Bir ay, üç olay

Bir ay, üç olay

Güvenlik meselesi olarak asıl odaklanılması gerekenlere gereken önem minimum düzeyde verilirken güvenlikle hiçbir alakası olmayan toplumsal muhalefet hakkı kriminalize ediliyor. Herkes terörist; bir gerçek teröristler değil sanki.

Ocak başında Fatih Camii’nde bir saldırı olmuştu. Hatırlatalım:

“Olayla ilgili polis ekiplerince yapılan incelemede, şüpheli Ö.S’nin akşam namazının ardından Fatih Camisi’nde “Allah-u Ekber, kahrolsun İsrail. Uyanın Müslümanlar” şeklinde bağırması üzerine imam Galip Usta’nın Ö.S’yi cami içerisinde bağırmaması için uyardığı tespit edildi.

Güvenlik görevlileri aracılığıyla cami dışına alınan şüphelinin bir süre sonra imam odasına gelerek, bulunan Galip Usta ve Bilal Erdem’i bıçakladığı, olay yerinin yanında bulunan odadan çıkan güvenlik görevlilerinin ise şüpheliyi yakaladıkları belirlendi.”

Ocak ayını kapatırken de, IŞİD’ın üstlendiği, İstanbul Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi saldırısı geldi. Geriye dönüp baktığımızda, 2023 boyu Türkiye genelinde İŞID’a yönelik operasyonlar gerçekleştiğini görüyoruz.

Ve ocak ayının son gününde de, “Diyarbakırlı Ramazan Hoca” olarak bilinen, Ramazan Pişkin’in namaz kılarken bıçaklanarak öldürüldüğü cinayet gerçekleşti. Pişkin’in, bazı tarikat ve cemaatlerin hedefinde olduğu ortaya çıktı.

Birbiriyle bağlantısız ama ana temasında birleşen üç saldırı, üç şiddet olayı…

Tüm bu olaylar, apayrı ve birbirinden bağımsız biçimde gerçekleşse de hepsi birbirine bağlanıyor: Türkiye’de, sonsuz bir ifade özgürlüğü var ama sadece belli alanlarda ve belli kişilere. Sonsuz ifade özgürlüğünden istifade edenlerden biri de radikal dini söylemleri yayanlar.

RADİKALLEŞMEYİ TEŞVİK EDEN SÖYLEMLERE SONSUZ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Bir dördüncüsü de şubatın ilk günü gerçekleşti: Gebze’deki P&G Fabrikası’nı basan bir silahlı saldırgan, yedi fabrika çalışanını rehin aldı. Bu baskının dikkat çekici bir noktası şuydu: Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırısında olduğu gibi saldırganın, baskını esnasında sosyal medya üzerinden canlı yayın yapmasıydı. Saldırgan, daha yakın zamana kadar fabrikada çalışan ve işten çıkarılmış biriydi.

Gebze’deki fabrika baskınında, şirketin ABD merkezli olduğu haberlerde sık sık vurgulandı. Aynı gün, İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu’nun bahçesinden içeri atlamaya çalışan birinin durdurulduğuna ilişkin haberler de vardı. Söz konusu kişinin, “Amerikan Başkanı ben olacağım” diye bağırdığı söyleniyor.

Tüm bu olaylar, apayrı ve birbirinden bağımsız biçimde gerçekleşse de hepsi birbirine bağlanıyor: Türkiye’de, sonsuz bir ifade özgürlüğü var ama sadece belli alanlarda ve belli kişilere. Sonsuz ifade özgürlüğünden istifade edenlerden biri de radikal dini söylemleri yayanlar. O nedenle de radikalleşme için çok bereketli bir ortam oluştu; daha da oluşuyor Türkiye’de. Özellikle de Hamas’ın İsrail’e 7 Ekim Saldırıları ve Gazze Savaşı’nın başlaması sonrası sosyal medyada, Ortadoğu’daki çeşitli silahlı örgütlerin propagandaları da dahil, her türlü şiddeti teşvik eden radikal söylem iyice yaygın paylaşılır oldu.

Kontrolsüz göçün yarattığı güvenlik açığı ve derinleşen ekonomik krizin yarattığı buhranı da de ekleyince, radikal saldırı ve eylemler giderek de artabilir. Ve tabii, unutmayalım ki; güvenlik güçlerinin alarma geçirildiği, toplumda “güvenlik” kaygılarının sürekli olarak yönlendirildiği alanın, demokratik bir toplumda gayet normal kabul edilecek, barışçı muhalif söylemler olduğunu unutmayalım. Diğer bir deyişle, güvenlik meselesi olarak asıl odaklanılması gerekenlere gereken önem minimum düzeyde verilirken güvenlikle hiçbir alakası olmayan toplumsal muhalefet hakkı kriminalize ediliyor. Herkes terörist; bir gerçek teröristler değil sanki.

Görüldüğü gibi, Türkiye iç politikasının “dış mihraklar”, “iç bağlantıları”, “beka sorunu” söylemleri her zamanki gibi sürüp giderken, hırsız evin içindeymiş. Asıl güvenlik meselesi başka yerdeymiş. Ve korkarım da örgütlü ve örgütsüz radikalleşmeyle de öyle olmaya devam ediyor.

ÖRGÜTLÜ ÖRGÜTSÜZ RADİKALLEŞME

Son bir ayda gerçekleşen köktenci şiddet eylemlerinin biri dışında diğerlerinde örgüt bağlantısıyla ilgili bilgimiz henüz yok. Ve böyle bağlantılar varsa da belki de hiç haberimiz olamayacak. Bu kadar hızlı akan gündemde, hafızasızlığa da güvenilerek, konular-vakalar kapatılıp gidiyor.

Hafızasızlığın derinlerinde kaybolup giden konulardan biri de İŞID’ın Türkiye’deki varlığı idi. Santa Maria Kilisesi saldırısı birden, bu köktenci terör örgütün gerçeğiyle yüzleşmemize neden oldu.

Hale Gönültaş’ın Artı Gerçek’teki haberlerinden öğrendiğimize göre, IŞİD’ın üs olarak kullandığı bir ülkeymişiz meğer; örgütün, Horasan Kolu’nu güçlendirmek için kullandığı bir üs. Daha sonra Tolga Şardan’ın da, T24’te yayınlanan yazısından alıntılarsak:

“Bugün, Afganistan, İran’ın doğusu, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Pakistan’ın bir bölümünden oluşan ve tarihte Persler döneminde imparatorluğun doğusuna verilen isimdi Horasan. Farsça’da “güneşin yükseldiği yer” anlamında.”

Fakat üs olarak kullanmanın ötesinde İŞID’liler aramızda yaşıyor ve Türkiye politikasını da yakından takip ediyorlar belli ki…

IŞİD’in saldırmayı planladığı yerler arasında İstanbul’daki Hollanda ve İsveç Başkonsoloslukları da varmış. Gönültaş’ın, her satırı ayrı ilginç haberinde konu şöyle aktarılıyor:

“Tarihler 2022 Mart ayını gösterdiğinde İsveç’in başkenti Stockholm’de Büyük Camii’nin önünde Kuran-ı Kerim yakma eylemi gerçekleşir. Türkiye’deki Avrupa ülke konsoloslukları olası bir saldırıya önlem için faaliyetlerini geçici olarak askıya alır, güvenlik gerekçesiyle vatandaşlarını çok zorunlu olmadıkça Türkiye’ye gelmemeleri konusunda uyarır.

Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise Avrupa ülkelerinin tutumunu “psikolojik bir harp” olarak değerlendirip şöyle der: “ABD ve Batı bizim bu coğrafyada özgür ve hür olmamızı istememektedir. Ayaklarımızın üzerinde durmamızı istememektedir. Huzur ve istikrar sağlamamızı, onların güvenine mazhar olmamızı istememektedir.”

Sanık ifadelerine göre Bakan Soylu’nun söz konusu açıklamaları yaptığı günlerde Afganistan Horasan yapılanmasının bomba ve saldırılarından sorumlu Rüstam Muhojirca İsveç ve Hollanda konsolosluklarına saldırı talimatı verir. Bir Azeri ikisi Çeçen uyruklu Afganistan’a gitmek üzere yerleştirildikleri güvenli evlerde bekleyen üç IŞİD’li İstanbul saldırısı için görevlendirilir.”

Görüldüğü gibi, Türkiye iç politikasının “dış mihraklar”, “iç bağlantıları”, “beka sorunu” söylemleri her zamanki gibi sürüp giderken, hırsız evin içindeymiş. Asıl güvenlik meselesi başka yerdeymiş. Ve korkarım da örgütlü ve örgütsüz radikalleşmeyle de öyle olmaya devam ediyor.

 

 

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir