Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin yolu

Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin yolu

Ne seçim mağlubiyetleri ne de dağılan ittifaklar Kılıçdaroğlu’nun ilk kez karşılaştığı başarısızlıklardı. Ancak bu başarısızlıktan çok daha önemli bir husus var: Bir sonraki seçimde muhalefet istediği başarıyı nasıl kazanacak? Bu kurultayın temel hedefi, seçim sonrasında CHP örgütü ve seçmeni arasında açılan makası kapama iddiası olacaktır. 

Cumhuriyet Halk Partisi, 38. Olağan Kurultay’ını, büyük seçim yenilgisinden yaklaşık beş ay sonra, 4-5 Kasım 2023 tarihlerinde yapıyor. Kemal Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel arasında geçmesi beklenen genel başkanlık yarışında, kimilerine göre çekişme ve hizipler, kimilerine göre ise demokrasi ve çok seslilik olarak adlandırılan rekabet en üst düzeye taşındı. Kılıçdaroğlu’nun seçimlerdeki başarısızlığı, CHP tabanında önemli bir hayal kırıklığı yaratmış durumda, bunun örgüte ne ölçüde yansıdığı ise kurultay sonucunda anlaşılacak. Daha altı ay önce, Erdoğan karşında en yüksek toplumsal desteğe sahip liderlerden biri konumunda olan Kılıçdaroğlu, 22 Mayıs 2010 tarihinde genel başkanlık makamında oturduğu günden bu yana belki de ilk kez bir kurultaya bu kadar zayıf giriyor.

Kılıçdaroğlu, genel başkan olduğu günden itibaren partinin kimliğinde ve stratejilerinde önemli değişiklikler yaptı. Aslında bu değişikliklerle bir siyasi stratejinin ağlarını örmeye çalıştı. Başkan seçildikten 13 ay sonra yapılan seçimlerde, önceki Genel Başkan Deniz Baykal’ın yakın çevresini partiden uzaklaştırdı. Ancak yapılan bir “kadro tasfiyesi”ydi; Baykal dönemi ulusalcı düşüncenin topyekûn bir reddi söz konusu değildi. Nitekim ulusalcı düşünceyi temsil edecek yeni isimler partiye çağrıldı. “Yeni ulusalcı” isimlerin yanı sıra Baykal döneminde parti içerisinde temsil imkânı bulamayan sosyal demokratlara, muhafazakârlara veya Kürt meselesine demokratik çözüm arayışındaki siyasetçilere de daha fazla alan açıldı. Böylelikle parti, Baykal dönemine kıyasla “çok sesli” ve “daha sosyal demokrat” bir çizgiye taşındı.

Parti içinde çok seslilik hâkim kılınmaya çalışılırken Gezi Parkı eylemleri de, Türkiye’de muhalefet partileri arasındaki iş birliklerini daha olanaklı hale getiren bir toplumsal yapı oluşturdu. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun hedefiyle toplumsal talep arasında bir örtüşme yaşandığı görüldü.

YANLIŞ ADAYLA DOĞRU SONUÇ ALINAMADI

Parti içinde çok seslilik hâkim kılınmaya çalışılırken Gezi Parkı eylemleri de, Türkiye’de muhalefet partileri arasındaki iş birliklerini daha olanaklı hale getiren bir toplumsal yapı oluşturdu. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun hedefiyle toplumsal talep arasında bir örtüşme yaşandığı görüldü. Gezi sonrasındaki ilk seçim olan 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, CHP ve MHP liderleri seçime ortak ya da o zamanki moda tabirle “çatı aday”la gitme hususunda anlaşmaya vardılar. CHP lideri, partililerin, gösterilen adayın kim olduğuna bakmaksızın “tıpış tıpış oy vereceği” varsayımıyla ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliği görevini üstlendiği için muhafazakârları ikna edeceği düşüncesiyle aslında MHP’li olan ve daha sonra MHP listelerinden milletvekili seçilecek olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday olarak gösterdi. Katılımın %74,1’de kalması, seçmenin istemese de sandığa gideceğine dair varsayımın hatalı olduğunu kanıtlamış oldu. Erdoğan oyların %51,8’ini alarak cumhurbaşkanı olarak seçildi.

CHP yönetimi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP ile ittifak kurarken, CHP tabanı ise 2015 seçimlerinde HDP’nin barajı geçebilmesi için kamuoyunda emanet oy olarak tartışılan stratejik oy kullanma eğilimine girdi. Ancak bu dönemde partilerdeki taban ile yönetim arasında tercih farklılıkları CHP ile sınırlı değildi. Zira HDP yöneticileri de çözüm süreci kapsamında AK Parti ile masaya otururken, seçmeni kendisini hükümetten çok muhalefete yakın konumlandırıyordu.

7 Haziran 2015 seçimlerinde meclis çoğunluğunu kaybeden AK Parti’nin, HDP ile ilişkilerini kesip, Bahçeli liderliğindeki MHP’ye yakınlaşması siyasetin dengesini değiştirdi. Ardından yaşanan 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ise Türkiye siyasetini bambaşka bir döneme soktu. Bir yandan ittifak ve iş birliği yapan partiler pozisyon değiştirirken, diğer yandan Erdoğan başbakanlık makamını “düşük profilli” bir yapıya dönüştürerek, fiilen başkanlık sistemine geçti. Yasaların bu fiili duruma uydurulması ise 16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile oldu. Referandumda çıkan %51,4 evet oyuyla Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CBHS) geçti.

Adalet Yürüyüşü, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında adeta yeni bir dönemi başlattı. Yürüyüş esnasında kullandığı semboller, onu sadece CHP’nin değil, Türkiye’deki muhalif demokratların lideri konumuna getirdi. Yürüyüş boyunca giydiği beyaz gömlek ve taşıdığı adalet yazılı pankart, demokratik siyasete dair tüm talepleri barındıran bir sembole dönüştü.

KILIÇDAROĞLU’NUN LİDERLİĞİNDEKİ DÖNÜM NOKTASI: ADALET YÜRÜYÜŞÜ

2015 yazında iki temel gündem vardı: koalisyon görüşmeleri ve çözüm süreci sonlandırılmasının ardından şehir merkezlerine taşan çatışmalar. Artık Türkiye’nin metropollerinde bombalar patlıyordu. 2016 yazında 15 Temmuz Darbe Girişimi yaşanmış, TBMM bombalanmıştı. 2017 yazında ise CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılıp, tutuklanması siyasetin sıcaklığını mevsim normallerinin üzerine çıkardı. Bu olay üzerine Kılıçdaroğlu, genel başkanlık koltuğuna oturduğu tarihten bu yana yaptığı en büyük eylemi gerçekleştirerek, Ankara Güvenpark’tan Berberoğlu’nun tutuklu bulunduğu İstanbul Maltepe’deki cezaevine kadar sürecek bir Adalet Yürüyüşü başlattı.

Adalet Yürüyüşü, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında adeta yeni bir dönemi başlattı. Yürüyüş esnasında kullandığı semboller, onu sadece CHP’nin değil, Türkiye’deki muhalif demokratların lideri konumuna getirdi. Yürüyüş boyunca giydiği beyaz gömlek ve taşıdığı adalet yazılı pankart, demokratik siyasete dair tüm talepleri barındıran bir sembole dönüştü. CHP’li olmayan siyasetçiler ve seçmen tarafından da destek verilen bu yürüyüş İstanbul Maltepe’de yapılan büyük mitingle sonlandırılırken, Kılıçdaroğlu kendi siyasi profilini hayli yükseltmişti.

2017 yılının muhalefet için tek büyük olayı Adalet Yürüyüşü olmadı. 2015’ten bu yana, MHP içerisinde Erdoğan ile yol yürümek istemeyen milliyetçiler, Bahçeli’ye parti içinde meydan okuyordu. Bahçeli’nin muhalifleri, mahkemelik olan kurultay sürecinin ardından MHP’den istifa ederek, 2017 yılının sonbaharında Meral Akşener önderliğinde İYİ Parti’yi kurdular. İYİ Parti’nin siyaset sahnesine dahil olması, CHP’nin yeni ortağının belli olması anlamına geliyordu. Erken seçim olması halinde İYİ Parti’nin seçimlere katılıp katılamayacağı tartışmaları, CHP’den 15 milletvekilinin istifa edip İYİ Parti’ye geçmesi ve İYİ Parti’nin mecliste grup kurarak seçime girme yeterliğini karşılamasıyla sonlandı. Baskın seçim kararının alınmasından, 24 Haziran 2018’deki seçimlere kadar geçecek 65 gün içerisinde CHP ve İYİ Parti arasında ortak adayda uzlaşması beklenilemezdi ve böyle bir durum da gerçekleşmedi. AK Parti ve MHP Erdoğan’ı ortak aday olarak gösterirken; CHP, İYİ Parti, HDP, Saadet Partisi ve Vatan Partisi kendi adaylarını gösterdi. İlk turda her partinin seçmenin en yüksek katılımla sandığa gitmesi ve seçimin ikinci tura kalması bekleniyordu. Ancak Erdoğan ilk turda oyların %52,6’sını alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, 2014’te MHP ile ortak aday üzerinde anlaşarak kendisi aday olmamıştı. 2018 seçimlerinde ise herhangi bir ortak aday kararı alınmamış olmasına rağmen, partinin lideri olarak kendisini değil, partinin grup başkanvekili Muharrem İnce’yi aday gösterdi. Bu durum bir yandan seçimlerin ikinci tura kalması halinde kendisinin Erdoğan karşında yeteri kadar oy alamayacağını düşündüğüne dair tartışmaları başlatırken; diğer yandan kişisel hırslarından arındığına dair 2023 seçimleri sonrasında tersinin konuşulacağı bir övgü almasını sağladı.

2019 seçimleri sonrasında Kılıçdaroğlu gerektiğinde devletin en üst makamlarına bir başkasını aday gösterebilecek kadar mütevazı, partisini ittifaklarda güçlü biçimde temsil edebilecek kadar stratejik, parti içerisinde diğer aktörlerin güçlenmesine izin verecek kadar da hırslarını dizginlemiş bir lider görüntüsüne kavuştu.

DOĞRU STRATEJİ DOĞRU ADAYLARLA BAŞARI GETİRDİ

Genel seçimlerde dayanışma gösteren ancak ittifak kuramayan CHP ve İYİ Parti, 2019 yerel seçimlerinde, özellikle büyükşehirlerde ortak aday gösterebildi. HDP’nin de seçimleri kazanma ihtimalinin zayıf olduğu yerlerde “demokrasi güçlerini destekleme kararı” alması, CHP ve İYİ Parti’nin ortak adaylarının güç kazanmasına katkı sundu. Bunun sonucunda Ankara ve İstanbul başta olmak üzere 11 büyükşehir belediyesinde seçimleri Millet İttifakı’nın adayları kazandı. Kuşkusuz bunda aday profilleri de önemli katkı sundu. Ekrem İmamoğlu aday gösterildiğinde İstanbul’da dahi tanınırlığı düşük bir siyasetçiydi. 18 Aralık 2018’de, büyükşehir belediye başkan adaylığının açıklandığında CHP kadrolarında dahi bir heyecan yarattığını söylemek mümkün değildi. Aday gösterildiği ve tanınırlığının düşük olduğu dönemde CHP liderinin tercihini yeni bir “İhsanoğlu vakası” olarak değerlendirenler bile oldu. Nitekim İstanbul ilçe belediye başkan adaylarının açıklandığı 28 Ocak 2019 günü CHP İstanbul İl Başkanı’nın görevinden istifa etme kararı alması da İstanbul seçimlerinin kazanılamayacağına dair inançsızlığın bir göstergesi niteliğindedir. Ancak İmamoğlu’nun kişisel karizması ve siyasi becerileri bu yorumların yanlışlığını 31 Mart 2019’da ve 23 Haziran 2019’da göstermiş oldu. Seçimlerde Atatürkçüleri, sosyal demokratları, demokrat muhafazakârları, milliyetçileri ve Kürt demokratları kendisine oy vermeye ikna edebildi.

Kılıçdaroğlu gerek ittifak gerekse aday tercihleriyle yeniden liderliğini kanıtlamıştı. Adalet Yürüyüşü’nden beri muhalefetin lideri konumuna yükselen Kılıçdaroğlu, kurduğu ittifaklar ve aday tercihleriyle yerel düzeyde de olsa bir başarıya ulaşabilmişti. Diğer bir ifadeyle Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu günden beri uygulamak istediği strateji, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş gibi güçlü siyasi aktörlerle buluşunca sonuca ulaşabildi. 2019 seçimleri sonrasında Kılıçdaroğlu gerektiğinde devletin en üst makamlarına bir başkasını aday gösterebilecek kadar mütevazı, partisini ittifaklarda güçlü biçimde temsil edebilecek kadar stratejik, parti içerisinde diğer aktörlerin güçlenmesine izin verecek kadar da hırslarını dizginlemiş bir lider görüntüsüne kavuştu.

Türkiye’de bir iktidar değişikliği olacağına dair umudun önceki seçimlere göre çok daha fazla olması, seçim sonrası umutsuzluğun da çok daha yoğun olmasına neden oldu. Bu ise parti içerisinde değişim talebi olarak karşılık buldu. Ancak Kılıçdaroğlu’nun “kaptan olarak gemiyi limana sağlam götürme” arzusu ve hedefiyle istifa etmeyi reddetmesi, daha önce ülkesi ve partisinin selameti için en önemli koltuklara talip olmayan, mütevazı ve hırslarından arınmış kimliği ile ters düştü.

KILIÇDAROĞLU İMAJI ÇÖZÜLÜYOR

2023 seçimlerine giderken Kılıçdaroğlu hiç olmadığı kadar güçlüydü. Sadece partisinde değil aynı zamanda muhalefet genelinde de büyük saygınlık kazandı. Atatürkçüler, sosyal demokratlar, milliyetçiler, Kürt demokratları ve muhafazakârların aynı anda saygı duyduğu bir kişiye dönüştü. İYİ Parti’nin güç kazanmaya başladığı bir dönemde, Millet İttifakı’nın belediye başkanlarının icraatlarına, 2019 ve 2020’de Gelecek ve Deva partilerinin de kurulması eklenince kamuoyunda muhalefetin genişlediğine ve güçlendiğine dair algı oluştu. Muhalefet, partiler bazında genişlerken ülkedeki sıkıntılar da büyüyordu. CBHS’ye geçildikten sonra yaşanmaya başlanan kur krizine, Covid salgınının neden olduğu kapanmaların ekonomik yükü de binince büyük bir ekonomik kriz başladı. Ekonomik çöküntü ve toplumsal huzursuzluk artmışken, seçime 4,5 ay kala yaşanan Kahramanmaraş’taki deprem felaketi de Erdoğan’ın seçimi rakibi kim olursa olsun kaybedeceğine dair düşünceyi besledi.

Erdoğan iktidarı karşında muhalefet genişlerken aynı zamanda bir araya gelmeyi de başardı. İlk olarak 12 Şubat 2022’de altı muhalefet partisinin lideri, Kılıçdaroğlu’nun ev sahipliğinde bir araya geldi. Bu andan itibaren yapılacak seçimlerin 2018’deki stratejiden farklı olacağına dair genel bir kabul ve muhalefetin “ortak aday” üzerinde uzlaşacağına dair kamuoyunda beklenti oluştu. 6 Mart 2023’te bir dizi krizin ardından Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanmasıyla 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın rakibi Kılıçdaroğlu oldu.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı sürpriz olmamakla birlikte tüm muhaliflerin gönül rahatlığıyla “evet” dediği bir adaylık olmadı. Cumhurbaşkanlığı görevini yürütebilecek yetkinliğe sahip olduğu ve o makamda olmayı hak ettiğine itirazlar yok denecek kadar azdı. Fakat seçimi kazanamayacağına dair endişeler giderilemedi. İYİ Parti liderinin masadan ayrılma kararı da bu endişenin bir sonucu olarak vuku buldu. Öte yandan CHP içerisinde de genel başkanını endişeyle destekleyen bir grubun olduğu biliniyordu. O dönemde kamuoyuna yansıyan anketlerde görüldüğü kadarıyla Erdoğan karşısında İmamoğlu ve Yavaş, Kılıçdaroğlu’na nazaran daha fazla oy alıyordu. Zaten Kılıçdaroğlu’nun adaylığının riskli olacağına dair endişe ve itirazların temelini de bu oluşturuyordu.

Erdoğan’ın ikinci turda oyların %52,2’sini alarak yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi, muhalefette ve CHP’de yeni bir dönemin kapısını araladı. Ekonomik kriz, Covid salgını ve deprem felaketine rağmen, Erdoğan karşısında Kılıçdaroğlu’nun oylarını artıramaması ve tıpkı 2014 ve 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve 2017 referandumunda olduğu gibi muhalefetin toplam oyunun %48 civarında kalması açık bir başarısızlık olarak görülebilir. Ancak yine de daha önce muhalefetin oyunun parçalı olduğunun ve ilk kez bir adayın Erdoğan karşısında tek başına %48 alabildiği de not edilmelidir. Sonuca hiçbir katkısı olmamakla birlikte, şayet muhalefetin oyunu birleştirmek bir başarı sayılırsa, kuşkusuz bu başarının sahibi Kılıçdaroğlu’dur.

Türkiye’de bir iktidar değişikliği olacağına dair umudun önceki seçimlere göre çok daha fazla olması, seçim sonrası umutsuzluğun da çok daha yoğun olmasına neden oldu. Bu ise parti içerisinde değişim talebi olarak karşılık buldu. Ancak Kılıçdaroğlu’nun “kaptan olarak gemiyi limana sağlam götürme” arzusu ve hedefiyle istifa etmeyi reddetmesi, daha önce ülkesi ve partisinin selameti için en önemli koltuklara talip olmayan, mütevazı ve hırslarından arınmış kimliği ile ters düştü. Değişim çağrılarına kulak verdiğini söylerken, 38. Olağan Kurultay’da bir kez daha genel başkanlığa aday olması bu kabule kendi koltuğunu dahil etmediğini gösterdi.

Öte yandan Kılıçdaroğlu, ittifaklar ve diğer partilerle ilişkilerindeki stratejileriyle partisine güven veren bir liderdi. Ancak seçim sürecinde bilhassa Deva ve Gelecek partili adaylara verilen kontenjan sayısı partisinin seçim sonrasında TBMM’de umulandan daha zayıf kalmasına neden oldu. Dahası Ümit Özdağ ile ikinci tur öncesi yaptığı ama seçim sonrası ortaya çıkan gizli protokol de Kılıçdaroğlu’nun stratejik ilişkileri iyi yöneten lider imajını yaraladı.

Kılıçdaroğlu’nun değişim taleplerine kendi koltuğunu katmaması, CHP’nin bir sonraki seçimlerdeki başarısına katkıda bulunması açısından sorunlu görünüyor. Kurultaya yaklaşık bir hafta kala yaptığı açıklamada, aklında görevi devretmek istediği birinin olduğunun sinyallerini vermesi de birçok açıdan tartışmalı. Parti içi demokrasi gereği lider değişiminin örgütün ikna edilmesiyle yapılması daha doğru bir yöntem.

KILIÇDAROĞLU’NUN SONRAKİ GENEL SEÇİMLERE ETKİSİ NASIL OLACAK?

Ne seçim mağlubiyetleri ne de dağılan ittifaklar Kılıçdaroğlu’nun ilk kez karşılaştığı başarısızlıklardı. Bunları daha önce de yaşamış ama kendi liderliğini bu denli tartıştırmamıştı. Cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarına sayılı günler kala, muhalefetin ortak adayı olarak ve belki de Erdoğan’ın en zayıf olduğu dönemde girdiği seçimde, muhalefetin toplam oyunu artıramamış olması, Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin sorgulanmasındaki en önemli etken oldu. Ancak bu başarısızlıktan çok daha önemli bir husus var: Bir sonraki seçimde muhalefet istediği başarıyı nasıl kazanacak? Kurultaydaki tarafların bu soruyu “değişerek” diye cevapladıkları açık, fakat değişimin içeriği konusunda fikir ayrılıkları var. Dolayısıyla kurultayın temel hedefi, seçim sonrasında CHP örgütü ve seçmeni arasında açılan makası kapama iddiası olacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun değişim taleplerine kendi koltuğunu katmaması, CHP’nin bir sonraki seçimlerdeki başarısına katkıda bulunması açısından sorunlu görünüyor. Kurultaya yaklaşık bir hafta kala yaptığı açıklamada, aklında görevi devretmek istediği birinin olduğunun sinyallerini vermesi de birçok açıdan tartışmalı. Parti içi demokrasi gereği lider değişiminin örgütün ikna edilmesiyle yapılması daha doğru bir yöntem. Ancak partiyi en kısa zamanda devredeceğine dair beyanı aynı zamanda mevcut CHP liderinin bir sonraki seçimde oyun kurucu ya da aktör olarak bir iddiasının olmadığının kabulü niteliğinde. Halbuki siyasetin örgütlü ve uyumlu çalışan bir grup ile yapılması başarı için önemli şartlardan biridir. Nitekim 2023 seçimlerinde belediye başkanlarının CHP liderine yaptıkları katkı ortada. Kılıçdaroğlu’nun sözleri, 2024 yerel seçimlerinde adayların belirlenmesinde kendisinin rol üstleneceği ama 2028’de yapılması planlanan genel seçimlerde kendisinin olmayacağı anlamına geliyor. Diğer bir ifadeyle genel seçimlere başka bir liderle gidileceğini öngörse de o liderin olası kurmaylarını belirleme isteğini taşıdığını görüyoruz. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun devam etme arzusu, sadece yerel seçimler için değil, sonraki genel seçimlere de etkisi olacak bir karar.

 

Celal Oral Özdemir, Dr., Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bu yazı CHP’nin Gelecek Seçimi Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir