Kampanya sürecinde “Yönetilen Demokrasi” emareleri

Kampanya sürecinde “Yönetilen Demokrasi” emareleri

“Yönetilen demokrasi” kavramı, otokratik bir hükümetin “demokratik meşruiyete” sahip olduğu algısını sürdürdüğü sistemleri tanımlamak için kullanılıyor. Bu tür melez rejimlerde muhalefetin, demokrasi dekorunda figüran olmak dışında bir işlevi yok. Yerel seçimlere giden süreçte de, Türkiye’nin “yönetilen demokrasi”ye dönüştürülmeye çalışıldığını gösteren, “muhalefeti” şekillendirme odaklı üç önemli vaka söz konusuydu.

“Yönetilen demokrasi” (Managed Democracy) veya “güdümlü demokrasi” kavramı, otokratik bir hükümetin “demokratik meşruiyete” sahip olduğu algısını sürdürdüğü sistemleri tanımlamak için kullanılıyor. Bu tür melez rejimler seçimlerle meşrulaştırılıyor ancak muhalefetin, demokrasi dekorunda figüran olmak dışında bir işlevi yok. Ve iktidar, sadece ülkeyi ve devleti değil; muhalefeti de yönetiyor. Muhalefetin ne yapacağı, nerede durup nerede hareket serbestisi olduğunu da, yine iktidar sahibi belirliyor. 

Muhalefetin adayı kim olacak; bunu da, iktidar belirliyor. Kazanacak adaylar, hemen siyaset dışına itiliyorlar. Adaylıkları engelleniyor veya kendilerine sürgün ya da hapis yolu gözüküyor.

Sadece muhalefet değil; demokrasinin hangi unsurunun ne kadar serbest olduğunu da yine iktidar belirliyor. Hak ve özgürlüklerin, hukuk devleti olmanın sınırları da, hep iktidar tarafından çiziliyor: sınır ihlâlleri de sert biçimde cezalandırılıyor.

Rusya, Ukrayna Savaşı sonrası otokrasinin daha uç noktalarına savrulmadan önce “yönetilen demokrasi” tanımına uyuyordu. Türkiye de, böyle bir sistemin kenarında geziniyor. 31 Mart yerel seçimleri de, Türkiye’de iktidarın gücünün konsolidasyonun ispatı ve ülkenin, “yönetilen demokrasi”ye dönüştürülmesi eşiğinde kritik bir sınav.

TÜRKİYE, ‘YÖNETİLEN DEMOKRASİ’NİN KENARINDA GEZİYOR

Rusya, Ukrayna Savaşı sonrası otokrasinin daha uç noktalarına savrulmadan önce “yönetilen demokrasi” tanımına uyuyordu. Türkiye de, böyle bir sistemin kenarında geziniyor. 

31 Mart yerel seçimleri de, Türkiye’de iktidarın gücünün konsolidasyonun ispatı ve ülkenin, “yönetilen demokrasi”ye dönüştürülmesi eşiğinde kritik bir sınav.

Yerel seçimlere giden süreçte de, Türkiye’nin “yönetilen demokrasi”ye dönüştürülmeye çalışıldığını gösteren, “muhalefeti” şekillendirme odaklı üç önemli vaka söz konusuydu.

Birinci ve en başarılı vaka, DEM Parti ve seçmeninin dizayn edilmesi için gerçekleşen arka perde “diplomasi” ve ön planda medya/sosyal medya çalışmasıydı. “Hiçbir şey olmadıysa bile bir şey oldu” ve son derece alakasız iki konu, İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri ile “Çözüm Süreci” birbirine bağlandı. Bağlanmakla da kalmadı; birbirine düğümlendi(rildi).

İkinci vaka; ki, bunun üzerine derinlemesine yazmak dahi istemiyorum. İYİ Parti, birden “KÖTÜCÜL Parti” oluverdi. Mayıs seçimleri sonrası, İYİ Parti’nin ilerici ve merkez hemen tüm isimleri silkenlendi, partiden uzaklaşmak zorunda kaldı. Geriye, etrafa tıslamak ve eski Türk filmlerindeki kara kalpli, komplocu karakterler gibi kötü kahkahalar patlatan bir garip, kötücül popülist parti kaldı. Sanki İYİ Parti “hacklendi” ve virüs yazılımı ile, Dr. Jekyll’den Mr. Hyde’a kalıcı biçimde dönüştüler. Yerel seçimlerde, birkaç başarılı adaylarının kendi kişisel çaba ve öz kaynaklarıyla kazanacakları olabilir ama sadece o kadar. The Economist’in bile yerel seçimler üzerine makalesinde dediği gibi, “İYİ Parti ile ilgili iyi bir şey” kalmadı. 

Üçüncü vaka ise, üzerine ayrıca yazacağım Yeniden Refah konusu. Yeniden Refah’ın, ekonomik kriz konjonktürünü de çok başarılı biçimde kullanıp, “dip dalga” üzerine sörf yapar hale gelmesi, geç anlaşıldı; önü alınamadı. Zira, “Yeniden Refah sorusu”, çalışılmayan yerden gelmişti.

Yerel seçimlere doğru şekillenen bu üç vaka, iktidarın gücünü konsolide ettiği anda sistemin nasıl bir “güdümlü demokrasi”ye evrilmesini sağlayacağının işaretleri olarak da okunabilir.

İBB seçimleri neden “Çözüm Süreci”ne bağlandı?

Yerel seçimlerde, adı üzerinde, yerel yöneticileri seçecektik. Konu ne zaman ve neden “Çözüm Süreci” tartışmasına bağlandı? Öyle gözüküyor ki, Leyla Zana’nın 8 yıllık suskunluk döneminden sonra, birden Türkiye siyasetini etkileyecek boyutta açıklamalar yapması tesadüf değildi.

ZANA’NIN 8 YIL SONRA AÇIKLAMALAR YAPMASI TESADÜF DEĞİL

Yerel seçimlerde, adı üzerinde, yerel yöneticileri seçecektik. Konu ne zaman ve neden “Çözüm Süreci” tartışmasına bağlandı?

Öyle gözüküyor ki, Leyla Zana’nın 8 yıllık suskunluk döneminden sonra, birden Türkiye siyasetini etkileyecek boyutta açıklamalar yapması tesadüf değildi. Zana, rastgele açıklamalar da yapmadı: özellikle, “çözüm sürecini” gündeme getirdi.

Ve Zana’nın, 21 Ocak’ta verdiği bu röportajdan beri de, sanki sazlıkları dalgalandıran fısıltılar gibi aynı tema üzerine farklı sözler gelip dönüp, nedense sadece ve sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sonuçlarına bağlandı.

Öyle gözüküyor ki, dört dörtlük bir algı manipülasyonu yaşandı. “Birileri”, öyle bir bağlantılarla ve öyle bir iletişim süreci tetikledi ki, arka perdede “tam bir fısıltı gazetesi” yürüdü. Var olmayan “somut gerçekliklere” rağmen, sanal/hayal bir tahayyül üzerinden DEM Parti ve seçmeni dizayn ve tanzim edilmeye çalışıldı.

DEM Parti siyasi stratejileri de, seçmeninin oy verme davranışı da, tamamen de olmasa, hatırı sayılır ölçekte örgütlendi. 

Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasındaki şu cümlelere dönelim: “Terörün her çeşidine mesafe koyan herkesle oturur konuşuruz.” Anlaşılan “Yeni Çözüm Süreci”, Tanzim ve dizayn edilmiş DEM ve seçmeni, yerel seçimlerde Batman’da olduğu gibi “güçlendirilen” ve “merkezleştirilmeye çalışılan” Hüda Par ve algı ayarlarıyla yoğun biçimde oynanan Kürtler, Türkler ve herkes…

ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR KONUŞMASI VE ‘YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ’

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasındaki şu cümlelere dönelim:

“Siyaset, millete hizmet etmek, ülkenin sorunlarına diyalog yoluyla çözüm bulmak için yapılır. Biz zihni, vicdanı, özgür, ahlakı kamil herkesle oturur konuşuruz. Emperyalistlere kuklalık etmeyen herkesle oturur konuşuruz. Terörün her çeşidine mesafe koyan herkesle oturur konuşuruz. Milletimizin birliğine, vatanımızın bütünlüğüne, devletimizin bekasına saygı duyan herkesle oturur konuşuruz. Ülkenin kazanımlarıyla gururlanacak, kayıplarıyla üzülecek herkesle oturup konuşuruz. Türkiye Yüzyılı’nda bizimle yol yürümek isteyen herkesle oturup konuşuruz.”

Ama herkes”kim”, onun da sınırları çiziliyor: “Türkiye Yüzyılı’nda bizimle beraber yürümek isteyenler”. Yani, “muhalefet” olarak tanımlayamayacağımız hale dönüşmüş, “kanatsız kuş” misali tabela partisine evrilmiş yapılar.

Devam edelim; kim bu yol yürünecekler?

“Kapımız teröristlere de terör örgütünün güdümünde siyasetçilik oynayanlara kapalıdır. Listelerini terör örgütünün belirlediği parti, parti olmaz. Bunları belirleyecek olan emekleriyle oylarıyla yaşatan tabanıdır seçmenidir.

İnsanımızın sorunları çözme, yaralarını sarma çabalarını göstermeyenden kimseye hayır gelmez. Kürt kardeşlerimizi bu çarpık siyasetin mezesi haline getirmek için sahneledikleri oyunu ibretle takip ediyoruz. Attığımız her demokratik adımı engelleyen CHP’yi utanmadan Kürt kardeşlerimize pazarlıyorlar. CHP’yi allayıp pullayıp size dayatıyorlar. Bunların hangi görüşün temsilcisi olduğunu anlatmaya, bavulların görüntüsü yeterlidir.

İstanbul’da ne kadar marjinal ideoloji mensubu varsa getirip Kürt kardeşlerimin başına patron yapanlarla artık gidilecek bir yol kalmadığına inanıyoruz.”

Diyarbakır’daki bu konuşmada, “Tek parti faşisti CHP” ile temas eden, “sol partilerle ittifak bir dayanışma içinde” olan bir DEM istenmediği ifade edilmiş oluyor. 

Anlaşılan “Yeni Çözüm Süreci”, Tanzim ve dizayn edilmiş DEM ve seçmeni, yerel seçimlerde Batman’da olduğu gibi “güçlendirilen” ve “merkezleştirilmeye çalışılan” Hüda Par ve algı ayarlarıyla yoğun biçimde oynanan Kürtler, Türkler ve herkes…

 

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir