecekti. Bu projeyle; I) Köy ve kent arasındaki ayrımın da ortadan kalkacak, II) İnsanların yoksulluk nedeniyle radikalleşmesine sebep olan köyden kente göçün önüne geçilecek ve III) Refah ve mülkiyet tabana yayılacaktı. Yani erken Cumhuriyet devrinin girmekte zorlandığı köylere “rehberler” yetiştirip girme ve köylünün kaderini değiştirme projesi olan Köy Enstitüleri projesi tersine çevrilmiş, köyde üstyapı kurumları inşa etmek yerine, köylünün kaderi, altyapı kurumları yeniden düzenlenerek değiştirilmeye çalışılmıştır.

Dolayısıyla liderlik değişimi yaşanan CHP’de yeni ve çağcıl ideolojik bir rota belirlenirken bu beş maddeyi göz önünde bulundurmak önemlidir. CHP lideri Özgür Özel’in CHP’nin ilkelerini “aşındırmadan geliştirme” iddiasının mümkün olması da buna bağlıdır.

Dolayısıyla CHP’nin, biri demokratik süreçlerin dışında olsa da, toplumu etrafında kenetlemeyi ve ortak bir davaya ikna etmeye başardığı iki devrin bazı ortaklıklarını dikkate almak, CHP’deki lider değişiminin bir “zihniyet değişimi”yle taçlanmasına katkı sunulabilir:

1. CHP’nin “asrileşme” fikri, Batı’daki trendlere yerli (nativist) ideolojik isimlendirmeler üreterek gerçekleşmiştir. Atatürk’ün aşırı gördüğü akımlara karşı bu devirde kurgulanan Kemalizm gibi, 1960’lar ve 1970’lerde de sosyal demokrasi yerine önce “Ortanın Solu” sonra da “Demokratik Sol” kullanılmıştır. Bunun nedeni, bir yandan elbette aşırı görülen hareketlerle araya mesafe koymakken, diğer yandan da toplumun Batı’yla kurduğu aşk ve nefret ilişkisinin farkında olarak, “yerli” bir iddia ortaya koymaktır. Bunu, Anadolu Rock’a benzetmek mümkündür. Yani Türk Halk Müziği ile rock müziğin birleştirildiği o tarza… Cem Karaca’nın İngilizce şarkılar söylemesine karşı babasının, “Bizim millet böyle şeyleri sevmez… Sen bu işi bizim ezgilerle harmanla,” demesi gibi bir toplumsal gözleme…

2. Bu iki başarılı örnekte de topluma çağrı yapan, özgüven aşılayan, kenetleyen ve bir araya gelmeye zorlayan bir düzen değişikliği iddiasını görmek mümkündür. Bunun için ilkinde milli güvenlik ve hayatta kalma korkusu, ikincisinde ise “aşırı sağ ve aşırı sol” korkusuna yaslanılmış, hem korku hem de umut beraber örgütlenmiştir. Bu strateji, kötünün olmaması için uğruna mücadele edilmesi gereken iyiyi teke indirmiş ve CHP’ye büyük bir toplumsal ve ahlaki meşruiyet sağlamıştır.

3. İki dönemde de kimliklere yaslanmayan, bunun yerine tüm kimliklere uğruna mücadele edilmesi gereken ortak bir dava aşılayan bir yaklaşım söz konusudur.

4. İki dönemde de bir sınıfsal çatışmada taraf seçme değil, aksine var olan çatışmalı her hâli ortadan kaldıracak bir sınıfsal uzlaşma ortaya çıkarma iddiası vardır. Bu doğrultuda Köy Enstitüleri, köykent ve toprak reformu gibi “imza projeler” ortaya konmuştur.

5. CHP, toplumu ve siyaseti sürekli tartışan bir aydınlar grubu yaratmış ve hatta kendi aydınlarını yetiştirmiş ve bu tartışmayı sürekli kılan mekanizmaları kurgulamakta başarılı olmuştur.

Dolayısıyla liderlik değişimi yaşanan CHP’de yeni ve çağcıl ideolojik bir rota belirlenirken bu beş maddeyi göz önünde bulundurmak önemlidir. CHP lideri Özgür Özel’in CHP’nin ilkelerini “aşındırmadan geliştirme” iddiasının mümkün olması da buna bağlıdır. Bunun nasıl olabileceğine dair bir tartışma ve önerilerim ise bir başka yazıya kalsın…

 

[1] Onur Alp Yılmaz, Atatürk’ün Halkçılık İlkesi Üzerine Bir Tartışma: Halkçılık mı Popülizm mi?, Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, C. 17, Sayı: 37.

Bu yazı CHP’nin Gelecek Seçimi Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Onur Alp Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir