Bu bir ekonomi yazısı…

Bu bir ekonomi yazısı…

Arabayı park ettikten sonra yüzünde yılların yorgunluğunu, yaşadığı sıkıntıları anlatan derin çizgileri taşıyan teyzeye yaklaştım. Kağıt topladığını düşündüğüm yaşlı kadın çöpe atılan yemek ve ekmek artıklarını ayrıştırıyordu. Ne yaptığını sordum, torunları için yiyecek topladığını söyledi. O an sanki boğazımı biri sıktı.

Kar hafif hafif atıştırıyordu. Fazlasıyla gri bir gündü. Uzun zamandır gitmediğim spor salonunun yolunu tuttum. Hava soğuk olduğu için yol hayli boştu. Gideceğim yere yaklaştığımda, arabanın direksiyonunu park yerine doğru sağ tarafa kırdım. Tam park yerine girişin sol tarafında belediyenin büyük çöp kutularından biri yer alıyordu.

Bu soğuk ve karlı Ankara gününde çöp kutusunun önünde yaşlı bir kadın çöpü karıştırıyordu. Arabayı park ettikten sonra yüzünde yılların yorgunluğunu, yaşadığı sıkıntıları anlatan derin çizgileri taşıyan teyzeye yaklaştım. Kağıt topladığını düşündüğüm yaşlı kadın çöpe atılan yemek ve ekmek artıklarını ayrıştırıyordu. Ne yaptığını sordum, torunları için yiyecek topladığını söyledi. O an sanki boğazımı biri sıktı. Bir süre nefes alamadığımı düşündüm.

Bugünlerde açlık sınırının altında ücret alan emeklilerin halini çokça konuşuyoruz. Televizyonlarda gün geçmesin ki, pazar yerlerinde günün ilerleyen saatlerinde pazar artıklarını toplayan ya da bozulmaya yüz tutmuş sebze ve meyveleri satın alan yaşlı insanların görüntülerini görmeyelim. Öte yanda caddelerde lüks otomobillerin daha fazla boy gösterdiği, pahalı lokantaların tıklım tıklım dolu olduğu, zenginliği işaret eden markaların mağazalarında kalabalıkların arttığını görüyoruz. Bir de görmediklerimiz var.

Türkiye gelir dağılımının giderek bozulduğu ve yoksulluğun yaygınlaştığı bir dönem yaşıyor. Nice öyküler, acılar yaşanıyor. Onlar çevremizde olmadığı zaman yok sayıyoruz.

Türkiye gelir dağılımının giderek bozulduğu ve yoksulluğun yaygınlaştığı bir dönem yaşıyor. Nice öyküler, acılar yaşanıyor. Onlar çevremizde olmadığı zaman yok sayıyoruz. Tekstil işçisi dul Fatma’nın kızını, biricik evladını başka bir şehirde olan kazandığı üniversiteye gönderememenin acısını her gece yüreğinde taşıdığını bilmiyoruz. Üniversite yaşamını barınma, yiyecek ve ulaşım sorununu çözemediği için bırakan gençlerimizin sayısı her geçen gün artıyor. Bu pırıl pırıl gençlerin bir kısmı da okuyabilmek için tarikatlara teslim oluyor. Onların sağladığı barınma ve yemek imkanları için çağdışı yapılanmalara teslim oluyorlar. Büyük bir bölümünün beyinleri yıkanıyor, bazıları da yaşadıklarına dayanamıyor ve intiharı bir çözüm olarak görüyor. Üniversiteli kızların bazıları da fuhuşa yöneliyor. Gençlerimizin, geleceğimizin umutlarının çalınmasına izin veriyoruz.

Bir de çocuklarına ekmek götürebilmek için toprak altında kalanlarımız var. Erzincan’ın İliç ilçesinde altın madeni sahasında toprak altında kalan 9 insanımızı çabuk unuttuk.  Tıpkı 2011 yılı Şubat ayında Kahramanmaraş Afşin-Elbistan Termik Santraline kömür veren Çöllolar kömür sahasında tonlarca toprağın altında kalanları unuttuğumuz gibi. Sanki Zonguldak, Karaman ve Soma’da maden kazalarında hayatlarının kaybedenleri unutmadık mı? Onları unuttuk ama ya geride kalanlar? “ Oğlum yüzme bilmezdi, suyun içinde ne yaptı? Geceleri uyuyamıyorum” diyen anneyi, ayağında yırtık lastikleri olan babayı, geride kalan eşleri ve çocukları hatırlıyor muyuz? Hatırlamak insanoğlu için ağır bir yüktür. Bilirim unutmak kolay olanı seçmektir.

Gençlerimiz ülkelerini geride bırakırken de unutmayı değil, umudu tercih ediyorlar. Elbette, başka bir ülkede yaşamayı seçmek kolay değil. Sadece ülkelerini değil, ailelerini, sevdiklerini, köklerini terk ediyorlar. Yabancısı oldukları bir toprağa kök salmaya gidiyorlar.

Gençlerimiz ülkelerini geride bırakırken de unutmayı değil, umudu tercih ediyorlar. Okullar bitiyor, sınavların peşinde uykusuz geçen gecelerden, nice uğraşlardan sonra diplomalar alınıyor. Bu sefer iş bulma maratonu başlıyor. Mülakatlarda yaşanan kayırmacılık, önerilen düşük ücretler başka seçenekleri düşünmelerine neden oluyor. Yaşanacak yıllarını maddi sıkıntılarla, kötü koşullarla geçirmek istemiyorlar. Sadece refah değil aynı zamanda özgürlüğü de arıyorlar. Genç insanın en çok ihtiyacı olanı… Elbette, başka bir ülkede yaşamayı seçmek kolay değil. Sadece ülkelerini değil, ailelerini, sevdiklerini, köklerini terk ediyorlar. Yabancısı oldukları bir toprağa kök salmaya gidiyorlar.

Nice öyküler var bilmediğimiz, görmediğimiz, duymadığımız. Aynı toprakları paylaştığımız, otobüste, sokakta, işyerlerinde karşılaştığımız ya da hiç karşılaşmadığımız insanların hayatları var.  Bu toprakların geçmişi acı hikayelerle dolu. Ama bugün içinde bulunduğumuz ekonomik şartlar, acı dolu öykülere yenilerinin eklenmesine sebep oluyor. Nüfusun en zengin yüzde beşi en yoksulun 30 katı gelir elde ediyor ya da geniş tanımlı işsizlik yüzde 22’lerde, çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücrete mahkum ya da en düşük emekli aylığı açlık sınırının çok altında demek bazen her şeyi anlatmıyor. Rakamların dili yoksulluğu tarif ederken yetersiz kalıyor. O sayıların tamamı anlattığım insan manzaralarında hayat buluyor. Unutmayın bu bir ekonomi yazısı…

Turgay Bozoğlu
Latest posts by Turgay Bozoğlu (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir