Siyaseti takipten çıkmak otoriter popülizmi güçlendirir

Siyaseti takipten çıkmak otoriter popülizmi güçlendirir

Işık Üniversitesi’nden Prof. Dr. Seda Demiralp ile seçimler sonrası seçmenlerin siyasete küsmesi ve duygusal hayal kırıklığını konuştuk. Demiralp, seçmenin siyaseti takip etmez hale gelmesi tek başına çok tehlikeli olduğunu ifade edip, nedeni şöyle açıklıyor: “Türkiye gibi demokratik kurumların kırılgan olduğu ülkelerde seçmenlerin siyaseti takip etmez olması, demokratik gerileme açısından çok tehlikeli. Bu otoriter popülizmi güçlendirir.”

Geçtiğimiz haftalarda Reform Enstitüsü’nde bir araştırmanın sonuçlarını paylaştınız. Orada seçmenlerin yüzde 35’inin sandığa, siyasete küstüğü gibi genel bir tespit vardı. Biraz o araştırmadan bahseder misiniz?

Seçimlerden sonra meslek çevremizde, arkadaş gruplarımızda siyasete bir yabancılaşma, yani bir çeşit “apati” geliştiğini gözlemlemeye başlamıştık. Bu araştırma fikri de kısmen bu gözlemler sonucunda ortaya çıktı. Meslek deneyimimizde, sosyal hayatta izlediğimiz bu siyasetten uzaklaşma halinin toplumda ne kadar yaygın olduğunu görmek istedik. Türkiye, siyasete ilginin görece yüksek olduğu, sandığa gitme oranlarının ise bilhassa yüksek olduğu bir ülke. Hatta belki diyebiliriz ki Türkiye siyasetinde son yıllarda yaşanan “demokratik gerilemeyi” sınırlayan pek az direnç noktasından biri, vatandaşın siyasete ve bilhassa sandığa ilgisi. Bu sebeple, özellikle de yeni bir seçime aylar kala beliren bu dikkat çekici seçmen ilgisizliğinin kalıcı olma veya yaygın olma ihtimali endişe vericiydi. Bu yüzden bu konuya yakından bakmak istedik ve bir apati araştırması yapmaya karar verdik.

İlginç sonuçları olan bir araştırma oldu. Bir kere, düşünülenin aksine, yalnız muhalif seçmende de değil, iktidar seçmeninde muhalefete yakın derecede bir “bıkkınlık” olduğu görüldü. Kısmen ortak, kısmen farklı deneyimlerden kaynaklanan bir bıkkınlık bu. İktidar seçmenindeki yılgınlık, daha çok ekonomik sorunların büyüyerek devamından tetikleniyor. Muhalefette ise, bir türlü seçim kazanamama halinden. Muhalefet için diyebiliriz ki önce seçim yenilgisi, yani iktidarı değiştirememe bir kırılma yarattı. Ardından ikinci bir kırılma da, başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinde bu yenilginin ardından belirgin bir değişim gerçekleşmemesi üzerine oldu. Bu durum seçmende şu duyguya yol açtı: “Ne iktidarı değiştirebiliyorum ne de muhalefeti.” İşte bu duygu, insanların siyasete yabancılaşmasına yol açtı. Yani iktidar seçmeninde ekonomik sorunların bir türlü çözülmemesi; muhalefet seçmeninde de bir türlü iktidar olamama hali, seçmen olarak siyaset üzerinde etki sahibi olmama hissi ve akabinde siyasetten kopma yarattı.

Bu yabancılaşmanın sonucunda ne gibi davranış değişiklikleri beklenebilir?

Apatinin en somut davranışsal sonuçlarından biri sandığa gitmemek olabilir. Nitekim bu çalışmada da yüzde 30’lara varan oranda, “Bir daha sandığa gitmeyi düşünmüyorum” tepkisi görüldü. Bu şu açıdan önemli: Türkiye’de seçime katılım hep yüksektir. 14 Mayıs’ta yüzde 89, 28 Mayıs’ta yüzde 85 idi mesela bu oran. Sandığa ilginin bu kadar yüksek olduğu bir seçimden sonra bu kadar radikal bir tepki çok dikkat çekici. Seçim sonrası andığa ilgi adeta serbest düşüş yaşamış.

Denebilir ki Türkiye’de sandığa ilgi geleneksel olarak yüksek olduğu için, seçim günü gelince bu apatetik tablo da yine değişecektir.

Doğru, değişir elbette, ama ne kadar değişir? Türkiye’de sandığa ilgi yüksek olsa da bu ilgi hep aynı oranda da gitmedi, dalgalanmalar hep oldu. Başa baş girilen seçimlerde birkaç yüz bin oyun ne kadar önemli olduğunu düşünecek olursak, bu dalgalanmaların sonuç değiştirebildiğini ve apatinin küçümsenecek bir durum olmadığını görebiliriz.

Ayrıca apatinin tek olumsuz sonucu sandığa gitmemek değil, başka riskler de var.

SİYASETİ TAKİP ETMEKTEN ÇIKMAK TEHLİKELİ

Mesela…

Seçmenin siyaseti takip etmez hale gelmesi tek başına çok tehlikeli. Demokratik kurumların köklü olduğu, seçimlerin günlük hayata dair çok az şeyi değiştirdiği ülkelerde bu o kadar büyük bir risk olmayabilir. Ama Türkiye gibi demokratik kurumların kırılgan olduğu ülkelerde seçmenlerin siyaseti takip etmez olması, demokratik gerileme açısından çok tehlikeli.

Seçmen ilgisizliği otokratik siyasi sistemlerde iktidarların işini çok kolaylaştırabiliyor, hatta pek çok zaman, propaganda, seçmeni belli bir konuya ikna etmeye çalışmaktansa, seçmenin kafasını karıştırıp onu siyaseti takip edemez hale getirmek üzerinden ilerliyor. Tutarsız politikalar, siyaseti şeffaflıktan çıkarma, geçmişi sürekli yeniden okuma, kuralları sürekli değiştirme, dostu düşmanı sürekli yeniden tanımlama, bir çeşit “gaslighting” etkisi yaratıp vatandaşta zihinsel bulanıklık ve siyasi bilgiye dair ilgisizlik, yani “bilgi apatisi,” ve siyasi takipsizlik yaratıyor. Rusya siyaseti mesela bunun tipik bir örneği.

Bu riski iyi anlamak gerekiyor.

Peki neden yabancılaşıyor vatandaş siyasete?

Birinci olarak, siyasiler tarafından umursanmadıklarını, siyaseti etkileyemediğini; ikinci olarak ise, siyaseti kavrayıp anlamlandıramadıklarını, takibini yapamadıklarını, çünkü siyasetin kapalı kapılar arkasında döndüğünü, kendi başlarına gerçekleri kavramak ve siyaseti anlamlandırabilmek için yeterli bilgiye sahip olmadıklarını, olamayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla siyaseti anlamaya ve etkilemeye uzun yollu enerji harcamamayı tercih ediyor, en kestirme cevapları ve en kısa yollu çözümleri alabilecekleri popülist liderlere yöneliyorlar.

Ülkeler arası bazı farklar da var ama. Mesela ABD, Kanada gibi ülkelerde apati daha çok kurumları etkileyememe duygusundan beslenebiliyor. Orada seçmen daha çok şöyle düşünebiliyor: “Evet, benim oy verdiğim siyasetçi seçim kazanabilir ama kurumları değiştiremez. Mesela silah kullanımını kısıtlayıcı bir yasal değişikliği istese de kolay kolay çıkartamaz.” gibi.

Türkiye’de tepki, kurumlardan çok siyasilere yönelik. Türkiye’de seçmen siyasetçiyi kurumların üzerinde görüyor, seçilen siyasetçinin kurumları etkileyip değiştirebileceğini düşünüyor, ki haksız da değil, çünkü bizde kurumlar zayıf. Bu sebeple seçmen siyasetle ilişkisini liderle ilişkisi üzerinden kuruyor.

APATİ TÜM SEÇMENLERDE YÜKSEK

Yani lider odaklı bir toplum muyuz?

Evet, Türkiye’de vatandaş siyaset denince kurumlardansa, siyasetçilere ve daha çok da doğrudan muhatap olduğu, ondan oy isteyen ve ona vaatlerde bulunan lidere bakıyor. O açıdan, mesela Türkiye’de siyasi kampanyalarda lider değil, programın önemli olduğunu söylemek zor. Vatandaş, bir partiye, bir programa, bir vaade güvenip güvenemeyeceğine o partinin liderinin ya da adayının gözüne bakıp ona göre karar vermeye çalışıyor. Yani evet, bugün lider odaklı bir siyasi ortamda bulunuyoruz.

Türkiye’de kurumların hiçbir zaman çok kuvvetli olmamış olması bunun bir sebebi. İkincisi, son yirmi yılda tüm dünyada aslında bu yönde bir eğilim var. Popülist siyasetin yükselişi aslında kurumlar üstü, lider odaklı siyasetin de yükselişi oldu.

Ve yine apatiye dönecek olursak, bizde apati de, lidere olan kırgınlık ya da tepki şeklinde oluşuyor. Yalnız belki burada iktidar ve muhalefet seçmeni arasında şöyle bir farktan söz edebiliriz: Demiştik ki her iki grupta da apati yüksek. Ve her ikisinde de çözüm liderden bekleniyor ama bazı farklar var.

Ne gibi farklar var?

İktidar seçmeninde, daha çok ekonomik problemlerin bir türlü çözülememiş olmasından duyulan bıkkınlık apatetik tutum yaratıyor. Fakat iktidar seçmeninin önemli bir kısmı çözümü Erdoğan’ın bu sorunları halletmesinde arıyor. İktidar seçmeninde, eski liderleri emekli edecek yeni bir lider fikrine sıcak bakanlar yaklaşık yüzde 35 civarında ölçüldü. Halbuki muhalif seçmende bu oran yüzde 85 civarında idi. Yani muhalif seçmenin Kılıçdaroğlu ile gönül bağı kopmuş görünüyordu.

Muhalefet seçmeninin istediği oldu ve lider değişikliği oldu. Bu siyasetten küsen muhalefet seçmenini kazanamaya, onu sandığa götürmeye yeter mi tek başına?

Bunu göreceğiz ama şu kadarını şimdiden gördük: Kurultayın ilk günü seçimin ikinci tura kalması muhalefet seçmeninde birden bir heyecan yarattı. Geç saat olmasına rağmen insanlar birbirine haber verdi, pek çok kişi uykudan kalkıp televizyonlarını açtı.

Elbette, seçmen genelinde bu heyecan ne kadar yaygındır onu araştırıp ölçmek gerek. Ama ben, elimizdeki mevcut veriye dayanarak, siyasete küsen seçmenin en azından bir kısmının bu değişim sonrası siyasete ilgisinin artabileceğini düşünüyorum. Nitekim bu apati araştırmasında CHP seçmeni içinde Özgür Özel’i CHP genel başkanlığına yakıştıranların oranı %60 üstünde ölçülmüştü. Kalanların önemli kısmı çekimserdi. Bu veriye dayanarak yorum yapacak olursak, seçmenin kurultay sonucundan memnun olduğunu söyleyebiliriz.

Kurultay sonrası seçmen tepkileriyle ilgili bir ölçme var mı yakında?

Henüz benim bildiğim yok.

SEÇMEN GÜÇLÜ LİDER İSTİYOR

Peki, genel olarak sizce Türkiye’de seçmen nasıl bir lider tercih ediyor?

Bana göre Türkiye’de seçmen; güçlü, onun için kavga edecek, sorunlarını çözecek, kendine benzettiği, duygu bağı kurabildiği, hayata benzer baktığını düşündüğü bir lider istiyor.

Fakat burada “güçlü lider” derken; baskıcı, gücüyle seçmeni ezen bir lider tahayülünden söz etmiyorum. Bu bana göre, patrimonyal bir seçmen-lider ilişkisi değil. Popülist siyasetin önemli bir farkı, seçmenin güçlü liderin peşinden giderken, onu kendi ve kendi gibilerin bedenleşmiş hali gibi görmesi. Yani liderin gücünü kendi gücü gibi görüyor. Bu fark önemli çünkü seçmen, liderin kendine hizmet etmediğini düşündüğü noktada onu değiştirebilme hakkını elinde tutmak istiyor.

Bazen AKP seçmeninin profil olarak, örneğin CHP seçmenine göre daha pasif ve itaatkâr olduğu düşünülüyor. Ben bu farkın abartıldığını düşünüyorum.

Nitekim bu araştırmada da seçmendeki “yetkinlik” ya da “özmuhtariyet” diye adlandırabileceğimiz duyguyu, yani kişinin kendini hayatı üzerinde kontrol sahibi hissetme duygusu, AKP ve CHP seçmeninde çok yakın ölçüldü. Bu, bence araştırmanın en çarpıcı sonuçlarından biriydi.

Yani aslında, “zamanın ruhu” hepimizi birbirimize benzetiyor. Örneğin bu söz ettiğim yetkinlik duygusu, ne parti tercihiyle ne eğitim seviyesiyle ne cinsiyetle ilişkili çıkmıyor; fakat bireyin maddi durumuyla çok kuvvetli bir ilişki içinde çıkıyor. Bu etkinlik ya da özmuhtariyet konusunu başlı başına bir sohbet konusu.

Ama özetle şunu diyebilirim: Bana göre, averaj seçmende bir güç özlemi var. Seçmen, bu özlemin tatminini de güçlü ve gücüyle seçmene de kendini güçlü ve etki sahibi hissettirecek bir liderde arıyor.

Mesela Özgür Özel’in kurultay konuşmasında şöyle bir cümlesi olmuştu: “Sizden güç alıyorum; size güç vereceğim”. Sanıyorum bu cümleyle Özgür Özel’in vermek istediği duygu işte bu tanımladığım duyguydu.

Prof. Dr. Seda Demiralp

Siyasette duygu niye bu kadar önemli ve niye bu kadar fark edilmemiş sizce?

Siyaset biliminde duyguların önemi zamanla daha fazla anlaşıldı. Siyasetçiler içinde de, diyebiliriz ki sağ gelenekten gelen siyasetçiler, duyguların gücünü daha erken kavradı; sol gelenekten gelen siyasetçiler biraz daha geç kaldı.

Aslında önce şunu söyleyelim: Duygular birtakım bilgiler sunuyor bize. Tıpkı mantığın sunduğu bilgiler gibi. Biz bir karar vereceğimiz zaman bu bilgilerin tümü ışığında veriyoruz o kararı. Fakat duygulardan gelen bilgilerin bir farkı ve üstünlüğü var. Duygulardan gelen bilgi bize çabasız ve çok hızlı geliyor. Düşünüp taşınmamız, hesap kitap, analiz yapmamız pek gerekmiyor bu bilgilere erişmek için. Bir lidere bakıp onu seviyoruz veya sevmiyoruz. Ona güveniyoruz veya güvenmiyoruz. Vaatlerini yerine getirebileceğine inanıyor veya inanmıyoruz. Duygusal bilgiler, mantıkla eriştiğimiz bilgilerden daha kolay ve hızlı geldiği için, çoğu zaman önce duygularla karar veriyor, sonra bu kararı mantığa uyduruyoruz. Ayrıca tüm dünyada insanların zamanı da dikkat süresi de yıllar içinde azaldı. O yüzden bu hızlı ve çabasız gelen bilgiler hayatımızda daha belirleyici oluyor.

SİYASET DUYGUNUN ÖNEMİNİ YENİ KEŞFEDİYOR

Aslında reklamcılar galiba daha erken fark etti duyguların önemini?

Evet, reklamcılar siyaset bilimcilerden daha önce fark ettiler duyguların davranışlara etkisini; o yüzden bir dönem mesela, siyasi kampanyalarda reklamcılar ve iletişimciler dominant oldu. Tabii bu da bu kampanyaları başka açılardan eksik bırakabiliyordu. Neticede siyaset bilimi alanında duygulara alan açılması, siyaset biliminin bu alana katkı vermeye başlaması zaman aldı.

Dünyada popülist liderlerin duygulara daha çok hitap ettiğini söyleyebilir miyiz?

Evet, bugün siyaseti anlamaya çalışırken duygular hakkında daha çok konuşuyorsak bunu bir ölçüde popülistlere borçluyuz. Popülist hareketler baştan aşağıya duygu odaklı. Yok sayılma, öfke ve güçsüzlük duygularının bir birleşimi hatta, patlaması gibiler. Popülistlerin son yirmi yılda tüm dünyada yükselişi, diğer anaakım partileri ve aktörleri de popülistlerle rekabet edebilmek için bu liderlerin neden rağbet gördüğünü, popülistlerin hangi ihtiyaç ve duygulara hitap ettiğini anlamaya zorladı. Yani, aslında tabii popülistlerden önce de, yine sağ siyasette duygular bir ölçüde etkiliydi. Mesela milliyetçi siyasetin duygudan bağımsız düşünülmesi mümkün değil. Sol siyasette duygu biraz daha geri planda kalmıştı. Ama popülizmde ideoloji çok az, duygu çok fazla olduğu için duygu siyasetinin gündemimize girmesinde popülist dalganın, popülist talebi anlama çabasının çok fazla etkisi var.

Ve mesela diyebiliriz ki, Türkiye’de 2023 seçimlerinde muhalefetin belki de en büyük eksiği duyguların rolünü yeterince hesap edememesi yahut duygulara yeterince etkili biçimde hitap edememesiydi. Muhalif siyasi aktörler, mevcut ekonomik durum başta olmak üzere içinde bulunulan olumsuz koşulların, bir siyasi değişimi neredeyse kaçınılmaz kıldığını, mevcut şartlarda seçmenin bu şartlardan kurtulmak için kendilerini seçeceğini düşündüler ama olmadı.

Neticede, mevcut ekonomik kriz ortamında dahi, bir milliyetçi-kalkınmacı söylemin iktidarı başarıya taşıyabildiğini; enflasyon, kur krizi, afet gibi somut gerçekler kadar hatta onlardan daha fazla duyguların ve algıların belirleyici olduğunu gördük.

Özetle duygular, siyaset bilimciler tarafından biraz geç ilgi görmüş, siyaset içerisinde daha çok sol görüşlü partiler tarafından ihmal edilmiş etkisi yeterince kavranmamış ama son 20 yıldır popülist siyasetin başarıyla kullandığı bir siyasal araç olmuştur diyebiliriz.

İktidar, seçmeniyle kurduğu duygusal bağ nedeniyle mi yıllardır seçim kazanıyor?

İdeoloji yahut geçmişte edinilmiş ve kısmen hala ediniliyor olan somut ekonomik çıkarların da yeri büyük. Ama şunu söyleyebiliriz: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçmeniyle kurduğu güçlü duygu bağı, seçmeni Erdoğan’dan gelecek mesajlara açık, diğerlerine ise kapalı yapıyor. İktidar söylemi, bu açık kanal sayesinde bunca etkili olabiliyor. Muhalif aktörler seçmenin duygusuna dokunamadan, sadece iktidara oy vermemek için mevcut olan “somut gerçekleri” listelemekle kaldıklarında, bu listedekiler ne kadar gerçek olurlarsa olsunlar seçmene değmeden geçip gidiyorlar.

DUYGULAR VE SİYASET LABARATUARI KURDUK

Peki bugün bolca duygu konuştuk. Işık Üniversitesi’nde de duygu çalışmalarıyla ilgili bir merkez kurma aşamasında olduğunuzu biliyorum, bundan da biraz bahsetmek ister misiniz?

Memnuniyetle. Bu dönem üniversitemizde “Emotics: Duygular ve Siyaset” laboratuvarını kurduk. Bugün konuştuğumuz gibi, siyasette duyguların rolünü daha iyi anlamak ve bu duygulara dokunarak toplumsal fayda oluşturmak istiyoruz. Bu merkezde, duyguların siyasi etkilerine ilgi duyan akademisyen ve sivil toplum temsilcilerini bir araya getirmek, birlikte güncel gelişmeleri izleyip analiz etmek ve çeşitli atölye çalışmalarıyla toplumsal katkı sağlamak gibi hedeflerimiz var. Benim çok heyecan duyduğum bir oluşum. Umarım güzel çalışmalara imza atarız.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir