Kızıl Goncalar dizisi ve dayatma hastalığı

Kızıl Goncalar dizisi ve dayatma hastalığı

Bugün ise ÇEDES Projesi altındaki Manevi Danışman dayatmalarıyla dünün İkna Odalarının arasında pek bir fark bulunmamaktadır. Sadece dayatmaları uygulayan eller ve desenler değişmiştir.

Başrollerini Özcan Deniz ve Özgü Namal. ‘ın paylaştığı Kızıl Goncalar dizisinin fragmanlarıyla ilk olarak Twitter’da karşılaştım. O fragmanlardan birisinde ilgimi çeken; başörtülü, genç ve okuma aşkıyla tutuşan Zeynep’in, yatalak dedesine (Suavi) bakmaya gittikleri evde Dr. Levent’in kızı Mira ile aralarında geçen diyalog sahnesiydi.

Bu diyalogda Zeynep, Mira’dan dedesinin, meşhur 28 Şubat döneminde başörtülü genç kızların üniversitede başörtüleriyle yani dini kıyafetleriyle okumalarına engel olanlardan birisi olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Zeynep evden ayrılmadan hemen önce koşarak Mira’nın dedesinin üst kattaki odasına çıkar ve odadaki yazı tahtasına matematikteki p ise q (mantık) önermesini sosyal hayata uyarlayarak bir denklem yazar. Ve sonunda da 28 Şubatçılarla kendi babası gibi olanların bir farkının olmadığını belirterek; “Ne farkınız var, aynısınız!” diyerek odayı terk eder.

Ben de özellikle bu fragmanda; “Her kesimdeki yobazlara, faşistlere ve fanatiklere göndermelerde bulunulduğu için” fırsatım oldukça diziyi izlemeye karar verdim.

Evet, Zeynep’in dizide söylediği o sözler, aslında Türkiye siyasî tarihindeki önemli bir karın ağrısını dile getiriyor. “Ne farkınız var, aynısınız!” cümlesine tekrar dikkat edilirse, bunun sadece bir kesimi yani sadece 28 Şubatçıları ilgilendiren bir konu olmadığı kolaylıkla anlaşılır. On yıllar boyunca ülkede söz sahibi olmak isteyenlerin büyük çoğunluğu daha önce mazlumken gücü elde ettiklerinde zalime dönüşebiliyor. Daha önce kendi kitleleri mağdur iken yetkiler ellerine geçtiğinde o yetkileri bir dayatma unsuru haline çevirebiliyorlar.

Dizi ikinci bölümünden sonra; RTÜK tarafından bir kaç hafta yayınlanmadı. Hatta yayından kaldırılma riski yaşadı. Anlaşılan, ülkedeki tarikatların bir kısmını ciddi şekilde rahatsız etti. Hâlbuki dizide anlatılanlar her gün gazetelerde ve sosyal medya haberlerinde defalarca haberlere konu olan mevzular.

DİZİYE TAHAMMÜLSÜZLÜK NEDEN?

Bu bize aslında şunu gösteriyor; bizim toplum, her kesim itibariyle henüz fanatizmi ve faşizmi aşamamış ve “Benim gibi düşünecek, benim gibi inanacak ve benim gibi yaşayacaksın!” zihniyetini henüz terk edememiştir. Halbuki güç dediğimiz olgu da; para gibi, imkân gibi, makam gibi olması gereken anlamının dışına çıkarıldığında yeni mağduriyetlere ve yeni adaletsizliklere sebebiyet verir.

Bu arada dizi ikinci bölümünden sonra; RTÜK tarafından bir kaç hafta yayınlanmadı. Hatta yayından kaldırılma riski yaşadı. Anlaşılan, ülkedeki tarikatların bir kısmını ciddi şekilde rahatsız etti. Hâlbuki dizide anlatılanlar her gün gazetelerde ve sosyal medya haberlerinde defalarca haberlere konu olan mevzular. Papua Yeni Gine’de yaşanan değil bizzat içimizde yaşanan olaylar.

Ülkemizde; dini bütüncül anlama gayretinin olmaması, özellikle bazı tarikatların; bakış acılarındaki katılıklar, günümüz şartlarını ve değişimleri doğru okuyamama, nakilciliğin ötesine geçememe, siyaseti bir çıkar ilişkisi olarak görmek, bazı dindarların geri kalmalarını özellikle isteyen şer odaklarının varlığı gibi konular ciddi birer mesele olarak toplumun önünde durmaktadır.

Dinini, tarikatlar içerisinde öğrenmeye çalışan veya hayata siyasal dincilik (dindarlık değil) çerçevesinden bakan insanlarımızın artık şu konuları ciddi bir şekilde tekrar ve tekrar gözden geçirmeleri gerekmektedir;

Birincisi: Bireyin hiç sayıldığı, müridin aklının şeyhinin cebinde olduğu bir din İslamiyet değildir. Din, mürit mürşit, talebe hoca, cemaat imam vs kim olursa olsun “dini ve hayatı öğrenmek isteyen herkesin aynı sorumluluğunun olduğu” bir sistemdir. Fakat dinini bizzat araştırmadığı, sorgulamadığı, kendi kafasıyla düşünüp değerlendirmediği için belki bazen çok iyi dindar olduğunu zannettiği yerde insan hakları ve onurundan uzak sonuçlara çıkabiliyor.

Tarikatlarda geçerli olan “Gassalın elinde meyyit gibi olmak” yaklaşımı yaşadığımız çağ itibariyle geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü dindar insan da hocası kadar dinini kaynaklarından öğrenmekle sorumludur. Ve bir birey olmalıdır; Dinini otomatik pilota bağlayan bir robot değil.

İkincisi: Hiçbir din bir dayatma unsuru olamaz. Hiçbir dindar din adına diğer insanlara “Benim dediğim olacak, herkes dindar olacak, herkes her şeyi bizim istediğimiz gibi yaşayacak!” vs diyemez. Benzer dayatmaları sadece dini değil “seküler tarikatların da” yapmaya hakkı ve yetkisi yoktur. Bu bir tahakküm ve insanların özgürlüklerine müdahaledir.

Din, sadece ölüm ötesiyle ve ahiretle ilgili öğretiler sunmaz. Bugünün ve şimdinin inşa ve imar edilmesini de öğütler. Bunu yaparken de sadece  namaz, oruç, tespih gibi “sadece bireysel ibadetleri” telkin etmez.

DİN BİZE NE SÖYLER?

Üçüncüsü: Tarikat mensuplarının öyle veya böyle bir şekilde dinin uhrevi, metafizik ve ahirete bakan iman ve ibadet yönüyle ilgili bilgilerinin yani başında ve eş zamanlı olarak; Seküler bilimler ve öğretiler diyeceğimiz; Psikoloji, sosyoloji, felsefe, biyoloji, evrensel hukuk ilkelerini vs de okuması, öğrenmesi şarttır. Din, sadece ölüm ötesiyle ve ahiretle ilgili öğretiler sunmaz. Bugünün ve şimdinin inşa ve imar edilmesini de öğütler. Bunu yaparken de sadece namaz, oruç, tespih gibi “sadece bireysel ibadetleri” telkin etmez; toplumsal adalet, toplumsal zenginleşme, toplumsal özgürlük, toplumsal liyakat, bilimsellik gibi “toplumsal ibadetleri” de müntesipletinden ister. Sadece ahirete odaklananlar; dünyadaki toplumsal adalet ve toplumsal zenginleşmedeki sorumluluklarını ihmal eder.

Dördüncüsü; İnsan, toplum, eşya ve olaylar sadece din odaklı ve sadece din üzerinden okunmaz. Bu okumaların yanlışlarından birisi de  insanları; kafir, müşrik, münafık, zındık vs olarak kategorize etmektir. İnsanlara bu şekilde  bakanlar; “Biz” olamaz, ortak aklı ve ortak paydaları örgütleyemezler.

Bu saydığımız hususlarda özet olarak şunu söyleyebiliriz; tarikatlar fonksiyonunu çok uzun seneler önce yitirmiştir. Ve güncel değişim ve dönüşüm yaşamaları şarttır.

Kant, özellikle dindarlar için söylediği; “Benden önce metafizikçiler yeryüzünden gökyüzüne kuleler inşa etmeye çalıştı. Ben ise size yeryüzünde evler yapmanızı öğreteceğim” sözüyle; Adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, yoksullukların, liyakatsızlıkların vs  en aza indirilmesi için buraya yani dünyadaki görevlerine de önem vermeleri gerektiğini hatırlatır. Sadece “Kendine Müslüman” olmamasını, ahiretin yolunun dünyadan geçtiğini, yeryüzünde birlikte misafir oldukları kendileri gibi olmayan insanlarla empati ve diğergamlık anlayışı içerisinde öncelikle dünyayı imar etmeleri gerektiğini vurgular.

Velhasılı, bir toplumda dayatma ne taraftan gelirse gelsin; gayri insani, gayri eşitlikçi ve gayri özgürlükçüdür. Bu din adına da, laiklik adına da, milliyetçilik adına da, ideoloji adına da vs olsa değişmez.

KİMİN DEĞİL NEYİN YAPILDIĞI ÖNEMLİ

Evet, bu konular yukarıda yazdığım gibi sadece dini hassasiyeti yüksek olan insanımızı ilgilendirmiyor. Dünün, kendisini seküler ve laik gören insanımızı da ilgilendiriyor. Suavi’ye Zeynep’in çıkışı gibi bugün de birçok başörtülü kadın dünkü dayatmaların mağduruydu. O günlerde İkna Odaları görüntüsünde kızların eğitim haklarına, din ve vicdan hürriyetlerine müdahale edilmişti.

Bugün ise ÇEDES Projesi altındaki manevi danışman dayatmalarıyla dünün İkna Odalarının arasında pek bir fark bulunmamaktadır. Sadece dayatmaları uygulayan eller ve desenler değişmiştir.

Velhasılı, bir toplumda dayatma ne taraftan gelirse gelsin; gayri insani, gayri eşitlikçi ve gayri özgürlükçüdür. Bu din adına da, laiklik adına da, milliyetçilik adına da, ideoloji adına da vs olsa değişmez.

Bilinçli ve aktif vatandaşlar kendilerini sarkacın iki uç noktasında bulunan siyasal dinciler (dindarlar değil) ve aşırı laikçiler (laikler değil) arasına sıkışıp kalmış; iki kedi arasındaki balıklar gibi görmemelidir.

Üçüncü yol mutlaka vardır. Eşit birey ve eşit vatandaşlık için mücadele etmelidir. Yarın toplumun hiçbir kesiminin bahse konu dayatmaları yaşamaması için; Temel hak ve özgürlükleri, insan hakları ve onurunu, temel/ evrensel hukuk ilkelerini, toplumsal zenginleşmeyi vs her şeyin üstünde tutmalıdır.

One thought on “Kızıl Goncalar dizisi ve dayatma hastalığı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir