Tanpınar’a Huzur yok | 3. Bölüm | Koleksiyonumun bir parçasıyım ben

Tanpınar’a Huzur yok | 3. Bölüm | Koleksiyonumun bir parçasıyım ben

Profesör Tanpınar ortama hemen hep en son katılır, mekandan ilk o ayrılır. Prensip meselesi. Dikey çizgili takım-elbisesine yağmurun damlası değmemiş. Ceketinin üst düğmesi ilikli. Kravatı muntazam. Gür saçının her bir teli, tam olması gereken yerde. Fotojenik vesselam. 

“Bu dostluk, yol haritası evvelden hazırlanmış bir seyahate benziyordu.”

Huzur


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok 3. Bölüm: Koleksiyonumun bir parçasıyım ben


Adalet [Cimcoz] Hanım ve Mehmet Ali Bey’in evinde parti vakti.

Dışarıda soğuk bir yağmur İstiklal Caddesi trafiğini yavaşlatmış. Semavat [gökler] arızalanmışçasına ardarda çakan şimşekler, insanları bir anda hortlağa, hayalete çeviriyor…

Profesör Tanpınar elinde katlanmış şemsiyeyle kapıdan girdiğinde içerisi kalabalıktı. Herkes çoktan gelmiş… Ortama hemen hep en son katılır, mekandan ilk o ayrılır. Prensip meselesi. Hem taksiye binmiş hem de yanına şemsiye almış. Tedbirli, tedarikli bir beyefendi. Dikey çizgili takım-elbisesine yağmurun damlası değmemiş. Ceketinin üst düğmesi ilikli. Kravatı muntazam. Gür saçının her bir teli, tam olması gereken yerde. Fotojenik vesselam.

Adalet Cimcoz, Yeşilçam sesiyle haykırıyor: “Hamdi!” Şarap kadehini kaldırmış, kolları açık, hızlı adımlarla yanına vardığı bu mümtaz [seçkin] dostu gülücüklerle, öpücüklerle karşılayıp buyur ediyor: “Hoş geldin kuzum, şeref verdin!”

Ahmet Hamdi Bey adeta hastalığa mola vermiş. Kaşları kalkıyor, bütün çehresiyle gülerek sarılıyor evin sahibesine: “Hoşbulduk, Adalet. Harikulade görünüyorsun.”

Evin içi başka bir âlem: Yumuşak ışıklar yayan aplikler, abajurlar, avizeler… Meyve likörü neşesi sarmış misafirleri. Kendine tarihte bir yer aramayan, yalnızca hayata tutunmakla yetinen ikame burjuvalar, sigara dumanından çemberler içinde kafa kafaya vermiş konuşuyorlar. Sanat ve filozofi sohbetleri ile fiskos birarada.

Adalet Hanım adeta dillenmiş bir serçe: “Şekerim, bir kayboluyorsun, bulana aşk olsun. Yüzünü gören cennetlik.”

“Adaletciğim, takdir buyurursun ki hastayım. Doktor Ziya Bey ‘dinlen’ diyor, ‘perhiz’ diyor…”

“Doktorun reçetesi seni hayattan büsbütün men etmesin Hamdi. Hem gayet zindesin maşallah. Filinta gibisin. Gözlerin pırıl pırıl.”

Kendine tarihte bir yer aramayan, yalnızca hayata tutunmakla yetinen ikame burjuvalar, sigara dumanından çemberler içinde kafa kafaya vermiş konuşuyorlar. Sanat ve filozofi sohbetleri ile fiskos birarada.

“Mübalağa etme Adalet. Sen kendi ruhundaki neşeyi bende görüyorsun.”

“Rica ederim hastalığın, elemin müdafaasını bırak dostum.” Adalet Hanım, Tanpınar’ın koluna girdi. Beraberce salonun ortasına doğru yürüyorlardı: “Bak ne diyeceğim, Bahtiyar Kont sana hususi selam söyledi.”

“Bahtiyar Kont mu?.. Enteresan bir ismi varmış. Oscar Wilde’ın Happy Prince’ini andırıyor.”

“Siz tanışmıyor musunuz?”

“Hayır. Kimmiş?”

“Yahu adam sana hayran. Huzur’u on kere hatmetmiş. Beş Şehir’i Avrupa’da şehir şehir gezdirmiş. Senin roman tefrikalarını ciltletiyor, bazı bölümleri çerçeveletip duvara asıyor. Şiirlerinin tümü ezberinde!”

“Şakayı bırak hemşire [kızkardeş]. Böylesi bir alakanın haberi bana ulaşırdı herhalde.”

“Bahtiyar Bey Londra’dan kışın döndü. 3-4 ay evvel. Esrarengiz bir centilmen. Arnavutköy’deki yalısından dışarı nadiren adım atıyor.”

“Sen nereden tanıyorsun?”

“Maya* zamanı benden tablolar alırdı. Meşherdeki [galeri] Çallı’nın, Tollu’nun, Balaban’ın, Bedri’nin resimlerini gözü kapalı sipariş ederdi. Londra’dan telefonla arıyordu beni. Muazzam bir koleksiyonu var. Tek başına müze kursa yeri!”

“Sen koleksiyonerlerden istihzayla bahsedersin. Şaşırdım doğrusu.”

“Bahtiyar Kont başka. Yüksek tahsilini Cambridge’de tamamlamış. Hakiki bir estet ve feylesof. Bir keresinde bana öyle bir şey söyledi ki, onun fevkaladeliğine behemehal [kesinlikle] kani olum.”

“Ne dedi?”

“Koleksiyonumun bir parçasıyım ben.”

Yalnızlık işte böyle kimsenin farkına varmadığı zalim bir şaka misali, büyüye benzeyen tecellilerle [belirme] mayalanıyor.

***

O günün akşamı ve gecesinde, Ahmet Hamdi Bey, handiyse konuştuğu herkesten Bahtiyar Kont adını işitti.

Sabahattin [Eyüboğlu] Bey “Azizim, Bahtiyar Bey sizi yere göğe koyamıyor” diyordu.

Azra [Erhat] Hanım’ın, o daimî tebessümü, konuşurken titreşiyor: “Mister Kont sizinle yaşıyor adeta. Adamı büyülemişsiniz.”

Hasan Âli Bey’in oğlu Şair Can [Yücel] Marmaris’te turist rehberliğini bırakıp dönmüş nihayet: “Bahtiyar Kont, adınız her anıldığında salavat getiriyor.”

Aliye Berger, Füreya’nın [Koral] Amerika’ya gittiğini haber verdikten sonra ekliyor: “Bu arada, Bahtiyar size hürmetlerini iletti.”

Agop Arad: “Bahtiyar Bey Orhan Veli portremi koleksiyonuna kattı. Benden sizin de bir portrenizi sipariş etti.”

Ne garip, muhitindeki entelektüeller, sanatçılar, ‘dostum’ dediği insanlar, Tanpınar’a bir yabancının arkadaşlığını müjdeliyorlar. Yalnızlık işte böyle kimsenin farkına varmadığı zalim bir şaka misali, büyüye benzeyen tecellilerle [belirme] mayalanıyor.


Tanpınar’a Huzur yok | 4. Bölüm | Beni sevmeyen ölür!

 

Murat Menteş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir