Hür ve müstakil AK Parti ve % 50+1

Hür ve müstakil AK Parti ve % 50+1

Mevcut 50+1’lik düzen, Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı yetkisini elinde tutmak için MHP’ye bağımlı kılıyor. Dolayısıyla seçimden sonra muhalefetin darmadağın olan yapısını görerek adeta yegâne oyun kurucu rolüne tekrar bürünen Erdoğan da hem İYİ Parti’nin ihtiyaçlarına cevap veren hem de kendisini bu bağımlılıktan kurtaran bir çıkış arıyor.

 Seçimlerin ardından İYİ Parti’nin ittifak siyasetinin Türkiye’nin ayarlarını bozduğuna dair çağrılarına hep birlikte şahit olduk. Üstelik bu çağrılar yalnızca muhalefetle de sınırlı değildi. İktidarı da içine alıyordu. Erdoğan’ın İYİ Parti’ye de kapılarının açık olduğunu ve ittifaklarını genişletme arzusunda olduklarını ifade eden açıklamasına karşı şöyle diyordu Akşener:

“İttifak siyasetinin derinleştirdiği kutuplaşma, ülkemize zarar veriyor Sayın Erdoğan. Gelin, siz de aynı bizim gibi 81 ilde kendi adaylarınızla seçime girin. Türk siyaseti normalleşsin, kazanan milletimiz olsun.”

Yani, Akşener ittifak siyasetine kiminle yapıldığına bağlı olarak değil, kategorik olarak karşı olduğunu ifade ediyordu böylece. Ancak Erdoğan ve AK Parti kanadının bir süredir MHP’yle bu ölçüde iç içe geçmekten ve MHP’nin devlet içindeki örgütlenmesinden rahatsız olduğu bir sır değildi. Dolayısıyla buradan bir sonuca varmak mümkün… Erdoğan ve Akşener’in istedikleri şey büyük ölçüde örtüşüyor: Hür ve müstakil siyaset yapmak. Bu bağlamda Erdoğan, İYİ Parti’yi ittifaka davet edip MHP’nin gücünü dengelemek gibi beyhude bir çaba içinde olmaktan vazgeçmiş görünüyor. İşte bu doğrultuda iki partiye de hür ve müstakil siyaset alanı açacak olan bir teklif ortaya koyuyor:

Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa… Bundan sonra kim bilir daha neler çıkar?”

Aslında bu tartışma ilk kez de yapılmıyor. 2021 yılında Erdoğan’ın Karamollaoğlu’yla görüşmesinin ardından Saadet lideri Erdoğan’ın bu sistemden rahatsızlığını kendisine ifade ettiğini belirtmiş ve bunun üstüne de Cemil Çiçek bu sistemin zararlarından bahsetmişti. Ancak Bahçeli, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” misali çok sert bir tepkiyle bu tartışmaya başlamadan noktayı koymuştu:

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi milletimizin bir başarısı, geleceğinin müjdesi, milli bekanın güvencesi, devlet yönetiminin milli hedeflerle birleşmesidir. Bu sistemin demokratik meşruiyet temeli, yüzde 50+1’dir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, cumhurbaşkanı, doğrudan halk tarafından seçildiği ve hükümet TBMM’den güven oyu almadığı için yönetimde istikrar ilkesi kendiliğinden gerçekleşmiştir. Bu itibarla, yüzde 50+1 oyla Cumhurbaşkanı seçilmesi, çoğulcu demokrasinin dünyaya emsal teşkil edecek bir şekildir. Milletvekili seçmiyoruz, belediye başkanı seçmiyoruz, Cumhurun bütününü temsil edecek Cumhurbaşkanı seçiyoruz. Yüzde 50+1 oyu eleştirenleri anlayışla karşılamamız, bunu felaket olarak yorumlayan karamsarları makul bulmamız abesle iştigaldir. Sayın Cemil Çiçek, yüzde 50+1’in sıkıntılara sebep vereceğini iddia ediyor. Bu tuhaf ve tahrip gücü yüksek sözlerin benzerini Türkiye’nin istikrarsızlığa gömülmesini, siyasi anlaşmazlıkların içine düşmesini isteyen çevreler de ileri sürüyor. Sayın Çiçek, sizin kafanızda, dilinizin altında sakladığınız bir oran var mıdır? Varsa ne zaman açıklamayı düşünüyorsunuz? Açıkla da bilelim, niyetini öğrenelim.”

Erdoğan bir yandan MHP’ye bağımlılığını İYİ Parti’nin ittifak sisteminden rahatsızlığı araçsallaştırarak bertaraf etmeye çalışırken, diğer yandan da 50+1’e veda edip, “Önceki dönemler sayılmaz, sistem değişti” deyip yeniden aday olabilmenin önünü açmaya çalışıyor.

Bu tepkinin nedeni elbette çok açık: Mevcut 50+1’lik düzen, Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı yetkisini elinde tutmak için MHP’ye bağımlı kılıyor. Dolayısıyla seçimden sonra muhalefetin darmadağın olan yapısını görerek adeta yegâne oyun kurucu rolüne tekrar bürünen Erdoğan da hem İYİ Parti’nin ihtiyaçlarına cevap veren hem de kendisini bu bağımlılıktan kurtaran bir çıkış arıyor. Nitekim 2 yıl önce sümenaltı edilen bu meselenin bugün yeniden gündeme gelmesi de basit bir tesadüfle açıklanamaz. Erdoğan bir yandan MHP’ye bağımlılığını İYİ Parti’nin ittifak sisteminden rahatsızlığı araçsallaştırarak bertaraf etmeye çalışırken, diğer yandan da 50+1’e veda edip, “Önceki dönemler sayılmaz, sistem değişti” deyip yeniden aday olabilmenin önünü açmaya çalışıyor.

Peki, İYİ Parti’yle böyle bir pazarlık yürütülebilir mi? MHP olmadan böyle bir pazarlık yürütmenin AK Parti açısından bir faydası olacak mı? İlk olarak İYİ Parti’yle böyle bir pazarlık elbette yürütülebilir. İYİ Parti, parlamenter rejim isterken AK Parti ve Erdoğan ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde ısrarcı. Neticede siyasette uzlaşma dediğimiz şey, her iki tarafın da en çok istediği şeyden vazgeçerek bir orta noktada uzlaşmasıysa, bu ikisinin bir orta noktası var: Fransa ya da Polonya tipi bir yarı-başkanlık sistemi. En özet tanımıyla, kabinenin parlamentodan çıktığı, ancak cumhurbaşkanını halkın seçmeye devam ettiği bir model… Olur mu? Göreceğiz…

İkincisi, MHP olmadan böyle bir pazarlık yürütmek faydasız. Çünkü İYİ Parti ve AK Parti’nin milletvekili toplamı böyle bir sistemi ne referanduma götürmeye ne de doğrudan kabul etmeye yetmiyor. Peki, böyle bir durumda ne yapılabilir? Ya CHP’den destek aranabilir ya da CHP listesinden parlamentoya giren 39 milletvekili ve HDP’den… CHP’nin tek başına desteği bunu parlamentodan geçirmeye dahi yeter, ancak yıllardır anti-Erdoğanizm konforuna yaslanan CHP’nin Erdoğan’la yapılacak böyle bir değişikliği tabanına anlatabilmesi hemen hemen imkânsız. Ancak ikinci alternatif, yani CHP listelerinden parlamentoya giren milletvekilleri ve HDP’nin desteğinin sağlanması hiç de zor değil… Çünkü bu iki blok da iktidarın MHP’yle yakınlaşması ve MHP’nin devlet içindeki örgütlenmesinden son derece rahatsız. Özetle, Türkiye siyaseti çok hareketli günlere gebe. İzleyip hep beraber göreceğiz…

Onur Alp Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir