2024 yılında küresel siyaset yeniden şekillenirken Türkiye-AB ilişkileri

2024 yılında küresel siyaset yeniden şekillenirken Türkiye-AB ilişkileri

Bu yıl yapılacak seçimlerle Avrupa Parlamentosu’nun kompozisyonu,  yenilenecek. Bu Avrupa Komisyonu kabinesini ve diğer AB kurumlarını da etkileyecek. AB içinde aşırı sağın egemen olduğu senaryo, Türkiye’nin AB perspektifi açısından tam bir kâbus anlamına geliyor.

Avrupa’nın içinde ve hemen yanı başında yaşanan şiddetli savaşlarla geçen ve II. Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen uluslararası düzenin ve hukukun büyük yaralar aldığı bir yıl oldu 2024. Ayrıca demokrasilerde kan kayıplarının sürdüğü, otokratik liderlerin güçlerini korudukları ve hatta perçinledikleri, dahası demokrasinin temel ölçütü olan düşünce özgürlüğünün İsrail-Filistin çatışması dolayısıyla bizatihi batıda sınırlandığı bir yıl oldu. Böyle bir bağlam içinde Avrupa Birliği (AB), tıpkı Covid-19 pandemisinin ve Rusya’nın Ukrayna işgalinin damgalarını vurduğu 2021, 2022 yıllarında olduğu gibi 2023’de de ilerici gündeminden uzaklaştı. Kendi koyduğu küresel iklim ve doğanın korunması hedeflerini unuttu, yeşil dönüşüm ve fosil yakıtların terk edilmesi konularında bırakın öncülük etmeyi geriye gitti, Avrupa bütünleşmesinin derinleştirilmesi çabaları kan kaybetti, otokratlarla içeride ve dışarıdaki mücadelelerini kaybederken demokratik değerler ve insan hakları konularındaki normatif duruşu bir komediye dönüştü. Ayrıca ABD’nin otokrasiler/demokrasiler çatışması söylemine teslim oldu, Çin-Batı amansız rekabetine sıkıştı ve fazlasıyla geriye düştü, daha savunmacı, güvenlikçi ve ekonomik ve siyasi açıdan korumacı bir çizgiye yöneldi. 2024 Haziran’ında yapılacak seçimler sonrasında çok daha sağa çekmiş bir Avrupa Parlamentosu oluşacağı dikkate alınırsa tüm bu eğilimler daha da endişe verici hâle geliyor.

Öte yandan II. Dünya Savaşının hemen ardından başlayan Avrupa bütünleşme sürecinin ve dolayısıyla AB kurumlarının nasıl yeniden şekilleneceği tartışmaları sürüyor. Zira günümüz AB üyeleri, entegrasyonun hızı ve derinliği konusunda fikir birliği içinde değiller. İsteyen ülkelerin daha derin bir entegrasyonu hayata geçirebilecekleri ve diğerlerinin daha yavaş bir bütünleşmeyi sürdürebilecekleri ya da farklı alanlarda farklı entegrasyon seviyelerinin olabileceği esnek modeller üzerinde düşünülüyor. Esnek yeni bir yapılanma arayışının başlıca amacı, Brexit’in ardından birlikten başka olası kopuşların önüne geçebilmek ve entegrasyon sürecini derinleştirerek AB’yi krizlere karşı daha dayanaklı hâle getirmek olsa da bu konularda henüz bir ilerleme sağlanamadı. Avrupa şüphecisi otokrat yönetimlerin ve aşırı sağ eğilimli partilerin doğu ve batı Avrupa’da hızla güçlenmeleri, AB’nin gelecek ufkunu karartıyor.

Türkiye karşıtlığının zirve yaptığı Avusturya’da yurttaşların % 70’inden fazlası, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkıyor. Genişlemeyi çoğunlukla Polonya ve Romanya gibi son genişleme dalgasında AB’ye katılmış ülkeler destekliyorlar.

GENİŞLEMEYİ HANGİ ÜLKELER DESTEKLİYOR?

Ancak bu arada genişleme süreci, son derece yavaş ve sancılı olsa da devam ediyor. 2023’ün sonuna doğru tartışmalı üç ülkeyle (Ukrayna, Moldova ve Gürcistan) üyelik müzakerelerine başlanması kararlaştırıldı ve kimilerine göre yıllar süren durağanlığın ardından bu, AB için tarihi bir karardı. Bu genişleme adımı, AB sınırlarının doğuya doğru muhtemel genişlemesi ve AB’nin Rusya’yla komşu olması anlamına geliyor. Bu, ayrıca AB gündeminin NATO’nun genişlemesi gündemiyle iç içe geçmeye başladığını da gösteriyor. Bu kararın, ekonomik ya da birlik kriterlerinden çok jeopolitik beklenti ve hesaplarla alındığı açık. Benzer şekilde Kosova, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya gibi bir dizi Batı Balkan ülkesi de katılım müzakerelerinin başlatılmasını bekliyor. Ne var ki Avusturya, Almanya, Fransa ve Danimarka başta olmak üzere birçok AB üyesi vatandaşları, birliğin genişlemesine ve hele de Türkiye’yle müzakerelere yeniden başlanmasına karşı çıkıyorlar. Örneğin, Türkiye karşıtlığının zirve yaptığı Avusturya’da yurttaşların % 70’inden fazlası, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkıyor. Genişlemeyi çoğunlukla Polonya ve Romanya gibi son genişleme dalgasında AB’ye katılmış ülkeler destekliyorlar.

Bu bağlam içinde Türkiye-AB ilişkileri açısından nasıl bir yıl yaşandı ve 2024’ten ne beklenebilir? AB içinde Türkiye’yle ilişkileri tam üyelik çerçevesinde sürdürme eğiliminin zayıflamaya devam ettiği bir yılı geride bıraktık. Nitekim 14-15 Aralık’ta düzenlenen son AB konseyi zirvesinin sonuç bildirgesinde “Genişleme ve Reformlar” başlığı altında Türkiye’nin adı bile geçmedi. Bir anlamda Türkiye pas geçildi ve konuyla ilgili AB tutumunun belirlenmesi 2024 yılına bırakıldı. NATO ve AB gündemlerinin iç içe geçmesinin bir başka tezahürü olarak, öncelikle Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylamasının beklendiğini söylemek yanlış olmaz. Şu anda Avrupa içinde savunma ve güvenlik gündeminin temel öncelik olduğu ve bu konularda işbirliği yapmadığı düşünülen bir Türkiye’nin ödüllendirilmemesi gerektiği yaklaşımı ağır basıyor. AB liderlerinin büyük kısmının İsrail yanlısı tutumlarıyla Türkiye’nin Filistin yanlısı yaklaşımı çatışsa da İsveç’in NATO üyeliği, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara Türkiye’nin katılımı ve Doğu Akdeniz’de yeni bir çatışma çıkmaması, AB’nin Türkiye’yle ilgili başlıca güvenlik öncelikleri gibi gözüküyor.

Türkiye’yle ilişkilerin nasıl bir modele oturtulacağı kararı 2024’e bırakılmış olsa da AB, göç, enerji güvenliği, terörle mücadele, dijitalleşme ve yeşil dönüşüm gibi konularda işbirliğinin sürmesini istiyor. Aslında AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası yüksek temsilcisi ve Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı Josep Borrell’in geçtiğimiz Kasım ayında açıkladığı ve Türk hükümetinin de genel olarak olumlu bulduğu rapor, bu konuda bir yol haritası niteliğinde. Raporda belirli koşulların yerine getirilmesi durumunda Türkiye’yle yüksek düzeyli siyasi temasların yeniden başlaması, gümrük birliği ve vize kolaylığı konularında adım atılabileceği belirtiliyor. Türkiye’nin yeni yılda temel beklentileri ise Türk vatandaşlarına vize serbestisinin sağlanması ve gümrük birliğinin güncelleştirilmesi. Ancak vize serbestisinin hiç de gerçekçi bir hedef olmadığı ortada. Zira bu konuda Türkiye’den öteden beri istenen “terörle mücadele” yasasının AB ile uyumlulaştırılması, yolsuzlukla mücadele için kamu alım süreçlerinin şeffaflaştırılması gibi bir dizi konuda Türkiye adım atmayı reddediyor. AB, bu konuda öğrenciler, akademisyenler ve iş insanları gibi bazı toplum kesimlerine vize kolaylığı sağlanmasını önermekle yetiniyor.

Türkiye ile AB arasında 1996 yılında yürürlüğe giren gümrük birliği anlaşmasının modernizasyonu da kolay görünmüyor. Bir dizi teknik sorunun yanı sıra Türkiye’nin 2004 yılında AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gümrük birliği protokolüne dahil etmemesi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin meselelerde geriye gidişin sürmesi başlıca engelleri oluşturuyor.

2024’DE AB DE YENİDEN ŞEKİLLENECEK

Türkiye ile AB arasında 1996 yılında yürürlüğe giren gümrük birliği anlaşmasının modernizasyonu da kolay görünmüyor. Bir dizi teknik sorunun yanı sıra Türkiye’nin 2004 yılında AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gümrük birliği protokolüne dahil etmemesi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin meselelerde geriye gidişin sürmesi başlıca engelleri oluşturuyor. Avrupa Komisyonu’nun son genişleme raporunda Türk hükümetinin, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına uymaması, Türkiye’yi Avrupa ve evrensel hukuk standartlarından daha da uzaklaştırdığı görüşüne yer verilmişti. Kıbrıs sorunu konusunda bir süredir Türkiye’nin resmi tezi, Birleşmiş Milletler’in geleneksel çerçevesinden çıkarak iki devletli çözüm çizgisine kaymış durumda. Bu, Avrupa Birliği’nin mevcut parametreler dahilinde asla kabul etmeyeceği bir çözüm önerisi. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun, 2024 ve sonrasında Türkiye-AB ilişkilerinin en çatışmalı ve zayıf noktasını oluşturacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Çözümlenmemiş bir Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin hem AB ve hem de birçok Avrupa ülkesiyle ilişkilerini zehirlemeye devam edecek gibi görünüyor.

2024 yılında küresel siyaset ve tabii Avrupa siyaseti, ardı ardına gelecek seçimlerle adeta yeniden şekillenecek. Dünyanın en kalabalık demokrasilerinden Hindistan ve Endonezya da dahil olmak üzere Tayvan’dan ABD’ye, Rusya’dan Güney Afrika ve Tunus’a kadar elliden fazla ülkede 2 milyardan fazla kişi oy kullanacak. Avrupa’da Finlandiya, Portekiz, Litvanya, Hırvatistan gibi birçok ülke seçime gidiyor. Birleşik Krallık’ta da bir genel seçim olması muhtemel görünüyor. Hollanda, Fransa ve Almanya gibi AB’nin itici gücü olan ülkelerde aşırı sağın hızlı yükselişi sürüyor. Yaklaşık 400 milyon seçmenin oy kullanacağı ve 6-9 Haziran tarihlerinde yapılması planlanan Avrupa Parlamentosu seçimlerine aşırı sağın damgasını vurma olasılığı gittikçe yükseliyor. Şüphesiz ki Avrupa Parlamentosunun yeni kompozisyonu, 2024’te yenilenecek Avrupa Komisyonu kabinesini ve diğer AB kurumlarını da etkileyecek. AB içinde aşırı sağın egemen olduğu senaryo, Türkiye’nin AB perspektifi açısından tam bir kâbus anlamına geliyor. Umarım fazla geniş olmayan işbirliği olanaklarının iyi değerlendirildiği, Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulayarak hukuk düzenine geri dönüş adımları attığı, Kıbrıs sorununda beklenmedik olumlu gelişmelerin yaşandığı ve Türkiye-AB ilişkileri kriz portföyüne yeni sorunların eklenmediği bir yıl olur.

Alper Kaliber, Prof. Dr., Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi 

Bu yazı AB uzak bir hayal mi? dosyasında yayımlanmıştır. Dosyanın diğer yazılarına erişmek için buraya tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir