Birincilik “beyazın” olmasın

Birincilik “beyazın” olmasın

Maalesef, ilk görüşme ertesi açıklamayı yapan Erdoğan oldu ve siyaseten sürecin iplerinin eline aldı. CHP ise, sadece kamuoyuna verdiği şeffaflık sözünü tutamamış oldu. Bu görüşmeler, tarafların birbirini kullandığı görüşmeler. Kullanıldığını bilmek de, kullanılmaya engel olmuyor maalesef. Birinciliği beyaza vermesinler…

“Tüm renkler aynı hızla kirleniyordu; birinciliği beyaza verdiler”.

31 Mart yerel seçimlerde tarihi bir başarı elde ettikten sonra CHP, gerçekten de Türkiye siyasetinde yenilenmenin önünü açacak muazzam bir fırsata kavuştu. Türkiye’nin “tek adam sistemi” ve kötü yönetim nedeniyle içine yuvarlandığı ekonomik kriz, hukuk devleti krizi gibi “çoklu krizlerden” çıkışın yolunu açacak parti CHP olacak gibi gözüküyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti ve kendisi için nasıl bir “çıkış rotası” çizeceği merak ediliyordu. İronik biçimde, CHP Genel Başkanı ile 8 yıl sonra görüşmesi, rotayı gözler önüne serdi.

Erdoğan’ın rotası:

-Kendi partisi ve tabanını kendinin muktedirliğine, “siyasetin en mahiri” olduğuna yeniden inandırmak, “yenilemezlik pelerini” algısına bürünmek.

-CHP’yi ve siyasette “yumuşama” algısını, Monopoly oyunundaki “çıkış kartı” olarak kullanıp; sıkıştığı köşeden çıkmak.

-Ekrem İmamoğlu ile CHP bağını hızla keserek, İmamoğlu’nun ayağının altından parti düzlemini çekmek.

-Mansur Yavaş’ı da benzer biçimde, CHP’den uzak, milliyetçi partiler cephesindeki “merkez sağ” tartışmasına itmek.

-CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş arasında “liderlik ve Cumhurbaşkanlığı yarışı” izlenimini doğurarak, bu aktörlerin mümkün olduğunca yıpranmasını sağlamak.

-CHP’nin, Erdoğan ile diyalog yoluyla elde ettiği bazı “ödünlerin” efsununa kapılıp; krizleri kökten çözmek değil, “ağrı kesici” niyetine bazı yumuşama adımlarının peşinde vakit kaybedip, politika üretmek, muhalefet etmek, parti içi reformları gerçekleştirmekten alıkoymak.

-DEM ile yürütülebilecek müzakereleri, CHP üzerinden gerçekleştirip; Kürt Meselesi’nde MHP’yi “kötü polis” ve CHP’yi “iyi polis” olarak kullanmak.

Kendisi için optimum piyasa koşullarına erişince “altınlarını bozdurmak”, “yumuşama” anlamına gelmiyor. Bu nedenle, CHP’nin de; siyasette dışarı yansımasa da, keskin kutuplaşmanın arka planında zaten var olan “siyasi ricacılık” mekanizmasını yürütme görevini üstlenmesi bir anlam ifade etmiyor Türkiye’nin geleceği için…

“YUMUŞAMA” İMKÂNSIZ MI?

Elbette, Gezi tutukluluklarının, Osman Kavala gibi siyasi tutuklularının serbest kalması, müthiş bir haksızlık ve hukuksuzluk ile karşı karşıya bırakılan insanlar ve yakınları için adaletin bir nebze olsun yerini bulabilmesi büyük bir kazanım olur.

Fakat, bu tutuklulukların noktalanmasını, Türkiye’nin hukuk devleti olmaya doğru ilerlemesi olarak yorumlamak büyük bir hata olur: Onların en başta siyasi nedenlerle tutuklanmasını sağlayan iktidar; kendilerine “bozdurulacak yastık altı altınlar” gözüyle bakıyor.

Kendisi için optimum piyasa koşullarına erişince “altınlarını bozdurmak”, “yumuşama” anlamına gelmiyor.

Bu nedenle, CHP’nin de; siyasette dışarı yansımasa da, keskin kutuplaşmanın arka planında zaten var olan “siyasi ricacılık” mekanizmasını yürütme görevini üstlenmesi bir anlam ifade etmiyor Türkiye’nin geleceği için…

Dahası, bu gibi bir “Cumhurbaşkanı’na ricacılık” görevinin içine gömülmek CHP için şu sonuçları doğurur:

CHP’nin asıl güncel meselesi olan şu hedeflere odaklanmaktan alıkoyar:

-Yerel yönetimlerde tüm tuzakları savuşturup olağanüstü başarı göstermek,

-Parti içi reformları sağlayıp geleceğin siyasi başarısına yatırım yapma,

-Parti örgütlerini ayağa kaldırıp Türkiye genelinde tabana yayılma ve ülkeyi arkasından sürükleyecek politikaları oluşturmanın garantisi olacak kurumsallaşma.

“Yumuşama” fikren gayet güzel; ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yumuşama adımlarından herhangi birini kendi başına atması için ne gibi bir CHP desteğine ihtiyacına var?

Tek bir, “yumuşama” adımı için CHP’nin rızasına mı ihtiyacı var?

Yapacaklarının tümünü CHP’siz de yapabilir; o zaman, CHP’nin bu “oyunun” her anında “ben ne için kullanılıyorum” diye sorması gerek. Ve atılacak her bir adımda, AK Parti’nin “toksitesinin” ne kadarını üstlerine aldığını sorgulamak zorunda CHP…

AK Parti yönetiminde olup da el değiştiren belediyelerdeki afallatacı müsrifliği konuşmayı bırakıp da, gizemli “boş koltukları” konuşmaya başlıyorsak; burada yanlış bir şeyler var demektir.

Mesele Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti ile görüşmek değil; görüşmelere yönelik CHP’nin stratejisi ve iletişimi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özel ile 31 Mart seçimlerinde iki kez aynı kareye girdi: 23 Nisan’daki resepsiyonda TBMM’de ve AK Parti Genel Merkezi’nde.

İlkinde, Hüdapar’ın hemen bir koltuk yanında, eşitiymiş gibi temsil edildi CHP.

İkincisindeyse, “boş koltuğun” gölgesi altında bırakılarak.

Eminim, ikisinin de “çok masum”, çok tesadüfi sebepleri vardır; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hiçbir kasti, arka plan düşüncesi yoktur.

Peki; neden şu stratejiyi benimsemiyor CHP: Şeffaflık ve netlik.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, “Cumhurbaşkanı Erdoğan” ve “AKP Parti lideri Erdoğan” ile görüşürken, hedeflerinin ve amaçlarının ne olduğunu açıkça kamuoyuyla arasına aracı sokmadan paylaşması, açıklaması. Görüşmelerden sonra da, eğer ortak açıklama yapılması mümkün olmuyorsa; gene Özel’in doğrudan kamuoyunu muhatap alarak, görüşmede ne konuşulduğunu, ne amaçla girip neyle çıktığını kendisinin duyurması…

Maalesef, ilk görüşme ertesi açıklamayı yapan Erdoğan oldu ve siyaseten sürecin iplerinin eline aldı. CHP ise, sadece kamuoyuna verdiği şeffaflık sözünü tutamamış oldu.

Bu görüşmeler, tarafların birbirini kullandığı görüşmeler. Kullanıldığını bilmek de, kullanılmaya engel olmuyor maalesef.

Birinciliği beyaza vermesinler…

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir