Semboller, koltuk ve Özel’e düşen sorumluluk

Semboller, koltuk ve Özel’e düşen sorumluluk

Ancak, Özel’in önünde daha önemli bir sınav var: Şeffaflık sözünü tutmak. Söz verdiği gibi, bizzat kendisinin çıkıp Erdoğan ile görüşmesinde olup biten, konuşulanlarını kamuoyuna anlatması. Ve tüm görüşmelerinde de,  bu şeffaf tutumunu sürdürmesi.

“Normal” şartlar altında, bir ülkenin iktidardaki partisi ve iktidar adayı partisinin liderlerinin görüşmesi, “olağanüstü” bir durum değildir.

“Normal” şartlar altında, bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın son  seçimlerde en çok oyu almış partisi veya ana muhalefet konumundaki siyasi hareketi ile görüşmesi, rutin bir durumdur.

Neredeyse 9  yıla yayılan bir aradan sonra gerçekleşmez böyle görüşmeler…

Çünkü, “normal şartlar” altında ülke yönetiminde, iktidar ile muhalefet arasında bu kadar sert kutuplaşma ortamı oluşmaz, oluşturulmaz.

Fakat, 1 Mayıs’ta İstanbul’da kutlamalara engel olmak için adeta “sıkıyönetim” provası yaşanmasında şahit olduğumuz gibi “normalden” çok uzak durumda Türkiye.

Olması gereken olunca dahi hiçbir şey “normal” değil.

Erdoğan-Özel görüşmesinin okumalarında, semboller ve görüntüsel ayrıntılar fazlasıyla zamanımızı alıyor.

Bu da, bizim değil; sistemin ve Türkiye’nin içine düşürüldüğü tuhaflıklardan kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemi o kadar opak ve şeffaflıktan uzak ki; “semboller” üzerinden okumalar yapmaya çalışıyoruz. Zaten de, Cumhurbaşkanlığı önceliği “algı yönetimi” olduğu için de, “semboller” üzerinden mesajlar vermeyi de seviyor ve tercih ediyorlar.

Neden özellikle Cumhur İttifakı’na yönelik “vücut dili”, “protokol uygulamaları” gibi sembolizmler üzerinden yorum yapıyoruz da; ana muhalefete yönelik böylesi analizlere gerek duymuyoruz?

Sistemin “kriptik” yapısı da, Soğuk Savaş döneminde “Kremlinoloji” olarak adlandırılan, Politbüro liderlerine yönelik “sembol” ve “görüntü” okumaları gibi bir analiz türüne sevkediyor bizleri.

KREMLİNOLOJİ TİPİ OKUMALARA MECBURİYET

Yanıt, Cumhurbaşkanlığı ile özdeşleşen “opaklıkta” gizli: devletin kamuya açık veri ve bilgileri paylaşımından, izlenen politikalara hiçbir konuda şeffaf ve açık davranılmamasında yani… TÜİK verilerine bile güvenilememesi, milletvekillerinin verdikleri soru önergelerinin savsaklanması; “hissedilen enflasyon” gibi kavramların ortaya çıkışı bile şeffaflıktan uzak Cumhurbaşkanlığı sistemi yapısından kaynaklanıyor.

Sistemin “kriptik” yapısı da, Soğuk Savaş döneminde “Kremlinoloji” olarak adlandırılan, Politbüro liderlerine yönelik “sembol” ve “görüntü” okumaları gibi bir analiz türüne sevkediyor bizleri.

Erdoğan-Özel buluşmasında da “optik” detaylar ön plana çıktı doğal olarak: mazrufa değil zarfa önem veren Cumhurbaşkanı’nın kendisi dediğimiz gibi.

“Mazruf”a verilen önem, “ıstakoz, Rolex saat ve Maldivler tatili” paylaşımlarıyla tartışma yaratan milletvekillerine daha yeni verilen tepkiden de belli. Hürriyet’te önceki gün yayınlanan habere göre:

“Erdoğan, ‘Milletvekilinin, yediğiyle, içtiğiyle, oturduğuyla, taktığıyla, kılık kıyafetiyle daha dikkatli olması gerekmez mi? Benim bu konuda milletvekillerine ayrıca bir uyarıda mı bulunmam gerekiyor? Bir milletvekiline yediğini, giydiğini paylaşma denilir mi? Bunlar bilinemeyecek, akıl edilemeyecek şeyler değil’ ifadelerini kullandı.

Demek ki, bu milletvekillerinin nasıl bu  kazançları elde ettikleri değil; yaşadıkları şatafatlı hayatı paylaşmaları sorun olan. Ve mazruf  değil zarf mesele edilen Cumhurbaşkanı tarafından…

NEDEN AK PARTİ GENEL MERKEZİ?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti Genel Başkanı “şapkasıyla” görüşmeyi gerçekleştirdiğini varsayıyoruz: Ankara Söğütözü’nde AK Parti Genel Merkezi’nde buluşulduğu için…

Erdoğan, mekân seçimiyle CHP Genel Başkanı’na “jest” yaptığı algısını yarattı. Böylece, her ne kadar yumuşama mesajı verdiyse de; görüşmenin Beştepe’de gerçekleşmesi ve Özel’in tam da “Saray”da, “kamuda tasarruf” talebinde bulunması gibi riskleri de göğüslemek zorunda kalmamış oldu.

Siyasi analizlerde bu gibi detaylara odaklanmaktan hiç hoşlanmasam da, bizi bu duruma sürükleyen hem “Kremlinolojilik” haller, hem de iktidarın algı yönetimine merakı. “Koltuk” konusu da, bilfiil Cumhurbaşkanlığı tarafından gündem edilmiş bir mevzu.

NEDEN “ÜÇÜNCÜ KOLTUK”?

Özel-Erdoğan görüşmesinde, “üçüncü ve boş koltuk” konusunu saatlerce tartıştık: özellikle yurtdışındaki dostlarımızdan, “hala mı koltuk konuşuyoruz” diye dalga geçen çok oldu.

Siyasi analizlerde bu gibi detaylara odaklanmaktan hiç hoşlanmasam da, bizi bu duruma sürükleyen hem “Kremlinolojilik” haller, hem de iktidarın algı yönetimine merakı. “Koltuk” konusu da, bilfiil Cumhurbaşkanlığı tarafından gündem edilmiş bir mevzu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile “asıl rakibi” gördüğü iddia edilen Ekrem İmamoğlu arasında bugüne kadar gelen bir koltuk polemiği var malum. İmamoğlu, 31 Mart seçimlerinden hemen önceki  son mitinglerinden birinde, Çatalca’da  Erdoğan’a “kırık koltuk” göndermesi yapmıştı.

Konuyla ilgili haberlerden alıntılarsak:

“İBB Başkanı İmamoğlu, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2019’da Saray’da ağırladığı büyükşehir belediye başkanları toplantısında kırık sandalye olayını da anlattı.

İmamoğlu, şunları söyledi:

“Sadece ilk seçildiğimizde fazla ısrarcı olunca 30 tane büyükşehir belediye başkanını davet etti? Ne tesadüfse 30 kişinin orada herkesin önünde ismi yazıyor, bana kırık sandalye denk geldi… Sonra da bana demez mi ‘İsraf ediyorsun, sandalyeyi kırdın.’ Dedim ki, ‘Birincide değil ama ikincide daha sağlam oturuyorum, ondan’ dedim.”

İmamoğlu, Saraçhane’de düzenlenen mazbata töreninde, Erdoğan’a da görüşme çağrısı yapmış ve “Yeter ki sandalye kırık olmasın” demişti.

Koltuk polemiklerini ve sembolizmini seven Cumhurbaşkanlığı, 2021’de de Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na Beştepe’deki görüşmede, “koltukgate” yaşatmıştı. BBC Türkçe’de dönemin Ayşe Sayın tarafından kaleme alınan habere göre:

“Daha sonra Erdoğan’ın, Karamollaoğlu’nu yanındaki sandalye yerine, karşısındaki geniş bir kanepeye yönlendirmesi sosyal medyada eleştiri konusu yapılarak gündem oldu.

Edinilen bilgiye göre bu tutum Saadet Partisi’nde de şaşkınlık yarattı.

Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın, BBC Türkçe’nin sorusu üzerine “Biz ev sahibinin buyur ettiği yere oturduk” demekle yetindi.

Aydın, bu konuda başka bir değerlendirme yapmak istemediklerini de vurguladı.”

Bana kalırsa verilen bir mesaj var; o da gerçekten nahoş: boş koltuğun ilk yarattığı tepki, “oraya kim oturacak?” düşüncesi. O karede bulunmayan birinin gelip de oturacağı izlenimini yaratıyor. Bu boş koltuk, İmamoğlu’nun CHP’nin gölge lideri, Erdoğan’ın kendisinin ise AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı’nın tek hâkimi olduğunu hissettirtmek amaçlı.

BOŞ KOLTUK “BOŞ” DEĞİL

Erdoğan’ın AK Parti Genel Merkezi’nde, bir yanında Özel’in oturmasına karşılık; diğer yanında bir boş koltuk olması “boş” değildi. Mesajın verilmek istediği muhataplar da biz fanilerden çok Özel ve  Ekrem İmamoğlu idi. Genişletilmiş kitle olarak da CHP kamuoyu…

Görüşmeden sızan “kulis” bilgilerine göre, CHP lideri Özel gayet zeki bir siyasetçi olarak, “boş koltuğun” hoş bir ima olmadığını hemen algılayarak rahatsızlığını dile getirmiş.

Kendisine, Cumhurbaşkanlığı’nda Bahçeli-Erdoğan görüşmelerinde böyle bir oturma aranjmanı olduğu söylenmiş. Oysa, Bahçeli’nin Erdoğan görüşmelerinde oturdukları karelerde, boş koltuk “stratejik” biçimde hep ortadan kayıp…Kaldı ki, Erdoğan’ın Özel’den hemen sonra Mehmet Öz ile yine AK Parti Genel Merkezi’ndeki görüşmesinde iki koltuk var ve yanyana.

Erdoğan, “boş koltukla güç asimetrisi algısı yaratmaya çalışıyor” yorumları sıklıkla yapıldı. Amaç bu olsaydı, “üçüncü koltuk” olmadan da verilirdi

Bana kalırsa verilen bir mesaj var; o da gerçekten nahoş: boş koltuğun ilk yarattığı tepki, “oraya kim oturacak?” düşüncesi.

O karede bulunmayan birinin gelip de oturacağı izlenimini yaratıyor.

Bu boş koltuk, İmamoğlu’nun CHP’nin gölge lideri, Erdoğan’ın kendisinin ise AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı’nın tek hâkimi olduğunu hissettirtmek amaçlı.

İktidar medyasında sık  sık bu “nifak tohumları” ekilmeye çalışıyor zaten. 26 Nisan’daki şu yazıyı ele alalım; Haber 7’de Mehmet Acet, “en kör gözüne parmağım” örneklerden birini  vermiş:

“23 Nisan’da CHP Genel Başkanlığı koltuğuna Özel’in yerine oturan ilkokul çocuğuna Özel’in yaptığı tembih…

Tam anlamıyla kendisinin iç sesini yansıtıyor gibiydi.

“İsterseniz sırtınızı dayayın. Bu koltuktan iyice yerleşmezsen kaldırabilirler”

Özel, 4 Kasım’da oturduğu koltuğa 31 Mart sonrası iyice yerleşmeye dönük adımlar atıyor.

Erdoğan’dan randevu isteme kararında olduğu gibi, “Patron benim” demeye getiren adımlar…

CHP Genel Başkanlığı koltuğuna sırtını dayamış durumda ancak iyice yerleşip yerleşemeyeceğini zaman gösterecek.”

ÖZEL’İN ŞEFFAFLIK SINAVI

Özgür Özel, çetin ceviz bir siyasetçi. İmamoğlu da, Özel de; bu algı tuzaklarına düşecek kıratta değiller. Eğer olur da, bu tuzaklara düşseler; zaten kendilerini hızla “silerler”. Bunun bilincindedirler…

Ancak, Özel’in önünde daha önemli bir sınav var: Şeffaflık sözünü tutmak. Söz verdiği gibi, bizzat kendisinin çıkıp Erdoğan ile görüşmesinde olup biten, konuşulanlarını kamuoyuna anlatması. Ve tüm görüşmelerinde de,  bu şeffaf tutumunu sürdürmesi. Eğer susarak, “opaklık” tuzağına düşerse; gündemi yönlendirme fırsatını “başkanlık sistemi takımına” altın tepside sunmuş olur. Dahası, bir kez kaybedilince kazanılamayan bir şeyden olur: güven.

 

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir