Bir anayasasızlaştırma yöntemi: Torba Kanun

Bir anayasasızlaştırma yöntemi: Torba Kanun

Genel Kurul görüşmelerinde yaptığımız Anayasaya aykırılık itirazları da dikkate alınmamış olup İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 25 Ocak 2024te iktidar blokunun oylarıyla TBMM Genel Kurulunda kabul edilmiştir. Bu açıklamalar, uzunca bir süreden beri izlenen torba kanun yönteminin Anayasamıza ve Meclis İçtüzüğü hükümlerine aykırı olduğunu göstermektedir.

 14 Mayıs’ta seçilen 28. dönem milletvekilleri – biri hariç olmak üzere – 2 Haziran’da yemin ederek göreve başladılar. O tarihten bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, sonuncusu 25 Ocak’ta olmak üzere toplam dört torba kanun kabul edildi:

– 7456 sayılı ve 14 Temmuz 2023 tarihli 6/2/2023 Tarihinde Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun,

– 7464 sayılı ve 25 Ekim 2023 tarihli Konutların Turizm Amaçlı Kiralanmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun,

– 7491 sayılı ve 27 Aralık 2023 tarihli Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun,

– 25 Ocak 2024 tarihli İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun[1]

Bu yazıda torba kanun yapma alışkanlığının yasama organını, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni nasıl by-pass ettiğini ve ne tür Anayasaya aykırılık sorunları içerdiğini ele alacağım. Ancak tablonun vahametini ortaya koyabilmek için kanun yapma sürecinde izlenmesi gerektiği hâlde göz ardı edilen yöntem kurallarını açıklayacağım.

Bir kanun teklifinin hangi komisyona veya komisyonlara sevk edileceği ise İçtüzüğün 23’üncü maddesiyle düzenlenmiştir. Bu hükme göre, Tekliflerin (…) hangi komisyonlarda görüşüleceği, esas ve tali komisyonların hangisi olacağı, işin komisyonlara havalesi sırasında Başkanlık tarafından tespit edilir. Raporu Genel Kurul görüşmelerine esas olacak komisyona esas komisyon denir. Tali komisyonlar, işin kendilerini ilgilendiren yönü veya maddeleri üzerinde esas komisyona görüş bildiren komisyonlardır.”

KANUN NASIL YAPILIR?

Anayasamızın ilk metnine göre (m. 88) kanun yapma süreci, Bakanlar Kurulunun veya milletvekillerinin teklif metni hazırlamasıyla başlamaktaydı. Bakanlar Kurulunun hazırladığı öneriye “kanun tasarısı veya hükümet tasarısı”, milletvekillerinin hazırladığı öneriye ise “kanun teklifi” adı verilmekteydi. Ergun Özbudun’un haklı olarak işaret ettiği gibi “Uygulamada, hükümet tasarılarının kanunlaşma şansı, tekliflere oranla çok daha büyüktü.”[2] Çünkü Anayasamızın ilk metninin kabul ettiği hükümet sistemi, parlamentarizmin klasik modelinden uzaklaşmış olsa da bu sistemin temel özelliklerini muhafaza etmekteydi. Bu nedenle hükümetler, parlamentoda sandalye çoğunluğuna sahip olan siyasî parti veya partiler tarafından kurulmaktaydı. Bunun doğal sonucu olarak, hükümetlerin hazırladığı kanun tasarıları, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmekteydi.

Böyle olmakla beraber, Meclis İçtüzüğü, hükümetin kanun yapma sürecinde parlamentoyu etkisiz kılmasını engelleyecek düzenlemeler içermekteydi. Örneğin Meclis İçtüzüğünün 73’üncü maddesi bu mahiyetteydi. Anılan hükme göre, Hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları bütün bakanlarca imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur. Gerekçede tasarının tümü veya maddeleri hakkında bilgiler, kaldırılması veya eklenmesi istenilen hükümlerin neler olduğu ve neden kaldırılması, değiştirilmesi veya eklenmesi gerekli görüldüğü açıkça gösterilmek lâzımdır.”

Ne var ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi sağlayan 21.01.2017 tarihli ve 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşan ikili (düalist) yürütme yapısını sona erdirmiş; böylece Bakanlar Kurulu ilga edilmiştir. Diğer bir deyişle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde yürütme organı sadece Cumhurbaşkanından oluşmaktadır. Bugün mevcut olan Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, Anayasanın ilk metniyle düzenlenen Bakanlar Kuruluna eşdeğer bir güce sahip değildir. Bunun doğal sonucu olarak, Anayasanın 88’inci maddesi de değiştirilmiş; maddede Kanun teklif etmeye milletvekilleri yetkilidir.” hükmü yer almıştır. Sözün kısası, artık Anayasa düzenimizde kanun tasarısı şeklinde bir kavram yer almamaktadır. Kanun yapma süreci, milletvekillerinin hazırladıkları teklif metinleriyle başlamaktadır.

Burada vurgulanması gereken bir başka husus ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi takiben Meclis İçtüzüğünde de köklü değişikliklerin yapılmış olmasıdır. Nitekim bu çerçevede Meclis İçtüzüğünün yukarıda aktardığım 73’üncü maddesi, 09.10.2018’de yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece kanun tekliflerinin nasıl hazırlanması gerektiği konusunda İçtüzüğün 74’üncü maddesi uygulanmaktadır. Bu hüküm ise şöyledir: Milletvekillerince verilen kanun tekliflerinde bir veya daha çok imza bulunabilir. Kanun teklifleri, gerekçesi ile birlikte Başkanlığa verilir. (…) Kanun teklifleri, Başkanlıkça komisyonlara doğrudan doğruya havale edilir.”

Bir kanun teklifinin hangi komisyona veya komisyonlara sevk edileceği ise İçtüzüğün 23’üncü maddesiyle düzenlenmiştir. Bu hükme göre, Tekliflerin (…) hangi komisyonlarda görüşüleceği, esas ve tali komisyonların hangisi olacağı, işin komisyonlara havalesi sırasında Başkanlık tarafından tespit edilir. Raporu Genel Kurul görüşmelerine esas olacak komisyona esas komisyon denir. Tali komisyonlar, işin kendilerini ilgilendiren yönü veya maddeleri üzerinde esas komisyona görüş bildiren komisyonlardır.”

Kanun tekliflerinin komisyonlarda görüşülmesi sırasında ilk olarak ele alınacak olan husus, teklifin Anayasaya uygunluğunun incelenmesidir. İçtüzüğün 38’inci maddesi bu hususu düzenlemektedir. Maddeye göre, Komisyonlar, kendilerine havale edilen tekliflerin ilk önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler. Bir komisyon, bir teklifin Anayasaya aykırı olduğunu gördüğü takdirde gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder.”

Anayasanın üstünlüğü ilkesine yer veren; böylece anayasayı hukuk sisteminin temel normu olarak kabul eden bir anayasa düzeninde komisyonlara böyle bir görev verilmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim Anayasamızın 11’inci maddesi, tereddüde yer bırakmayan bir açıklıkla temel normun Anayasa olduğunu düzenlemiştir. Buna göre, Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”

Esas ve talî komisyonlardaki görüşmeleri tamamlanan kanun teklifleri, Meclis İçtüzüğünün 81 ve devamı maddelerine uygun olarak Genel Kurul’da görüşülür ve oylanır. Genel Kurul’da kabul edilen kanunlar, Anayasanın 89’uncu maddesi gereğince imzalanmak ve yayınlanmak üzere Cumhurbaşkanına sunulur.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte TBMM’de kabul edilen kanunlar üzerinde Cumhurbaşkanının evvelce sahip olduğu imza yetkisi, veto yetkisine dönüştürülmüştür. Madde, ilk metninde Cumhurbaşkanının bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e iade ettiği kanunların basit çoğunlukla kabul edileceği anlamına gelen bir hükme yer vermekteydi. Değişik 89’uncu madde ise 3’üncü fıkrasında Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade edilen kanunların üye tamsayısının salt çoğunluğu ile kabul edilebileceğini hükme bağlamıştır. Bu nedenle Cumhurbaşkanının kanunlar üzerinde şu anda sahip olduğu yetki, bir veto yetkisidir. Bu ise yürütme gücünün sahibi olan Cumhurbaşkanını yasama sürecinde güçlendirmek suretiyle TBMM’nin kanun yapma sürecindeki rolünü zayıflatmıştır.[3]

Ne var ki bugün TBMM’nin yasama sürecindeki rolünü zayıflatan asıl husus, torba kanun yapma yönteminin temel kural hâline getirilmesi, aşağıda görüleceği gibi bu torba kanunların yapımı sürecinde komisyonların dışlanması ve kanun tekliflerinin çeşitli Anayasaya aykırılık sorunları içermeleridir. Daha vahim olanı ise torba kanunların içerdikleri Anayasaya aykırılıkların milletvekilleri tarafından açıkça ifade edilmelerine rağmen, bu hususların dikkate alınmaması; böylece tekliflerin içerdiği Anayasaya aykırı hükümlerin kanunlaşarak yürürlüğe girmeleridir. Bu ise bir süreden beri yürütülen anayasasızlaştırma sürecini derinleştirmekte; Anayasa hükümleri fiilen askıya alınmaktadır.

Dağınık bir içeriğe sahip olan torba kanunların Genel Kurul görüşmelerinde, muhalefet partileri etkili olamamakta; böylece yasama süreci, bürokrasinin ve yürütmenin hâkimiyetinde cereyan etmektedir. Demokrasinin özüyle bağdaşmayan bu durum, yürütmeyi yasama sürecinin de hâkimi haline getirmekte; kuvvetler ayrılığını zedelemektedir.

TORBA KANUNLAR HUKUK DEVLETİ İLKESİNİ İHLÂL ETMEKTEDİR

Yürürlükteki pek çok kanun üzerinde aynı tarihli ve aynı sayılı tek bir kanun metniyle değişiklik yapan kanuna torba kanun denmektedir. Dağınık bir içeriğe sahip olan torba kanunların Genel Kurul görüşmelerinde, muhalefet partileri etkili olamamakta; böylece yasama süreci, bürokrasinin ve yürütmenin hâkimiyetinde cereyan etmektedir. Demokrasinin özüyle bağdaşmayan bu durum, yürütmeyi yasama sürecinin de hâkimi haline getirmekte; kuvvetler ayrılığını zedelemektedir.

Torba kanun, yürürlükteki çeşitli kanunlar üzerinde değişiklik yaptığı için kanun metinlerinin bütünlüğü ve iç tutarlılığı bozulmakta; bu ise hukuk kurallarının erişilebilirliği ve anlaşılabilirliğini güçleştirmektedir. Bu nedenle torba kanunlar, hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan “hukuk kurallarının belirliliği” ilkesini ihlâl etmektedir. Önceki bir çalışmamda ifade ettiğim gibi bu ilke, hukuk normlarının, herkesin anlayabileceği açıklıkta ve yalınlıkta olmasını, uygun vasıta ve yollarla ilan edilerek yürürlüğe konulmasını; böylece herkesin erişimine açık olmasını ifade etmektedir.[4] Anayasa Mahkemesi de yerleşik içtihatlarında hukukî belirliliği, hukuk devletinin aslî unsurlarından biri olarak kabul etmiştir.[5]

Çünkü kanun yapmanın, daha geniş ifadesiyle hukuk normu yaratmanın amacı, toplumda belli konularda düzen sağlamak ve kamu yararını korumaktır. Bu amacın gerçekleşmesi için kanunun muhataplarının, yani vatandaşların hukuk metinlerini anlayabilmeleri gerekir. Oysa torba kanunların içerdiği karmaşık ifadelerle kaleme alınan hükümler, bırakınız ortalama bir vatandaşı, bir uyuşmazlığa uygulanacak normu tespitle yükümlü olan hâkimler tarafından dahi güçlükle anlaşılmaktadır. Bu ise hukukun üstünlüğünün hâkim kılındığı bir düzenin yaratılmasını engellemektedir. 27 Aralık 2023 tarihli ve 7491 sayılı torba kanunun 8’inci maddesi bu niteliktedir. Çarpıcı bir örnek oluşturması bakımından maddeyi aktarıyorum:

MADDE 8- 193 sayılı Kanunun 22 nci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

4. Kanuni ve iş merkezi Türkiyede bulunmayan anonim ve limited şirket niteliğindeki kurumlardan elde edilen, 75 inci maddenin ikinci fıkrasının (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde yazılı kâr paylarının yarısı, bu kurumların ödenmiş sermayesinin en az %50sine sahip olunması ve kâr payının elde edildiği takvim yılına ilişkin yıllık gelir vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiyeye transfer edilmesi şartıyla gelir vergisinden müstesnadır.

  1. Cumhurbaşkanı, üçüncü ve dördüncü fıkralarda yer alan kâr paylarına uygulanacak istisna oranı ile dördüncü fıkradaki %50 oranını ayrı ayrı veya birlikte sıfıra kadar indirmeye veya %100e kadar artırmaya yetkilidir.

Görüldüğü gibi, bu maddenin ortalama bir yurttaş tarafından anlaşılması pek kolay değildir. Hatta konunun uzmanı olan hukukçular tarafından anlaşılması da kolay görünmemektedir. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi torba kanunlar, yukarıda değindiğim hukuk kurallarının belirliliği ilkesini, dolayısıyla Anayasamızın 2’nci maddesindeki hukuk devleti ilkesini ihlâl etmektedir.

Torba kanun uygulamasında kanun tekliflerinin talî komisyonlara sevk edilmedikleri, bu tekliflerin sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda incelenmesiyle yetinildiği, ardından Genel Kurula sevk edildikleri görülmektedir. Daha vahim olanı, talî komisyonlara sevk edilmeyen kanun tekliflerinde bu metinlerin talî komisyonlara sevk edildiği anlamına gelen gerçek dışı ifadelerin yer almasıdır.

TORBA KANUNLAR KOMİSYONLARI BY-PASS ETMEKTEDİR

Torba kanun uygulamasında kanun tekliflerinin talî komisyonlara sevk edilmedikleri, bu tekliflerin sadece Plan ve Bütçe Komisyonu’nda incelenmesiyle yetinildiği, ardından Genel Kurul’a sevk edildikleri görülmektedir. Daha vahim olanı, talî komisyonlara sevk edilmeyen kanun tekliflerinde bu metinlerin talî komisyonlara sevk edildiği anlamına gelen gerçek dışı ifadelerin yer almasıdır. Örneğin 79 sıra sayısıyla Aralık 2023’te TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen kanun teklifi bu niteliktedir. Teklifin yedinci sayfasında esas komisyon olarak Plan ve Bütçe Komisyonu’na, talî komisyon olarak ise Anayasa Komisyonu ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’na havale edildiği belirtilmektedir. TBMM’nin 6 Aralık 2023 tarihli birleşiminde bu soruna dikkat çekmiştim. Açıklamalarımı, tutanakta yer alan şekliyle aktarıyorum:

“(…) öncelikle kanunun geneline ilişkin gerçek dışı bir ifadenin metinden çıkarılmasını talep ediyorum.

Bu kanun metni Türkiye Büyük Millet Meclisinin internet sayfasında PDF formatında yayınlanmıştır ve 7’nci sayfada kanun teklifinin Bütçe Komisyonu dışında Anayasa Komisyonunun da yer aldığı tali komisyonlara havale edildiği belirtiliyor. Ben Anayasa Komisyonu üyesiyim, 1 Ekimden bu yana Komisyonumuz hiç toplanmamıştır, dolayısıyla bu ifade gerçeğe aykırıdır, hâliyle metinden çıkarılması gerekir. Bu yönüyle, kanun, aslını ararsanız yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu, bu yetkinin sadece Genel Kurul tarafından değil aynı zamanda esas ve tali komisyonlar tarafından kullanılacağı anlamına gelen Anayasa hükümlerine ve Meclis İçtüzüğü hükümlerine de aykırıdır.”[6]

Öte yandan torba kanunların yapımında talî komisyonların by-pass edilmesi, bu kanunların sadece Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesi, söz konusu komisyonun iş yükünü arttırmaktadır. Buna rağmen Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri canla başla çalışarak bu iş yüküne katlanmakta; torba kanunların içerdikleri Anayasaya aykırı hükümlere dikkat çekmektedir. Ne var ki Plan ve Bütçe Komisyonu’nun iktidar bloku üyeleri, bu iddiaları dikkate almamakta, tekliflerin içerdiği Anayasaya aykırı hükümleri metinlerden çıkarmamaktadır. Tekliflerin TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi sırasında muhalefet temsilcilerinin Anayasaya aykırılık sorunlarına dikkat çeken açıklamaları da dikkate alınmamakta; teklifler Genel Kurul’da Anayasaya aykırılıklarıyla kabul edilmekte ve yürürlüğe girmektedir.

Genel Kurul’daki görüşmeleri 24 Ocak 2024’te başlayan ve 25 Ocak 2024’te kabul edilen 91 sıra sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, bu niteliktedir. Teklifin Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun muhalefet şerhinde Anayasaya aykırılık sorunları açıkça dile getirilmiştir. Bu Anayasaya aykırılık sorunlarından biri, teklifin 2’nci maddesinin Cumhurbaşkanına tanıdığı kanunun süresini uzatan hükümle ilgilidir. Teklifin 2’nci maddesi şöyledir:

Madde 2 – 4447 sayılı Kanunun geçici 10 uncu maddesinin onikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Bu madde hükümleri 31/12/2025 tarihine kadar uygulanmaya devam edilir. Cumhurbaşkanı, bu maddenin uygulanma süresini 31/12/2026 tarihine kadar uzatmaya yetkilidir.””

Bu hükmün yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırı olduğu, muhalefet şerhinde ifade edildiği halde bu şerh dikkate alınmamıştır.

Öte yandan teklifin Genel Kurul görüşmelerinde de aynı yöndeki Anayasaya aykırılık sorunları vurgulanmıştır. Ancak bunlar da dikkate alınmamıştır. Teklifin 2’nci maddesinin içerdiği Anayasaya aykırılık sorunları hakkında TBMM Genel Kurulu’nda yaptığım açıklamaların bir kısmı şöyledir:

(…) buradaki teşvik yetkisi süre bakımından uzatıldığı zaman bu yetki Sayın Cumhurbaşkanına tanınmış. Peki, şu soruyu soruyorum: Bir kanunla getirilen bir teşvikin nasıl değiştirilmesi gerekir? Hukuk fakültesi 1’inci sınıf öğrencisi bilir ki bir kanunla yapılan düzenleme en az kendisine eş değer bir düzenlemeyle yani ancak kanunla değiştirilebilir. Dolayısıyla eğer böyle bir uzatma istiyorsanız yine bunu kanunla yapacaksınız, yetkiyi kanun koyucuya vereceksiniz. Aksi hâlde, Anayasa’mızın 7’nci maddesindeki “Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” hükmü ihlal edilmektedir. “Yasama yetkisi” dediğimiz zaman neyi anlıyoruz? Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak. (…) Peki, Anayasa’mızın 87’nci maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenlerken nasıl bir ifadeye yer vermiş, demiş ki: “Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak.” Yani, bu bizim görevimiz, Sayın Cumhurbaşkanının görevi değil. Haliyle bu yönüyle hüküm, Anayasanın 7 ve 87’nci maddelerini ihlal etmektedir. Dahası, Anayasanın 11’inci maddesi “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” demektedir. Bu yönüyle de Anayasa ihlal edilmektedir ve nihayet, Cumhurbaşkanına verilen yetki Anayasa’mızın 8’inci maddesi gereğince sadece yürütme yetkisidir. Keza, Anayasan 6’ncı maddesi de “Hiç kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” diyor. (…) Parlamento çoğunluğuna sormak istiyorum: Böyle Anayasa’ya aykırı hükümleri kanunlara doldurmaktaki maksadınız nedir? Bilmediğimiz bir maksat varsa bunu burada açıklayın. (…) Dolayısıyla benim burada gözlemlediğim husus şu: Mütemadiyen önümüze gelen kanun tekliflerinde, çok sayıda Anayasa’ya aykırı hükümler var. Bununla aslında Parlamento çoğunluğu bir anayasasızlaştırma sürecine fiilen iştirak etmektedir. Bu ise kabul edilebilir bir durum değildir. Umarım, bu hüküm metinden çıkarılır ve Anayasanın üstünlüğü ilkesine uygun bir tutum izlenir.”[7]

Ne var ki Genel Kurul görüşmelerinde yaptığımız Anayasaya aykırılık itirazları da dikkate alınmamış olup İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 25 Ocak 2024’te iktidar blokunun oylarıyla TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar, uzunca bir süreden beri izlenen torba kanun yönteminin Anayasamıza ve Meclis İçtüzüğü hükümlerine aykırı olduğunu göstermektedir. Torba kanun uygulaması, aynı zamanda, yasama sürecinin iktidar ve muhalefet partilerinin müzakere, pazarlık ve uzlaşma esasına dayanmaksızın şekillendiğini; bu yönüyle de demokratik geleneklerle bağdaşmadığını göstermektedir. Torba kanun uygulaması, çoğunluğun hâkimiyetine yol açmakta; bu ise uzun yıllardır devam edegelen kutuplaşmayı derinleştirmektedir.

Serap Yazıcı Özbudun, Prof. Dr., Gelecek Partisi Antalya Milletvekili

[1] Bu yazının yayına hazırlandığı 27 Ocak 2024’te bu kanun, henüz Resmi Gazete’de yayınlanmamıştır.

[2] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2014, s. 316.

[3] Serap Yazıcı, Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Tecrübesi, Ankara Enstitüsü ve CATS NETWORK, Ankara, Haziran 2023, s. 23, https://www.ankaraenstitusu.org/wp-content/uploads/2022/06/serap-yazici-turkiyenin-baskanlik-sistemi-tecrubesi.pdf

[4] Serap Yazıcı, “Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı”, içinde Türkiye’de Siyasal Yaşam: Dün, Bugün Yarın, (der.) Mehmet Kabasakal, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Ekim 2016, s. 85.

[5] Anayasa Mahkemesi, E. 2014-61, K. 2014-116, t. 7.11.2014

[6] Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tutanak Dergisi, 30’uncu Birleşim, 6 Aralık 2023, https://www.tbmm.gov.tr/Tutanaklar/Tutanak/23963

[7] Türkiye Büyük Millet Meclisi, Tutanak Dergisi, 52’nci Birleşim, 24 Ocak 2024, https://www.tbmm.gov.tr/Tutanaklar/Tutanak/23985

Serap Yazıcı
Latest posts by Serap Yazıcı (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir