En güçlü çare daha fazla demokrasi

En güçlü çare daha fazla demokrasi

Hanımefendi, belediye başkanı seçilmesi halinde kapısının DEM’i destekleyenler hariç, herkese açık olacağını söylüyor. Bu beyan devletin tüm vatandaşlara eşit davranmasını gerektiren temel vatandaşlık anlayışına aykırıdır. Böyle bir düşünce temsilcisinin herhangi bir partiden aday yapılmaması gerekir.

Cumhuriyet Halk Partisi Afyon belediye başkan adayı hanımefendinin seçimi kazanırsa DEM partililer hariç herkese kapısının açık olacağını beyan etmesini iki ayrı çerçevede ele almak gerekiyor. İlkin, konu seçime giden partilerin birbiri ile oluşturacakları koalisyonlar,  şu veya bu partinin adayının seçimi kazanması için girişecekleri işbirlikleri çerçevesinde ele alınabilir. İkinci olarak ise belediyelerin hizmet anlayışı seviyesinde değerlendirilebilir.

Konuya partiler arası ilişkiler temelinde yaklaştığımızda, bir belediye başkanı adayının partisinin izlediği işbirliği stratejilerini beğenmediğini söylemesi mümkündür. Hatta bu türden düşünceleri ifade etmenin parti içi demokrasinin doğal bir tezahürü olduğunu iddia etmek dahi, böyle bir beyan pek memnuniyet uyandırmasa bile, belki kabul edilebilir.  Bu durumda söylenebilecek tek şey, partinin seçimde izleyeceği işbirliği stratejilerinin önceden bilinmesi halinde, yapılanı beğenmeyen kişinin aday olmayı kabul etmemesidir. O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor? Acaba Cumhuriyet Halk Partisi alenen herhangi bir parti ile seçim sırasında işbirliği yapacağını açıklamış mıdır? Bilebildiğim kadarıyla, parti bazında değil seçmen bazında bir birlikteliği hedeflendiğini ifade edilmiş, ülke çapında bir diğer parti ile somut işbirliği yapılması konusunda bir karar alınmamıştır. Buna karşılık, seçim bölgesi bazında diğer partilerle muhtelif işbirliği formüllerinin geliştirildiği bilinmektedir. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, Afyon belediye başkan adayının seçimde DEM ile işbirliği yapmayı düşünmediğini açıklama hakkı vardı. Şayet başkan adayı hanım konuya biraz daha diplomatik yaklaşsaydı, kimlerle işbirliği yapmayı ya da hangi partinin seçmeninden oy almayı beklediğini söyler, ancak takdiminde DEM’e herhangi bir atıfta bulunmazdı. Belli ki aday hanım, DEM’e karşı olduğunu açıkça ifade etmekten fayda umuyor. Sözlerini seçimde işbirliği ile sınırlasaydı, parti merkezinin “her bölgede adaylar uygun gördükleri işbirliklerini gerçekleştirirler” türünden bir açıklama ile yapması ile konu kapatılabilirdi.

Yapılan düpedüz vatandaşı siyasi tercihine bakarak ayırmak, beğenmediklerinizi kamu hizmetlerinden mahrum etmek, böylece “bölücülük” yapmaktır. DEM kanunlarımıza göre kurulmuş ve faaliyet gösteren, seçimlere katılma hakkına sahip bir siyasi partidir. Dolayısıyla, o partiye oy verenlere sanki bir suç işlemişler gibi davranmak söz konusu olmamak gerekir.

YAPILAN DÜPEDÜZ “BÖLÜCÜLÜK”

Maalesef, aday hanımın beyanı belediyenin, hatta daha da kapsamlı ifade edecek olursak, devletin vatandaşa hizmet anlayışı ile bağlantılı. Hanımefendi, belediye başkanı seçilmesi halinde kapısının DEM’i destekleyenler hariç, herkese açık olacağını söylüyor. Bu beyan devletin tüm vatandaşlara eşit davranmasını gerektiren temel vatandaşlık anlayışına aykırıdır. Böyle bir düşünce temsilcisinin herhangi bir partiden aday yapılmaması gerekir. Yapılan düpedüz vatandaşı siyasi tercihine bakarak ayırmak, beğenmediklerinizi kamu hizmetlerinden mahrum etmek, böylece “bölücülük” yapmaktır. Hemen belirtmemiz gerekiyor ki, her ne kadar gerek seçmenin gerek siyasilerin büyük bir bölümü hayranlık duymuyorsa da, DEM kanunlarımıza göre kurulmuş ve faaliyet gösteren, seçimlere katılma hakkına sahip bir siyasi partidir. Dolayısıyla, o partiye oy verenlere sanki bir suç işlemişler gibi davranmak söz konusu olmamak gerekir. Cumhuriyet Halk Partisi, sözlerinin de arkasında durduğunu ısrarla belirten aday hakkında “bölücülük” yaptığı gerekçesiyle işlem yapmalıdır.

Afyon Cumhuriyet Halk Partisi belediye başkan adayının beyanları aslında tüm siyasetimizin bir türlü çözemediği bir soruna işaret ediyor: Güneydoğu kökenli, kendisini etnik olarak Türk diye tanımlamayan, bu farkın teslim edilmesini, toplumsal ve siyasal hayatın ona göre düzenlenmesini talep eden ama Türk vatandaşlığını kabul eden bir nüfus kesimi var. Çoğunluğu DEM’e oy verdiği varsayılan bu vatandaşlarımızı ulusal siyasal hayatımıza nasıl entegre edeceğimizi bilmiyoruz. Peşinen, bu insanların ülkemizden kopmak niyetini taşıdığını, tüm taleplerinin bu amaca matuf olduğunu, bunun da kabul edilemez olduğunu düşündüğümüzden, o nüfus kesiminin siyasi tercihlerini yansıttığını ileri süren partiyi siyasetten dışlıyoruz. Bu bazen yargının partiyi kapatması biçiminde de cereyan edebiliyor, ancak her dönem benzer düşünceyi temsil eden bir parti de ortaya çıktığından, o partiden uzak durmaya, o partiyi siyaset arenamızın dışında bırakmaya çalışıyoruz. Fakat, aynı temayülü temsil eden partiler her zaman bir şekilde kuruluyor, faaliyet gösteriyor, eskisi kapansa yenisi açılıyor. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Maalesef, bazı siyasi partilerimiz bu partileri hedef alarak oy toplamaya çalışıyorlar. Aynı politikada ısrar ettiklerine bakılacak olursa, izledikleri çizginin partilerine desteği arttırdığını söylemek mümkün.

Siyasetimizde etnik veya bölgesel kökeni kullanarak destek sağlamak pek yabancı bir olgu değil. Bütün büyük kentlerimizde ülkenin şu veya bu bölgesinden gelen insanlar var. Örneğin, ister yerel ister genel seçimlerde olsun, adaylar il, ilçe hatta köy kökenli dayanışma derneklerini ziyaret ederek destek sağlamaya çalışıyorlar. Hatta, İstanbul’dan oy almak için göç veren illere gidip, oralarda kampanya yapanlar bile olduğu söyleniyor. Karadenizli olanların bunu bir siyasal dayanışma kaynağına çevirmeye çalıştıklarını hepimiz görüyoruz. Bir dernek de zamanında İstanbul’da hiç Rumeli kökenli aday olmadığını şikayet konusu yapmıştı. Belirli yerlerde Kafkas kökenli nüfusun yoğun olmasına bağlı olarak adayların Kafkas kökenli olmasından fayda umuluyor. Aşiret düzeninin nisbi önemini koruduğu yerlerde bu mensubiyet de gerek aday belirlenmesinde, gerek oy temininde etkili olabiliyor. Falanca mezhepten olmanın da bazı ortamlarda etkili olabileceğini biliyoruz. Doğu veya Güneydoğu Anadolu’dan gelmek, Kürt kökenli olmak da siyasi bir kriter olabiliyor.

Kanımca, DEM veya benzerlerini tabiileştirmemiz, siyasetimizin olağan bir parçası kılmamız, onları siyasetten dışlamayı siyaset malzemesi yapmaktan uzak durmamız lazım.

DEM VE BENZERLERİNİ TABİİLEŞTİRMEMİZ LAZIM

Pekiyi, DEM konusunda bizi rahatsız eden, halledemediğimiz sorun nedir? Bunu yukarda da ifade ettim. Bu parti etnik farkların ifadesi ötesinde tanınması, kurumsallaşmasını istiyor. Kurumsallaşmadan kastım anadilde öğretim, devlet işinde çift dil ve benzeri hususlar. Geçmişte hiçbir konuda ödün verilmezken, sizlerin de bildiği gibi, son yıllarda bazı açılımlar yapıldı. Bir örnek vereyim. Kürtçe müzik serbest bırakıldı. Eskiden kaçak teyp ve plak satanlar, bu adımdan bir süre sonra satışlarının azaldığından yakınmaya başladılar.  Keza, anladığım kadarıyla Kürtçe kursları da beklendiği oranda yoğun bir ilgi görmemiş. Görülebildiği kadar, hayatın normal akışı içinde bazı taleplere olumlu yaklaşmaktan çekinmeye gerek yok.

Ben daha genel bir yaklaşımı düşünmemiz gerektiği kanısındayım. Dünyanın birçok yöresinde, toplumun genelinde yeterince kabul görmeyen, sayıları da çok kabarık olmayan nüfus kesimlerinin ülkenin bütünlüğünü zedeleyebileceğinden endişe edilen talepleri olabiliyor.  Bunların olağan demokratik süreçler içinde ifade edilmesi, aykırı görüşleri savunan kişi ve örgütlerin de ulusal demokratik çerçeve içinde kalarak, kendi görüşleri yönünde toplumu ikna etme gayretlerine kapıyı açık tutuyor. Böylece, bu kişiler ve örgütler de sistemin içinde yer alıyorlar, sistemi olağandışı yöntemlere başvurarak değiştirme çabalarından uzak duruyorlar. Sonra, insanların düşüncesinin sabit olmadığını da unutmamak lazım. Bir dönemde aykırı, marjinal olarak nitelenebilecek bir partiyi destekleyenler, daha sonraki dönemlerde bu ısrarlarından vaz geçebiliyorlar. Buna karşılık, dışlanmak bir parti yandaşlarını bir arada tutan, dolayısıyla partiye güç katan bir tavır olabiliyor. Sanıyorum, başka ülkelerde yaşanan deneyimleri inceleyerek, bazı değerlendirmeler yapmak mümkün. Hatırlayacaksınız, bir dönemde İspanya’da işlerini halletmek için teröre başvurmaktan da çekinmeyen bir BASK hareketi vardı. İspanya’nın genel demokratikleşmesi içinde olağan siyasette yerini alınca, hareket korkulan bir terör hareketi olmaktan çıktı. Günümüzde adı pek adı anılmadığına göre, muhtemelen siyasi önemi de azalmış olmalı.

Aykırı düşünceleri savunanları siyasetin dışına çıkarmak, onların dış destek aramaları ve genelde bulmalarının da önünü açıyor. Böylece ülkenin bütünlüğünü korumak niyetiyle alınan tedbirlerin bunun tam tersi sonuçlara yol açması pek bilmediğimiz bir olay değil.

Bütün söylediklerim bizi nasıl bir sonuca götürüyor dersiniz? Kanımca, DEM veya benzerlerini tabiileştirmemiz, siyasetimizin olağan bir parçası kılmamız, onları siyasetten dışlamayı siyaset malzemesi yapmaktan uzak durmamız lazım. Bu çerçevede diğer siyasi partilerimizin de bu partilerle seçimler dahil, bazı konularda işbirliği yapabileceğini tabii karşılamamız gerekiyor.  Demokrasimizi korumak ve geliştirmek için gayret edersek, daha otoriter ortamlarda sorun olarak telakki ettiğimiz gelişmelerin azalmasını, sorun olmaktan uzaklaşmasını sağlayabiliriz. Bunun ötesinde, sorun varken, hiçbir sorun yokmuş gibi hareket etmek, sorunun çözülmesiyle değil, yoğunlaşması ve karmaşıklaşması ile sonuçlanıyor. Sorunu çözmek ya da sonlandırmak güçleşiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir