Tanpınar’a Huzur yok | 4. Bölüm | Beni sevmeyen ölür!

Tanpınar’a Huzur yok | 4. Bölüm | Beni sevmeyen ölür!
Kapıda papatya ve uranyum karışımı bir dilber peyda oldu. Nedim’in gazellerinden çıkıp aruzlu adımlarla gelmiş. Bu kız, ayaklı zengin kafiye! Olağanüstü güzellikte, dayanılmaz çekicilikte kadınlardan hoşlanan herkes, onun karşısında feleğini şaşırır. Fatin Fantom da kalbine zıpkın yemiş gibi sarsıldı. 

“Cihanın iyiliğini isteyenler, âlemin gözünde kabul görmezler”

[SÂİB TEBRİZÎ, 1592-1676]


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok 4. Bölüm: Beni sevmeyen ölür!


Ahmet Hamdi Bey, yakın gözlüğünü takmış, 26 Mart gününün Milliyet gazetesini okuyor…

Manşet: “Başvekil ‘Türkiye mamur olacak’ dedi.” Bakırköy işçi sitesinin temel atma töreninde konuşmuş.

Yandaki haber: Bir yazısından ötürü 12 ay hapse mahkum edilen Necip Fazıl ortadan kaybolmuş… Hey gidi Necip… idealistsin, muhafazakarsın, muvaffaksın [başarılı] ve lakin ideallerini muhafazada bilmem muvaffak olabildin mi?..

Manşetin hemen altında ise bir cinayet haberi: “Eski mebus ile müşaviri vahşice katledildi.” Haberin metninde şunlar yazılı: “Başmüfettiş Fatin Fantom ‘Tetkikata derhal başladık. Kâtili tespit için ipuçlarını değerlendiriyoruz’ dedi”

Mebus ile müşaviri simaen tanıyordu Profesör. “İkimiz de CHP vekili olduğumuz halde, meclis kürsüsünden aleyhime konuşmuştu. Yabani bir sırıtışı vardı merhumun” diye düşündü. Müşavirin sözümona tenkit babında yazdığı yazıyı hatırladı. Huzur’a dair sözleri hakaret mesabesindeydi… Tanpınar’ın yüzüne bir ışık yayıldı. Gazeteyi şöyle bir silkeledi. “Beni sevmeyen ölür!” diye fısıldadı. Bu hâline kendi de şaştı. Neydi şimdi bu? “Etme bulma dünyası” mı? Öyle bile olsa… bir manası var mı? Yok elbette. Hayat meyvesinin çekirdeği hüzün. Vuslat sevinci, saltanat erinci, ödeşme tatmini… Hepsi hüzne bağlanır. Zira hüzün, mananın yokluğudur… Dâhi yazarın gönlü bulanmıştı. İç çekti ve gazeteyi okumaya devam etti: “Başmüfettiş Fatin Fantom, muhabirimiz Falih Filanca’nın sorusuna cevaben ‘Bu siyasi bir suikast değil. Kanaatimce, sanatsal bir cinayet’ dedi.” ‘Sanatsal bir cinayet’ mi?.. Tanpınar gene duraksadı. Kim bu Fatin Fantom acaba? Ehil bir hafiyeye benziyor. Fakat bu şairane beyanın arkasında ne yatıyor olabilir?.. O esnada kedisi Haydut gelip muti [itaatkar] bir ifadeyle müsaade istedi. Üstat, kediciğe yer açtı. Karakedi hoplayıp kucağa kondu. Diken yeşili gözlerinde cehennem kıvılcımlar uçuşuyor. Lakin küskün çocuk ağzında yakarış ve sitem karışımı bir miyavlama…

Profesör, Haydut’u kollarına alıp ayağa kalktı. Mutfağa yöneldi. Kediyi okşayarak teskin ediyor, ondan af diliyordu: “Tamam, anlıyorum güzelciğim, benim hatam, geciktim, biz insanlar daima gecikiriz, gamlanma n’olur, incinme, küsme, sofranı hemencecik kuracağım. General Electric marka buzdolabını açıp ciğer tabağını aldı ve kediyle birlikte yere bıraktı. Haydut, kaplan iştahıyla yemeye koyuldu. Tanpınar’ın ise kediye söyleyecekleri bitmemişti: “Ah, pisicik… İnsan yalansız yaşayamaz. Ölümün bile arkasına yalanlar dayar ki ona tahammül edebilsin. Gelgelelim ben başımın altına rahat bir yastık gibi koyabileceğim tek bir yalan bulamıyorum… Neden mi? Kendimi inandıramıyorum işte.” Ahmet Hamdi Bey iç çekti. Buzdolabının kapısını açık unuttuğunu farkedip kapattı. Böylece konu da kapanmış oldu.

Hayat meyvesinin çekirdeği hüzün. Vuslat sevinci, saltanat erinci, ödeşme tatmini… Hepsi hüzne bağlanır. Zira hüzün, mananın yokluğudur…

***

Her iki maktul de sarhoşmuş. Demek ki Beyoğlu’ndaki içkili mekanlardan birinden çıktılar. Ama hangisinden?

Fatin Fantom, birkaç polise meyhaneleri dolaşma vazifesi vermişti. Zaptiyeler, eli boş döndüler. Muhtemelen gece mesaisinde çalışan tayfa paydos etmişti. Akşam bir tur daha atmak lazım…

Ofisin kapısı çaldı. “Amirim, bir hanımefendi sizi görmek istiyor” dedi eşikte beliren polis.

“Kimmiş?”

“Çiçek Pasajı’ndaki Yorgo’nun Meyhanesi’nde şarkı söylüyormuş. Rus galiba…”

“Peki, buyursunlar.”

Az sonra kapıda papatya ve uranyum karışımı bir dilber peyda oldu. Nedim’in gazellerinden çıkıp aruzlu adımlarla gelmiş. Bu kız, ayaklı zengin kafiye! Olağanüstü güzellikte, dayanılmaz çekicilikte kadınlardan hoşlanan herkes, onun karşısında feleğini şaşırır. Fatin Fantom da kalbine zıpkın yemiş gibi sarsıldı. Nefesi kesildi. Aklı çıktı. Otomatikman ayağa kalktı. Ve neden sonra gözlerini yumarak yutkundu. Başı dönüyordu. Düşüp bayılmamak için masasının kenarını iki eliyle sımsıkı tuttu. Nihayet “Hoşgeldiniz, şöyle buyurun” diyebildi.

Hey gidi Fatin Fantom. Sen ki 40 yaşında adamsın. Evlisin. İki çocuğun var. Dünyayı görmüşsün. Aşktan, ilimden, maceradan nasibini almışsın. Dirayetin nerede senin?

Başmüfettiş, öyle gözü dışarıda takımından değil. Zamparalığı yoktur. Bilakis, ailesine bağlı, eşine sadık bir beyefendi, müşfik bir baba. Fakat o lahza, hünerli hafiyenin ruhuna bir atom bombası düştü. Başka bir seyyareye [gezegen] ışınlanmıştı adeta. Hayatı birdenbire bir çöp yığınına dönüşmüştü. İlk görüşte aşktan da öte bir şey bu. İnşallah çabuk geçer.

O lahza, hünerli hafiyenin ruhuna bir atom bombası düştü. Başka bir seyyareye ışınlanmıştı adeta. Hayatı birdenbire bir çöp yığınına dönüşmüştü. İlk görüşte aşktan da öte bir şey bu. İnşallah çabuk geçer.

“Benim ismim Nastasya Flippovna” diyerek elini uzattı. Tokalaştılar. Ah Nastasya, senin dokunduğun yara anında kapanır…

Fatin Fantom metanetini geri kazanmaya çalışıyor. “Ben bir polis müfettişiyim…” diye geçiriyor içinden ve ekliyor “Polis değil hakim olsaydım ve bu kadının boşanma davasına baksaydım, davayı tek celsede karara bağlayıp ona evlenme teklif ederdim!”

Başmüfettiş boğazını temizledi: “İsminiz yabancı gelmiyor…”

“Budala!” diye ünledi kadın.

Fatin Fantom telaşlandı. Acaba farkında olmadan ağzından münasebetsiz bir lakırdı mı kaçırmıştı da kadını öfkelendirmişti? “A-anlayamadım?”

“Fyodor Dostoyevski’nin Budala romanındaki bir karakterin adı bu.”

“Ah…” Başmüfettiş Fantom derin bir nefes aldı. “Tabii ya, nasıl da hatırlayamadım. Yani siz…”

“Nastasya Flippovna benim sahne adım. Ben de onun gibi âşığım tarafından katledileceğim.”

“Tövbe deyin! Allah korusun! Ağzınızdan yel alsın!”

Nastasya Flippovna insanın yüreğini hem kamaştıran hem yakan bir gülüşle “Öyle, Müfettiş Bey, öyle… Kaderimi seziyorum. Lakin sizi talihimi müzakere için ziyaret etmedim.”

Fatin Fantom, müsaade alıp çıktı ve birkaç dakika sonra elinde iki fincan kahveyle geldi.

Nastasya, kahveyi yudumlarken tebessümünü bakışlarıyla hediye ediyordu. “Önceki gece öldürülen iki adam…”

“Evet?” Fatin Bey, o anda polis olduğunu hatırladı.

“Onlar… üç kişiydiler.”

“Üç mü? Kimdi üçüncü?”

“Bilmiyorum. Fakat nerede görsem tanırım. Zira… ömrümde onun kadar yakışıklı bir adama hiç rastlamadım.”

Bu son sözler, Fatin Fantom’un ağırına gitmiş, umutlarını yıkmış, yaşama azmini söndürmüştü. O piç kurusunu bir an evvel enseleyip zindana sürükleyecek ve ilelebet orada kalmasını sağlayacaktı.

Boş bulunup “O piç kurusunu bir an evvel enseleyip zindana sürükleyeceğim!” diye tısladı.


Tanpınar’a Huzur yok | 6. Bölüm | Zaman hayallerimizi de hakikatlerimizi de kırar

 

Murat Menteş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir