Cumhuriyetin 100. yılında seçimlerden seçmenlere tercihlerin istikameti

Cumhuriyetin 100. yılında seçimlerden seçmenlere tercihlerin istikameti

Cumhuriyet’in 100 yıllık birikiminde özellikle seçmenlerin genel seçimlere ilişkin parti, yerel seçimlere yönelik aday tercihleri dikkate alındığında seçmenin, yüksek düzeyde bir politik bilinçle, adeta politik terazide parti ve adayları tartarak tercihte bulunduğunu bize gösteriyor.

Cumhuriyet’in “İkinci Yüzyılın”ın ilk milletvekili genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından 31 Mart 2024’te Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı’nın ilk yerel seçimi yapılacak. Çok partili siyasal hayatın başlangıcından bugüne çoğulcu ve rekabetçi, nispeten özgür, kısmi temsil adaletli olması anlamında 14 Mayıs 2023’teki 20. milletvekili genel seçimleriyle, 28 Mayıs’ta yapılan 2. tur seçimi de dahil ettiğimizde halkoyuyla belirlenen 4. cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşti. 31 Mart 2024’te ise 1950’den günümüze yapılan 15. yerel seçim gerçekleşicek. Bu seçimlerin dışında, çok partili siyasal yaşamımızda 8 Cumhuriyet Senatosu seçimi, 7 ara genel ve 5 ara yerel ile, 7 referandum gerçekleşti. Bu anlamda, 73 yıllık çok partili yaşama sığan 66 seçim ve ortalama her 1,1 yılda bir yapılan bir seçim tarihine sahip ülkeyiz.

Mart 2024 yerel seçimlerinin önemi; seçimden 10 ay önce açığa çıkan seçmen eğilimlerinden farklılaşmaların yaşanıp yaşanmayacağının izlenmesine imkan tanıyacak olması. Diğer yandan, 2019 yerel seçimlerinde çoğu büyük kent belediyelerini kazanan muhalafetin bu kentlerdeki iktidarlarının koruyup koruyamayacaklarını gösterecek olması da bir diğer önemli nokta. İktidarın büyük kentlerde 2019 öncesi bir üstünlüğe yeniden kavuşması, Türkiye’de seçmenin muhalefetten uzaklaşma eğiliminin artması anlamında bir sonuç doğuracağı şeklinde okunabileceği gibi, muhalefetein büyük kentlerdeki üstünlüğünü sürdürmesi halinde, seçmen tercihlerinde dalgalanmaların yakın dönemde neredeyse her seçimde yeniden üretildiği gibi bir sonuç ortaya çıkacak.

1950’den günümüze seçmenin oy verme davranışında iç içe girmiş olan, değişimle süreklilik arasında seyreden örüntülerin dinamiklerini anlayabilmek için, öncelikle teorik bağlamda oy verme davranış modellerine değinmek gerekir.

SEÇMENLER NEYE GÖRE OY VERİYOR?

1950’den günümüze seçmenin oy verme davranışında iç içe girmiş olan, değişimle süreklilik arasında seyreden örüntülerin dinamiklerini anlayabilmek için, öncelikle teorik bağlamda oy verme davranış modellerine değinmek gerekir. Seçmenin oy verme davranışının ardında yatan dinamikler dört temel teorik model çerçevesinde açıklanmaya çalışılır. Sosyolojik model, sosyolojik yapıların ve bir sosyal grubun üyesi olmanın oy verme davranışı üzerinde etkili olduğu görüşündedir. Buna göre, bireylerin ait oldukları sosyal gruplar oy verme davranışlarının belirleyicisidir ve seçmenler oy vermeye araçsal bir anlam yükledikleri için, ait oldukları sosyal grubun çıkarlarını en iyi şekilde yansıtan partilere oy verirler. Toplumdaki sosyal bölünmeler bu nedenle önemli olup, ait olunan sosyal sınıf, cinsiyet, etnik/dinsel kimlik, inançlar, siyasal değerler, yerleşik olunan kır/kent gibi coğrafyi unsurlar bu tür bölünmelerin öne çıkarlar. Lipset ve Rokkan’a göre sosyal bölünmelerin ikisi kültürel, ikisi fonksiyonel olmak üzere belli başlı dört tipi bulunmakta; kültürel bölünmeler ise merkez-çevre ile dinsel bölünmeler; fonksiyonel bölünmeler ise, kır-kent ve işçi-işveren ya da sınıf temelli bölünmeler olarak işaretlenmektedirler.[1]

İkinci model olan parti kimliği (party identification) modeline göre, parti kimliği seçmenlerin partilere olan psikolojik bağımlılık duygusuna dayanır ve parti aidiyeti, bireyin kendisini bir partiyle özdeşleştirmesi bir siyasi partiyle kurulan psikolojik yakınlığı, değişmez ve uzun vadeli bir ilişki olarak tanımlanır. Seçmen ile siyasi parti arasındaki bu bağ, erken yaşlarda aile içinde edinilen değerlerin, yaşıtlar ve meslektaşlar arasında görülen davranış pratiklerinden etkilenmesiyle ortaya çıkar ve ilgili model, bu bağlamda, erken dönem politik sosyalleşmeye vurgu yapar.

Üçüncü model ekonomik oy verme teorisine dayanmakta olup, rasyonel bireylerden oluşan seçmenlerin her seçim dönemine özgü var olan siyasi ve ekonomik unsurlarla oy verme davranışı sergiledikleri varsayımına dayanır. Seçmenler hangi partiye oy vereceklerine karar verirken, fayda-maliyet değerlendirmesi yaparak, kendileri için en çok faydayı getirecek alternatife yönelerek tercihte bulunurlar. Bu model, patron-yanaşma ilişkisi olarak tanımlanan klisentalist ilişkilerle, siyasal kayırmacılığı da içermektedir. Ekonomik oy verme modelinden doğmuş olan stratejik oy verme modelinde de seçmenlerin rasyonel bireyler olduğu, oy vermeyi, parti tercihinde bulunmayı fayda-maliyet hesaplaması olarak gördükleri varsayılır. Farklılık; seçmenlerin seçim kurallarını öğrenmelerine bağlı olarak, istedikleri sonucu almak için en fazla tercih ettiği partiden farklı bir alternatife yönelme durumunu oy verme davranışı opsiyonuna dahil etmelerdir[2].

Oy verme davranışını açıklayan bu modeller veri alındığında seçmenler; genel, yerel seçimler ve referandumlarda partilerle olan ideolojik yakınlıkları, partilerin ideolojik yaklaşımlarına ve politika önermeerine göre tercihte bulundukları gibi, ekonomik faktörler de seçmen tercihlerini etkiler. Bu bağlamda seçmenler kendileri, aileleri ve ülke için daha iyi ekonomik politika vaat eden partilere oy verebilirler. Etnik ve dinsel kimlikler de oy verme davranışı, parti tercihinde önemli bir unsurdur ve seçmenlerin, kendilerini tanımladıkları bu kimliklerin partiler tarafından nasıl temsil edildiklerine bakarak da tercihler şekillendiğini bize söyler. Lider ve parti algısı da, söz konusu tercihi belirler. Seçmenler, siyasi liderlerin kişisel özellikleri, liderlik becerileri ve karizması gibi faktörleri dikkate alarak da tercihte bulunurlar. Ayrıca, parti imajı, iktidar veya muhalefetteki performansı da seçmen yöneliminde etkilidir. Kadın hakları, çevre sorunları, korunması, barış, sığınmacılar, göç, eğitimin niteliği gibi toplumsal sorunlar, konulara partilerin verdikleri önem, yaklaşımları da bir partiye yönelimde etkili olabilir. Diğer yandan, partilerin belirli bölgesel ve yerel sorunlara yaklaşımı, geliştirdikleri çözüm önerileri seçmenlerin aday/parti tercihlerinde etkilidir. Son olarak siyasi kampanyalar da bir başka tercih nedenidir. Siyasi partilerin seçim kampanyaları, mitingler, televizyon reklamları, sosyal medya etkileşimleri seçmenlerin tercihlerini şekillendirebildiği gibi, etkili ve çarpıcı kampanyalar seçmenlerin dikkatini çekerek, belirli bir partiye yönelimini güçlendirebilir.

Seçmenlerin oy verme davranışları, motivasyon ve parti tercihleri örneğinde hükümet sistemlerine göre de farklılaşabilmektedir. Parlamenter sistemlerde siyasi partiler, ittifaklar daha belirgin bir rol oynamakta olup, seçmenler ağırlıklı olarak parti politikalarını, ideolojilerini ve iktidarla muhalefet partilerinin performansını değerlendirirler. Başkanlık sisteminlerinde ise seçmenler, başkan adaylarının kişiliklerine, liderlik yeteneklerine, vizyonlarına daha fazla odaklanırlar. Başkanlık seçimleri adaylar arasındaki yarışa dayandığından, seçmenler için adayların karakteristik özellikleri, liderlik tarzları, yetenekleri, vaatleri gibi faktörler tercihte öne çıkar. Başkan adaylarının parti politikaları da seçmenlerin tercihlerini etkilese de, özellikle liderlik faktörü, karizmatik nitelikleri daha baskın olur.

Genel ve yerel seçimler bağlamında seçmenlerin parti/aday tercihi, oy verme davranışında çok keskin farklılaşmalar olmazken; yerel seçimlerde ise, genel seçimlerdeki yukarıda bahsedilen örüntülere benzer dinamikler etkili olmaktadır. Tek farkla ki yerel seçimlerde adayların niteliği, kimlikleri, sosyal ilişkileri, hemşehrilik, cemat/tarikat gibi ilksel bağları seçmenin politik motivasyonunu, tercih yönünü daha fazla şekillendirebilmektedir.

Oy verme davranışı, aday/parti tercihleri hangi modelle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, son tahlilde seçmenler duygusal varlıklar oldukları için kararlarını duyguların etkisiyle verirler. Bu nedenle, ideal demokrasi terorisinde seçmen rasyonel bir varlık olarak kabul edilmesine rağmen[3], duygular devreye girdiğinde, en rasyonel seçmen dahi politikacıların duygulara hitap eden popülist stratejileri ve söylemlerine teslim olabilir, sadece parti/aday tercihleri değil, birarada yaşama alışkanlıkları dahi etkilenebilmektedir. Yanı sıra bu tutum, sadece oy verme davranışına değil, eylem ve siyasal değerlerine yansıyabilmektedir.

Yaklaşık üç çeyrek asırlık seçmen tercihleri, parti sadakatinin, kendisini bir partiyle özdeşleştirme duygusunun çok yoğun olmadığını; bireysel, kollektif, ekonomik, politik, toplumsal-kültürel, araçsal çeşitli etkenlere bağlı olarak seçmenin sandıkta tercihini değiştirdiği örneklerle doludur.

GENEL SEÇİMLERDE SEÇMENLERİN TERCİHİNE EN FAZLA MAZHAR OLAN PARTİLER

Seçimlerin temel işlevlerinden biri, iktidar için yarışan parti ya da adaylar arasında, seçmenin sandıkta yaptığı tercihle işbaşındaki ulusal ya da yerel iktidarın sürmesini ya da değişmesini sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında, 14 Mayıs 1950’den 14 Mayıs 2023’e seçmenler, sandıkta yaptıkları tercihlerle 20 milletvekili genel seçiminin sekizinde bir önceki seçimde 1. olan partiyi değiştirmiştir. 1950, 1954 ve 1957’de 1. parti yaptığı Demokrat Parti’nin yerine 1961’de CHP’yi taşırken, 1965’te Adalet Partisi’ni 1. parti yapan seçmen, 1973’te CHP’yi yeniden 1.’liğe taşımıştır. 1983’te 1. parti konumuna Anavatan Partisi yerleştirilirken, 1991’de bu kez Doğru Yol Partisi seçmenin tercihine mazhar olmuştur. Bu seçimden itibaren seçmenin her seçimde 1.partiyi değiştirmesi, seçmen refleksleri açısından dikkate değer bir bulgudur. Nitekim 1995’te Refah Partisi’ni, 1999’da Demokratik Sol Parti’yi, 2002’de ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ni 1. parti konumuna yükseltirken, ardından yapılan 6 seçimde de seçmen birincilik payesini aynı partiye vermiştir. Seçmenin AKP’ye olan desteğinin yoğunluğu bir seçimden diğerine değişip, partinin oyları bir önceki seçime göre bazen artış, bazen azalış gösterirken, son genel seçim olan 14 Mayıs’ta bu partiye ilk katıldığı 2002 seçiminden bugüne en düşük desteği (%35,6) vermiştir.

Yaklaşık üç çeyrek asırlık seçmen tercihleri, parti sadakatinin, kendisini bir partiyle özdeşleştirme duygusunun çok yoğun olmadığını; bireysel, kollektif, ekonomik, politik, toplumsal-kültürel, araçsal çeşitli etkenlere bağlı olarak seçmenin sandıkta tercihini değiştirdiği örneklerle doludur. Şu farkla ki AKP’yi iktidara taşıdığı 3 Kasım 2002 seçimlerinden 14 Mayıs 2023’e, yapılan 7 seçimde de 1.’liği bu partiye veren, AKP’yi iktidarda tutan bir seçmen tipi ve oy verme davranışı olan bir kitle mevcuttur. Diğer yandan, cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiği 10 Ağustos 2014 seçimlerinden 14-28 Mayıs 2023’e yapılan 4 cumhurbaşkanlığı seçiminin üçünde 1. turda, birinde de 2. turda AKP lideri Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtiğini belirtmek gerekir. Üstelik, Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçen seçmen, kendisini partisinden daha yüksek bir oranla desteklemiştir. Nitekim 2011 genel seçiminde AKP’ye % 49,8 destek veren seçmen Erdoğan’ı 2014’te % 51,8 ile, 2018’de AKP’ye % 42,8 destek verirken, liderini % 52,6 ile cumhurbaşkanı olarak seçmiştir. 14 Mayıs’ta AKP % 35,6’ya gerilemesine rağmen, Erdoğan’a gelen destek ilk turda % 49,5, ikinci turda % 52,2’dir. Her ne kadar Erdoğan son 2 seçimde ittifak oylarının desteğiyle seçilse, kendisine gelen destek Cumhur İttifakı partilerinden olsa da, partisinden bir miktar daha fazla, son tahlilde en az 2 seçmenden 1’inin desteğini alması nedeniyle, seçmenin oy verme davranışı açısından çarpıcı örüntü olduğunu belirtmek gerekir. Bu tablo, parlamenter sistemden Türkye tipi cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişle birlikte seçmenin milletvekili genel seçimine yönelik parti tercihleriyle, cumhurbaşkanı adaylarına yönelik desteğin bir miktar farklılaştığına işaret etmektedir.

Seçmenlerin parti tercihlerine ideolojik yelpazedeki parti konumlanmaları ve yelpazedeki ağırlıkları bağlamında bakıldığında, 20 seçimin sadece dördünde seçmenin yelpazenin solunda konumlanan partileri 1. parti yapması dikkate değerdir. 27 Mayıs Darbesi sonrası ilk seçim olan 15 Ekim 1961’de CHP % 36,7’lik, 12 Mart muhtırasının ardından 4 Ekim 1973’teki ilk seçimde % 33,3’lük oy oranıyla 1. partidir. 5 Haziran 1977’de CHP % 41,4, 18 Nisan 1999’da DSP % 22,2 ile merkez solda 1. partidir. Bir diğer husus; CHP’ye yönelen toplam seçmen desteğinin 1977’de % 41,4’e ulaşmasına rağmen, tek başına hükümet kuramaması ve seçmenin sol/sosyal demokrat/demokratik sol partilere verdiği desteğin bu seçim dışında yüzde 30’lar civarında seyretmesidir. Buradan hareketle, Türkiye’de seçmenin parti tercihinde bloklar arasındaki oy dağılımının yaklaşık olarak toplam sol oylar maksimum yüzde 30-35, toplam sağ oylar yüzde 60-65 şeklinde olduğuna ilişkin yaygın bir kanaat oluşmuştur.

Kırsal kesime yönelik ekonomik desteklerle, tek parti döneminin ekonomik zorluklarının aşılması, DP’nin özellikle kendisini destekleyen kesimlere sağlamış olduğu ekonomik avantajlar, klientalist ilişkilerin yansıması olarak da dikkat çekiciydi[4]. CHP’ye yönelen seçmen desteğinde dönemin merkezinin askeri ve sivil bürokrasi temsilcilerinin rolü de dikkate değerdir.

ÇOK PARTİLİ YAŞAMDA SOSYAL BÖLÜNMELER VE PARTİ TERCİHLERİNE YANSIMASI

Türkiye’de çok partili siyaset seçimlerin kazananları ve parti tercihlerinin adresi büyük ölçüde hâkim sosyal bölünmeler tarafından belirlenmiştir ve sözkonusu bölünmeler, ağırlıklı olarak merkez-çevre, sağ-sol, fonksiyonel bölünmeler olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında, yukarıda değinilen parti kimliği, ekonomik oy verme, stratejik oy kullanma eğilimleri de, partilerin sandıkta nasıl bir destek elde ettiklerini anlamamıza yardımcı olur. Tabii ki parti liderlerinin karizmatik nitelikleri, popülizm, siyasette duygular, klientalist ilişkiler, siyasal kayırmacılık gibi etkenler de gözardı edilemez. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelişi, merkez-çevre bölünmesinde çevrede yeralan köylü sınıfının yaptığı tercihin ürünü olarak değerlendirilse de, bu parti, kırsal kesimden önemli oy almakla birlikte tek başına burjuva sınıfının siyasal temsilcisi olmadığı gibi, köylü sınıfının da temsilcisi değildi. Nitekim DP şehirlerde kırsal alandan daha başarılı olduğu gibi, yapılan araştırmalarda CHP oylarıyla kırsal nüfus oranı arasında pozitif bir korelasyon vardı. Bu anlamda kırsal oylar neredeyse yarı yarıya bölünmüş, DP’nin ülke düzeyindeki yüzde 53’lük çoğunluğu, şehirlerdeki üstünlüğü sayesinde elde ettiği tahmin edilmektedir.

1950-1960 döneminde DP’nin şehirlerde ve sosyo-ekonomik açıdan daha gelişmiş bölgelerde, CHP’nin ise kırsal ve daha az gelişmiş bölgelerde, özellikle Doğu bölgelerinde ülke ortalamasının üzerinde oy alması dikkat çekicidir. Bunu, az gelişmiş bölgelerde daha güçlü olan patron-yanaşma (klientalist) ilişkilerinin ürettiği “mobilize katılma” olgusu ile açıklamak mümkündür. CHP, yerel eşrafın yönlendirdiği oylarla bu çevrelerde nisbi olarak gücünü korumayı başarmıştır Dolayısıyla, 1950’lerdeki parti karşıtlığını kırsal DP ile şehirsel CHP arasında bir çatışma olarak görmek mümkün değildir. İlgili olguyu, “taşralılaştırıcı seçimler” (provincializing elections) olarak değerlendirmek mümkündür.

Diğer yandan, bu yıllarda oy verme davranışının belirgin bir merkez-çevre ya da kır-kent bölünmesinden ziyade, CHP ve DP’ye yönelimin ardında birçok kırsal yerleşim biriminde gözlenen “iki rakip hizbe bölünme” (bifactionalism) olgusu olarak değerlendirilebilir. DP’yi rakibi CHP’den ayıran karakteristik ise, bu bölünmenin üzerinde hâkim olan “köycülük popülizmdir”. DP’ye yönelik seçmen desteğinde lideri Adnan Menderes’e karizmatik özellikler atfeden seçmen tutumu, DP’yi milli iradenin biricik temsilcisi olarak gören ve Guillermo O’Donnell’in “delegasyoncu demokrasi” modeline olan benzerliği de gözardı edilemez. Ayrıca, kırsal kesime yönelik ekonomik desteklerle, tek parti döneminin ekonomik zorluklarının aşılması, DP’nin özellikle kendisini destekleyen kesimlere sağlamış olduğu ekonomik avantajlar, klientalist ilişkilerin yansıması olarak da dikkat çekiciydi[5]. CHP’ye yönelen seçmen desteğinde dönemin merkezinin askeri ve sivil bürokrasi temsilcilerinin rolü de dikkate değerdir.

CHP bu değişime ayak uydurmak için 1965 seçiminde “Ortanın Solu” sloganını kullanmaya başlamış, inşa edilmeye başlanan ideolojik yenilenme, 1965, 1969 seçimlerinde özellikle Marmara ve Ege gibi en gelişmiş, Kuzey-Orta ve Karadeniz gibi orta derecede gelişmiş bölgelerde oylarının yükselmesiyle sonuçlanmıştır.

1960’lardan itibaren seçmenin oy verme davranışını açıklamak için, sosyal bölünmelerde yaşanmaya başlayan değişim önemlidir. Özellikle 1960’ların ikinci yarısından itibaren, 1965 seçimleriyle iktidara gelen Adalet Partisi’nin uyguladığı ekonomi politikaları, DP döneminde karayolu ağlarının genişletilmesi, tarımda makineleşmeyle birlikte köyden kente hızlanan göç kentlerin çehresini değiştirdiği gibi, sosyo-ekonomik yapıdaki değişim ile birlikte merkez-çevre bölünmesinden fonksiyonel bölünmeye doğru bir değişimi de tetiklemiş, CHP bu değişime ayak uydurmak için 1965 seçiminde “Ortanın Solu” sloganını kullanmaya başlamış, inşa edilmeye başlanan ideolojik yenilenme, 1965, 1969 seçimlerinde özellikle Marmara ve Ege gibi en gelişmiş, Kuzey-Orta ve Karadeniz gibi orta derecede gelişmiş bölgelerde oylarının yükselmesiyle sonuçlanmıştır.

Bunun anlamı, partideki ideolojik yeniden yapılanmanın seçmen tercihlerinde etki yapması ve “Ortanın Solu” yaklaşımının gelişmiş bölgelerin düşük gelirli sınıfları arasında destek kazanmaya başlamasıdır ki 1973 ve 1977 seçimlerinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde CHP’nin ideolojik kimliğini “Demokratik Sol” olarak tanımlamasıyla yerel eşraf CHP’den çözülmeye başlayarak, başta Adalet Partisi olmak üzere sağ partilere yönelmeye başlamıştır. Nitekim CHP aynı seçimlerde birinci parti olmayı başarmıştır. Bunda partinin yaşadığı ideolojik kimlik dönüşümünde, sınıfsal çelişkilerde emek yanlısı söylem geliştirmesi, politikalar önermesinin payı büyüktür.

Aynı dönemde “Milli Görüş” geleneğinin temsilcisi olarak Anadolu’daki küçük burjuvazinin temsilciliğini İslami hassasiyetlerle harmanlayarak temsil eden Milli Selamet Partisi, tepkici milliyetçi refleksleri temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi’ne seçmenin azımsanmayacak bir kesiminin yönelmeye başlaması, seçmenin oy verme davranışında merkez-çevre bölünmesinden fonksiyonel bölünmeye doğru bir yönelimin ve parti sisteminde seçmen saflaşmasının başlangıcı olarak dikkat çekici bir olguydu.[6] Bu dönemde sağ seçmenin hatırı sayılır bir kısmının “köycülük popülizmi”nin yeni versiyonu, temsilcisi karizmatik lider özellikleriyle Süleyman Demirel (Çoban Sülü) ve Adalet Partisi’yle kurmuş olduğu temsiliyet ilişkisinde merkez-çevre bölünmesinde çevrenin toplumsal kesimlerinin hassasiyetlerini popülist bir söylemle temsilinin yanında, sanayi burjuvazisinin talep ve çıkarlarının temsilciliğinin de payı vardı. Bu anlamda 60’ların ikinici yarısından itibaren AP’ye yönelen seçmen desteğinde çevrenin sosyo-kültürel değerlerini ılımlı biçimde temsil etmesi kadar, seçmenin iktisadi taleplerine popülist ekonomi politikalarıyla yanıt vermesiyle seçmenin ekonomik oy verme davranışıyla hareket etmesinin de payı vardır.

1990’lardan günümüze merkez-çevre bölünmesinin parti tercihine etkisi birbirlerini çapraz kesen bölünmelerle (cross-cutting cleavage) birlikte işlemiştir ki bu, kendisini özellikle Kürt seçmenlerin parti tercihlerinde de göstermiştir. 1980’li yıllarda dünyada yükselen post-modernizmin Türkiye’ye etkisi, terör eylemlerinin artışı, özellikle etnik Türk ve Kürt milliyetçiliğinin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

1980’LERDEN GÜNÜMÜZE OY VERME DAVRANIŞINI ŞEKİLLENDİREN DİNAMİKLER

12 Eylül askeri rejiminin uyguladığı politikalar, yaptığı anayasa ve yasal düzenlemelerle, 1980’lerden itibaren yaşanan sosyo-ekonomik değişim sosyal bölünmelerde değişime, bu da seçmenin oy verme davranışına ve parti tercihlerine yansımıştır. 12 Eylül’ün temellerini attığı, 6 Kasım 1983 seçimleriyle de iktidara gelen ANAP’ın güçlendirerek sürdürdüğü politikalar -ki bunlar ekonomik boyutuyla Türkiye’yi uluslararası kapitalist ekonomik sisteme entegre eden piyasa ekonomisi, siyasi boyutuyla milliyetçi-muhafazaâar değerleri harmanlayarak bir devlet politikası haline getiren Türk-İslam sentezi modelidir- temsil ettiği “dört siyasal eğilim”le (muhafazakâr, milliyetçi, sosyal demokrat, liberal) birleşerek geleneksel sosyal bölünmeleri aşan bir siyasi kimlikle herhangi bir sosyal bölünmeye oturmamıştır. Seçmenin 1991 seçimlerine kadar ANAP’a oy verip iktidara taşımasını, tek boyutlu bir sosyal bölünmeye dayalı bir parti tercihiyle açıklamak kolay değildir. Nitekim yapılan akademik çalışmalarda ANAP oylarının 1980 öncesi merkez çevre, sağ-sol ideolojik, sınıfsal bölünme boyutlarından hiçbiriyle güçlü bir korelasyon göstermediği tespit edilmiştir. Bu parti, merkez-çevre boyununun merkez ucuna, sol-sağ boyununun ise sağ ucuna orta derecede yakın konumlandırılıyordu.[7]

1983-1995 döneminin hâkim bölünme çizgisini Ergun Özbudun ağırlıklı olarak bir “sol-sağ bölünmesi” olarak tanımlamakla birlikte, seçmenin merkezin temsilcisi olarak gördüğü ve kısa sürede siyasal hayattan silinen Halkçı Parti ve Milliyetçi Demokrasi Partisi karşısında ANAP’a yönelmesinde pragmatik, oportünist ekonomik oy verme davranışının baskın olduğu söylenebilir. Bu yıllarda 1987 referandumuyla siyasi yasaklar kalkınca kurdurduğu partinin başına geçen Demirel’in partisi Doğru Yol Partisi ile ANAP, serbest piyasa ekonomisini siyasal kayırmacı ve klientalist ağlarla seçmene hizmet şeklinde vaad eder ya da sunarken, SHP, CHP ve DSP çizgisi sosyal demokrat/demokratik sol kimlikleriyle karma ekonomi savunuculuğuyla daha sosyal adaletçi, devletçi bir çizgiye oturarak 1989 yerel seçimlerinden itibaren seçmenden destek görmuüşlerdir. Bu dönemde yapılan seçimlerde seçmenin ANAP, DYP gibi merkez sağ partilere yönelmelerinde Turgut Özal’la Süleyman Demirel’in güçlü, karizmatik lider profillerin de payı ihmal edilemez ki bu dinamikler DYP’yi 1991 seçimlerinde seçmen desteğiyle birinci parti yapmıştır.

1994 yerel seçimleriyle birlikte merkez-çevre bölünmesinin seçmenin oy verme davranışı, parti tercihini şekillendirme anlamında yeniden etkili olmaya başladığını görüyoruz. Refah Partisi’nin önce 1994 yerel seçimlerinde başta Istanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlerde belediye başkanlıklarını kazanması, ardından 1995 genel seçimlerinde birinci parti olması, merkez sağ ve solun yaşadığı temsil ve meşruiyet krizi karşısında bu partinin taşra ve büyük kentlerin çeperlerinde ekonomik sorunlar yaşayan, yoksullaşan kitlelere, çevreye has kültürel, İslami hassasiyetlerle birlikte merkez-çevre bölünmesinde çevrenin temsilciliğne soyunması yükselişindeki dinamiklerdi. Elitlerinin ise, devlet elitleri içinden kopan bir grup olmayıp, çevrenin kendi içinden gelen akörler olması dikkat çekicidir[8]. Bu anlamda RP’ye yönelik seçmen desteği lideri Necmettin Erbakan’ın karizmatik kişiliğinin seferberliğinde, çevrenin dini hassasiyetleri, kültürel taleplerinin ekonomik beklentilerle harmanlanmasıyla bir oy verme davranışı örüntüsünden sözetmek mümkündür. Dolayısıyla RP’nin yükselişi, seçmenin parti tercihi bağlamında bir değişime karşılık gelirken, ağırlıklı olarak merkez-çevre bölünmesi, ekonomik oy verme, liderlik faktörünün de oy verme davranışında etkili olması, değişimle sürekliliğin içiçe olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir. RP-DYP koalisyon hükümetinin merkezin askeri elitlerinin Milli Güvenlik Kurulu bildirisi aracılığıyla 28 Şubat sonrasında sona erdirilmesi, ardından ulusalcı, karma ekonomi modeli benimseyen DSP’nin Özal sonrası Mesut Yılmaz’ın genel başkanlığında merkezin değerlerini içselleştiren ANAP ve DYP’den kopan Demokrat Türkiye Partisi ile koalisyon hükümeti kurması, PKK terör eylemlerinin artması, lideri Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesiyle birlikte yükselen Türk-Kürt milliyetçiliği, ulusalcı DSP ile uç milliyetçi MHP’ye seçmenin milliyetçi reflekslerle yönelmesi bu iki partiyi iktidara taşımalarına yol açmıştır.

DSP-MHP-ANAP koalisyonunun ekonomik sorunları çözememesi, RP içinde bir elit içi çatışmanın ürünü olarak doğan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara taşıdı. Bu yıllarda CHP, lideri Baykal’la birlikte merkezin klasik hassasiyetlerinin sözcüsü ve temsilcisi olarak, sosyal demokrat etiketine, laik/İslamcı değerler bölünmesi temelinde ayrışan ağırlıklı olarak kentli, seküler, eğitim düzeyi yüksek, ayrıca Alevi seçmenlerin desteğine rağmen 1999’da baraj altında kalmış, 2002’de ise salt laikliğin korunması, seküler yaşam tarzı gibi değer temelli, sağ-sol bölünmesine oturmayan seçmenin tek boyutlu tercihleriyle solun tek partisi olarak parlamentoya girmişse de, yüzde 20’lik destek dahi alamamıştır (%19,3).

CHP, 2010’da yaşanan lider değişimine kadar merkeze içkin değerlerin temsilcisi parti olarak sosyal demokrat kimlik iddiası ile sistemde konumlansa da, seçmenden beklenen destek gelmemiştir. Genel başkanlığa Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle birlikte, CHP’nin geleneksel devletçi, bürokratik vesayetçi çizgisinde kısmi ideolojik yeniden yapılanmalarla kırılmalar yaşanmış, parti “sosyal demokrat” kimliğe oturtulmaya çalışılmıştır. Fakat, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte sistemde cumurbaşkanının yürütmenin tek sahibi olarak etkin konuma yükselmesi, CHP’nin sosyal demokrat çizgiden, “her kesimin oylarını almaya aday”, “herkesi kucaklayan parti” (catch-all party) kimliğini tercih etmesi gibi bir stratejik yol ayrımına itmiştir. Partinin bu niteliği 2018 ve 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçim süreçlerinde netleşmiştir. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 50+1’e duyulan gereksinim Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nı inşası ve “helalleşme” çağrısının ardındaki temel nedenlerden biridir. Bu çabalara rağmen CHP seçmenden yüzde 25’in üzerinde destek bulamıyorsa, seçmenin parti tercihinde CHP’ye ilişkin iktidarın yıllar içinde hatırlattığı ve yeniden ürettiği tek parti yıllarının CHP algısının aşılamaması, özellikle 14 ve 28 Mayıs kampanya sürecinde muhalefetin HDP, hatta PKK ile yanyana getirilmeye dayalı gerçek-ötesi algı inşasının payı gözardı edilemez. CHP Baykal’la ulaştığı %20’lerin 4-5 puan üzerine çıksa da, 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta özellikle hedeflediği ılımlı muhafazakâr, demokrat sağ seçmenden oy alamadı. Bu seçmenin AKP ile temsiliyet ilişkisini değerlerin temsili, ekonomik temelli araçsal oy vermeyle kurduğu, liderlik etkisiyle Erdoğan ve AKP’yi destekledikleri söylenebilir.

2017 anayasa değişiklikleriyle geçilen yeni sistemde anayasal olarak yürütmenin tek başına cumhurbaşkanınında toplanması, meclisin yanında partileri de, özellikle muhalefette iseler, işlevsizleştirmiştir. Seçmen, parlamenter sisteme kıyasla liderlerin performansına bakarak yeni sistemde partilere yönelmekte, bu da partilerin sosyolojik tabanlarının en fazla yerleşik oldukları blok içinde yer değiştirmelerine yolaçmaktadır.

1990’lardan günümüze merkez-çevre bölünmesinin parti tercihine etkisi birbirlerini çapraz kesen bölünmelerle (cross-cutting cleavage) birlikte işlemiştir ki bu, kendisini özellikle Kürt seçmenlerin parti tercihlerinde de göstermiştir. 1980’li yıllarda dünyada yükselen post-modernizmin Türkiye’ye etkisi, terör eylemlerinin artışı, özellikle etnik Türk ve Kürt milliyetçiliğinin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Bir çevresel muhalefet hareketi ve siyasal parti örgütlenmesi olarak doğan çizgide HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP Anayasa Mahkemsi tarafından kapatılmış, bu çizginin son partisi HDP’nin kapatma davası ise halen sürmektedir. Parti, Yeşil Sol’la girdiği seçimin ardından ismini HEDEP şeklinde değiştirmiştir. Bu partilere yönelen seçmen etnik kültürel bölünme, sağ/sol bölünmesinde ağırlıklı olarak sol, seküler/muhafazakâr bölünmesinde her iki refleksle de oy kullanırken, bu çizginin son dönemdeki partilerinin parlamento dışında kalmaması için sol/sosyalist/sosyal demokrat kimi seçmenin de stratejik oy verme davranışı ile bu partileri destekledikleri yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. 14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti olarak girilen seçimde HDP %10’a ulaşmayan seçmen desteğiyle büyüme sınırında olduğu izlenimini vermektedir.

2000’li yıllarda Türkiye’de seçmenin ideolojik yelpazenin sağ ve solunda konumlanmış partilere desteği anlamında %35-65 şeklindeki oy dağılımının sürdüğü son genel seçimlerde görüldüğü gibi, cumhurbaşkanlığı seçiminde sağ ittifak adayı Erdoğan %50’nin üzerinde destek almıştır. Erdoğan’a olan destek muhafazakâr ve milliyetçi seçmenlerin nerdeyse blok olarak kendisini desteklediğini düşündürtmektedir. Bu desteğin ardında büyük ölçüde; Erdoğan’ın bu kitleyle kurduğu karizmatik liderliği, sistemin kaynaklarını maddi ve manevi anlamda yararlandırma, onları ödüllendirme temelli kurduğu ilişki, AKP seçmeninin lideriyle özdeşleşliği, aidiyet duygusu gibi etkenler yatmaktadır. Buna karşılık, partisinin önceki seçimlerde ulaştığı oy oranının neredeyse 7 puan gerisine düşmesi, seçmeninin ideolojik yelpazenin sol bloğundaki partilere değil de, aynı bloktaki MHP’ye yönelmesi, blok içi oy hareketliliği ile açıklanabilir. Katıldığı ilk seçimde iktidar olup, süreç içinde hâkim parti konumuna yerleşen AKP, izlediği politikalarla merkezle çevrenin sosyolojik anlamda ve aktörleri itibarıyla değişmesini, dönüşmesini sağlamıştır. Bugün parti hem ideolojik ve siyasal değerler hem de elit kompoziyonu itibarıyla dönüşen yeni merkezin temsilcisi iken, çevreden merkeze taşınann bir MHP’den de sözetmek mümkündür. Bu anlamda seçmenin her iki partiye desteğinin ardında merkezin yeni değerlerini temsil etmeleri, karizmatik liderleri, davaya olan sadakat ve tabanlarını iktidar olmanın avantajıyla sunduğu imkânlar gözardı edilemez. Seçmenin ekonomik, araçsal oy verme davranışıyla bu partilere yönelmelerinde temel motivasyon kaynakları bu anlamda önemlidir.

Doğuşu itibarıyla MHP’deki elit içi ayrışmanın ürünü olup, kendisini merkez sağda konumlandırmak isteyen İYİ Parti, son seçimlerde de görüldüğü gibi, ne AKP ne de MHP’nin sosyolojik tabanlarına sirayet edememekte, büyüyememekte, ancak 10 seçmenden 1’inin desteğini alabilmektedir. Seçmenin bu partiye yöneliminde herhangi bir kültürel, sınıfsal bölünmenin izleri yoktur. Büyük ölçüde AKP, Erdoğan ve MHP karşıtlığıyla, liderleri Meral Akşener’e atfedilen “Karizmatik Abla” algısıyla İYİ Parti’ye yönelen bir seçmen kitlesi öne çıkıyor. Partinin sınıfsal, kültürel önceliklere dayanmayan “renksiz kimliği” seçmen nezdinde partinin merkez sağda güçlenip, seçmen desteğini arttırmasının önündeki temel engellerden biridir.

2017 anayasa değişiklikleriyle geçilen yeni sistemde anayasal olarak yürütmenin tek başına cumhurbaşkanınında toplanması, meclisin yanında partileri de, özellikle muhalefette iseler, işlevsizleştirmiştir. Seçmen, parlamenter sisteme kıyasla liderlerin performansına bakarak yeni sistemde partilere yönelmekte, bu da partilerin sosyolojik tabanlarının en fazla yerleşik oldukları blok içinde yer değiştirmelerine yolaçmaktadır.

GENEL VE YEREL SEÇİMLERDE SEÇMEN EĞİLİMLERİ FARKLILAŞIYOR MU?

Türkiye’de genel ve yerel seçimler örneğinde seçmenlerin seçimlere katılım düzeyleriyle parti tercihleri 1961 sonrası için karşılaştırmalı olarak ele alındığında, özellikle genel ve yerel seçimlerin birinci sırada yer alanı partileri örneğinde çarpıcı hususlar mevcut. Dönemlere ayırarak bakıldığında, 1961-1980 döneminde seçimlere katılım en düşük %64,3 ile 1969, en yüksek %81,4 ile 1961 genel seçiminde gerçekleşmiştir. Genel seçimlere katılım ortalaması (%71,2) yerel seçimler il genel meclisi seçimleri örneğinde (%66,7) kıyasla daha yüksektir. Bu dönemdeki 5 genel seçimin 3’ünde CHP, 2’sinde AP 1. parti olmuştur. 4 yerel seçimin ise 2’sinde AP, 2’sinde CHP 1. partidir.

1961-1980 Dönemi

Parti/Seçim 15 Ekim 1961 Genel 17 Kasım 1963 Yerel 10 Ekim 1965 Genel 2 Haziran 1968 Yerel 12 Ekim 1969 Genel 14 Ekim 1973 Genel 9 Aralık 1973 Yerel 5 Haziran 1977 Genel 11 Aralık 1977 Yerel
Katılım (%) 81,4 77,6 71,3 65,7 64,3 66,8 61,7 72,4 61,9
Genel Seçim 1. Parti CHP

(36,7)

AP

(52,9)

AP

(46,6)

CHP

(33,3)

 

 

CHP

(41,4)

Yerel Seçim 1. Parti AP

(45,5)

AP

(49,0)

CHP

(37,1)

CHP

(41,7)

1961-1980 Dönemi

1965 genel seçiminin ardından yapılan 1968 yerel seçiminde AP arka arkaya ikinci defa 1. parti çıkarken, CHP için aynı eğilim 1973 ve 1977 genel ve yerel seçimlerinde gerçekleşmiştir. AP genel seçimden sonra yapılan yerel seçimde oy kaybına uğrayarak 1. parti konumunu sürdürürken, CHP genel seçimlerin ardından oylarını arttırarak yerel seçimde 1. parti konumunu elde etmiştir. 1968 yerel seçimlerinde 1. parti olan AP, 1969 genel seçiminde de 1. parti olmasına rağmen, oylarında 2,4 puan gerileme yaşanmıştır.

1983-2002 Dönemi

Parti/Seçim 6   Kasım 1983 Genel 25 Mart 1984 Yerel 29 Kasım 1987 Genel 26 Mart 1989 Yerel 20 Ekim 1991 Genel 27 Mart 1994 Yerel 24 Aralık 1995 Genel 18 Nisan 1999 Genel 18 Nisan 1999 Yerel
Katılım (%) 92,3 91,1 93,3 81,5 83,9 92,2 85,2 87,1 86,9
Genel Seçim 1. Parti ANAP

(45,1)

ANAP

(36,3)

DYP

(27,0)

 

 

RP

(21,4)

DSP

(22,2)

Yerel Seçim 1. Parti ANAP

(41,5)

SHP

(28,7)

DYP

(21,4)

DSP

(18,7)

1983-2002 döneminde yapılan 5 genel, 4 yerel seçimde katılım en yüksek 1987 genel (%93,3), en düşük ise 1989 yerel seçiminde (%81,5) seyretmiştir. Genel seçimlere katılım ortalaması %88,4 iken, yerel seçimlere katılım %87,9’dur. RP’nin İstanbul, Ankara, Konya gibi büyük kentlerde 1. parti olduğu seçimde katılımın %92,2 şeklinde yüksek olmasının etkisi muhtemelen önemlidir. Aynı dönemin 5 genel seçiminde farklı partilerin (sırasıyla ANAP-ANAP-DYP-RP-DSP) genel seçimlerde 1. parti olmaları, seçmen tercihlerinde artan oynaklığın etkisine bağlanabilir. Benzer oynaklık yerel seçimler için de geçerlidir. Nitekim sırasıyla birinci olan partiler ANAP-SHP-DYP-DSP’dir. 1987 seçiminin ardından gidilen 1989 yerel seçimi hariç (ANAP-SHP), genel seçimde 1. parti olanlar yerelde de 1. partidir. 1983 ve 1984 ANAP, 1991 ve 1994 DYP, 1999’da DSP aynı başarıyı göstermiş partidir. Dikkati çeken bir diğer husus ise, genel seçimin ardından yerel seçimlerde 1. parti konumunu sürdüren partilerin yerel seçimlerde ülke genelinde 3-4 puan oy kaybına uğramalarıdır.

2002-2019 döneminde yapılan 6 genel, 4 yerel seçimde katılım en yüksek 2004 yerel (%91,1), en düşük 2002 genel seçiminde (%79,1) geçekleşmiştir. Genel seçimlere katılım (%85,4) yerel seçimlere göre (%87,3) 2 paun daha düşük seyretmiştir. Fakat son yerel seçim, öncekilerle karşılaştırıldığında, 4 puan daha düşük düzeydedir.

2002-2019 Dönemi*

Parti/Seçim 3 Kasım 2002 Genel 28 Mart 2004 Yerel 22 Temmuz 2007 Genel 29 Mart 2009 Yerel 12 Haziran 2011 Genel 30 Mart 2014 Yerel 7 Haziran 2015 Genel 1 Kasım 2015 Genel 24 Haziran 2018 Genel 31 Mart 2019 Yerel
Katılım (%) 79,1 91,1 84,2 85,2 87,2 88,6 86,4 87,4 88,2 84,3
Genel Seçim 1. Parti AKP

(34,3)

AKP

(46,6)

AKP

(49,8)

 

 

AKP

(40,6)

AKP

(49,3)

AKP

(42,3)

Yerel Seçim 1. Parti AKP

(41,5)

AKP

(38,4)

AKP

(42,8)

AKP

(42,6)

*Partilerin yerel seçim oyları 1963-2009 İl Genel Meclis üyeliği, 2014 ve 2019 seçimlerinde Belediye Meclis Üyeliği sonuçları ülke ortalamalarıdır.

AKP bu dönemde yapılan tüm genel ve yerel seçimlerde 1. parti olmakla birlikte, son yerel seçimde Millet İttifakı bileşeni partilerinin toplam oy gücüyle, İstanbul, Ankara ve diğer büyükşehirlerdeki belediye başkan adaylarının nitelikleri ve HDP seçmenlerinin desteğiyle bu 2 şehir başta olmak üzere, 11 büyükşehirde belediye başkanlıklarını Millet İttifakı adayları karşısında kaybetmiştir. AKP’nin 2007-2009, 2011-2014 genel seçimlerinden yerel seçimlere ülke ortalaması düşerken, 2018 genel seçiminden 2019 yerel seçimine, büyükşehir belediye başkanlıklarını kaybetmesine rağmen, ülke oy ortalamasını 0,3 puan arttırmıştır. Tabloda yer almamakla birlikte, AKP’nin 31 Mart 2019’da 30 büyükşehir oy ortalaması %44,2, CHP’nin ise %29,1’dir. Ülke geneli belediye meclis üyeliği ortalaması ise AKP’nin %42,6, CHP’nin %29,4’tür. 30 Mart 2014’te AKP’nin oy ortalaması büyükşehirlerde %45,5 iken, CHP’nin %31’dir. AKP’nin bu yüksek oy artalaması, 11 büyükşehir dışında diğer büyükşehirlerdeki güçlü seçmen tabanınından kaynaklanmaktadır.

31 MART YEREL SEÇİMİNDE SEÇMEN İSTİKAMETİNDEN SAPAR MI?

14 ve 28 Mayıs’ta sandığa yansıyan tercihler, seçmen tercihlerinde ekonomik krize rağmen dikkate değer bir değişimin gerçekleşmeyeceğini göstermiştir. Bunda, başta Millet İttifakı’nın stratejik hataları kadar, iktidar bloğunun seçimlere yönelik uyguladığı stratejilerin seçmende karşılık bulmasının payı gözardı edilemez. Seçimlerin ardından dağılan Millet İttifakı karşısında, birliğini bozmayan Cumhur İttifakı’nın kurumsal bütünlük görüntüsü 31 Mart Yerel Seçimleri’ne avantajlı girmesine yol açacak gibi görünüyor. Yerel seçime kadar olan süreçte muhalefetin bugün olduğu gibi iş birliği kapılarına açmaması, hatta tamamen kapatması, son seçimlerdekine benzer biçimde seçmenin istikamatinden saptamaması gibi bir sonuç ortaya çıkarabilir ki bunun anlamı; 2019’da kazanılan özellikle büyükşehir belediye başkanlıklarının çoğunu muhalefetin kaybetmesiyle sonuçlanmasıdır. Seçimlerin ardından CHP’da yaşanan değişim tartışmaları ve önümüzdeki günlerde yapılacak Kurultay’dan partinin yönetsel yapısına ilşkin çıkacak tablo da, sürecin nereye doğru evrilebileceği, dolayısıyla özellikle anamuhalefete oy vermiş seçmenin istikametinden sapıp sapmayacağı, sapma yaşanırsa, bunun yönünün ne olacağını bugünden kestirmek zordur.

Cumhuriyet’in 100 yıllık birikiminde özellikle seçmenlerin genel seçimlere ilişkin parti, yerel seçimlere yönelik aday tercihleri dikkate alındığında seçmenin, yüksek düzeyde bir politik bilinçle, adeta politik terazide parti ve adayları tartarak tercihte bulunduğunu bize gösteriyor. Bunu yaparken de partilerle kurduğu aidiyet ilişkisi bağlamında seçmenin; aralarında oluşan özdeşlik ilişkisinden klientalist bağlara, duygusal refleksli tercihlerden liderlerle kurdukları duygusal bağa, rasyonel karar vermekten stratejik tercih hamlelerinde bulunmaya kadar uzanan bir şekilde davranmasına yol açmaktadır. Yerel seçimlere giden süreçte partilerin seçim sürecinde aday tercihlerinden yerel politika önermelerine kadar uzanan tüm dinamikleri nasıl kurgulayıp yönetecekleri seçmenlerin istikametlerinin biçimlenmesinde etkili olacak görünüyor.

 

[1] Seymour M. Lipset, Stein Rokkan; “Cleavage Structures, Party Systems and Voret Alignments: An Introduction”, (der.) Lipset, Rokkan, Party Systems and Voter Alignments, The Free Press, New York, 1967, s. 8-9.

[2] Modeller şu çalışmadan derlenmiştir: Bkz. Betül Aydoğan Ünal;” Oy Verme davranış Modelleri”, Ordu Üniversitesi Ssoyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. C: 26, Sayı: 15.

[3] Emre Erdoğan ve Şeyda Tuluk’la söyleşi. https://penceremden.com/2023/04/siyaset-psikolojisi-ve-secmen-davranisi/

[4] Ergun Özbudun; Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 31-32.

[5] Ergun Özbudun; Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 31-32.

[6] A.g.e., s. 38-39.

[7] Üstün Ergüder, Richard I. Hofferbert; “The 1983 General Elections in Turkey: Continuity or Change in Voting Patterns”, (der.) Heper, Evin, State, Democracy and the Military, s. 97,102.

[8] Özbudun, a.g.e., s.44-47.

 

Tanju Tosun, Prof. Dr., Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi


Sitemizin açılışında ilk dosya konusunu “100. Yılında Cumhuriyet” olarak belirledik.
Bu yazı 100. Yılında Cumhuriyet Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir