Sokak röportajları ve temsili demokrasi krizi

Sokak röportajları ve temsili demokrasi krizi

Temsili demokrasi krizi sadece Türkiye’de görülen bir durum değil, dünya genelinde de sıkça tartışılan bir olgu. Demokrasinin işleyişine ilişkin çok çeşitli sorunlar olsa da temsil fonksiyonunun yerine getirilemiyor oluşu çok ciddi bir problem olarak önümüzde duruyor.

Seçimlere çok az bir süre kaldı ve sonucu hepimiz merakla bekliyoruz. Anketler ve sokak röportajları seçim sonuçlarına ilişkin bir tahmin yürütmemize yardım etmeyi hedeflese de oradaki tablonun sandığa yansımayabileceğini geçen yılki seçimlerde gördük. Ben yine de sokak röportajı videolarını izlemeyi seviyorum. Normal hayatta belki de yolumun hiç kesişmeyeceği insanları dinlemek, onların zihin dünyalarına bir pencere açmak hoşuma gidiyor. Özellikle dünyayı, yaşamı ve tabi ki Türkiye’nin mevcut problemlerini algılayışlarını öğrenmek toplumu anlamak için ufuk açıcı olabiliyor. Teorilerin pratiğe yansımasının beklediğimiz gibi olmayabileceğini ve rasyonel zihinle oluşturulan gelecek projeksiyonlarının gerçek hayatın soğuk duvarlarına çarptığını görmek hüzün verici olsa da yaşadıklarımızı anlamlandırmak önemli. 

Sokak röportajlarında ekonomiden şikâyet eden dar gelirli insanların ekonomik sıkıntılardan muhalefeti sorumlu tutması ya da bu zorlukları Allah’ın onları sınaması olarak değerlendirmesi bana çok inanılmaz geliyor.

SOKAK RÖPORTAJLARININ GÖSTERDİĞİ İNANILMASI GÜÇ GERÇEK

Sokak röportajlarında ekonomiden şikâyet eden dar gelirli insanların ekonomik sıkıntılardan muhalefeti sorumlu tutması ya da bu zorlukları Allah’ın onları sınaması olarak değerlendirmesi bana çok inanılmaz geliyor. En basit akıl yürütme ile ekonomi politikalarını muhalefetin değil iktidarın belirliyor olduğu idrak edilebilmeli diyorum. Ekonomik sorunları Allah’ın imtihanı olarak görenlerin neden sadece yoksulların imtihan edildiğini sorgulamamaları, iktidarın ve iktidara sırtını dayayanların kısa sürede inanılmaz bir zenginleşme yaşadığını ve ne hikmetse bu kişilerin hiç imtihan edilmediklerini(!) düşünememeleri çok anlaşılmaz geliyor. Gerçekten de bazı sokak röportajlarını izlerken insan duyduklarına inanmakta zorlanıyor. Bir insan nasıl bu kadar kör olabilir diye düşünsek de böyle bir realite var maalesef. Bu durumu kabullenmek ve buna bir çözüm bulmak gerektiği de aşikâr.

Meselenin sadece gerçekleri görememe olmadığını da eklemek gerekiyor. Bazıları görse de görmemiş gibi davranmayı tercih ediyor, hatta bazen açıkça yalan söylüyor. Geçenlerde izlediğim bir videoda sabahın köründe buz gibi havada ucuz et kuyruğuna girmiş yaşlı teyzelerin hallerinden memnun olduklarını söylemeleri ve keyif için beklediklerini ifade etmeleri gerçekten garipti. Aklı başında hangi insan soğuk havada saatlerce ayakta sıra beklemekten keyif alabilir ve bu durumdan memnun olabilir ki? Bu sorunun cevabını aslında biliyoruz. Burada anlamadığımız şey insanların nasıl böyle beyanlarda bulunabildiği. İnsanları bu şekilde davranmaya iten motivasyonu anlamak kolay olmuyor. Kimlik siyasetinin Türkiye’de çok etkin olduğunu biliyoruz. Ancak mevcut durumu sadece kimlik siyasetiyle açıklamanın mümkün olduğunu sanmıyorum. 

Türkiye’de hiçbir zaman dört başı mamur bir demokrasi olmadı, amenna. Ancak çok partili sisteme geçtikten sonra tek bir partinin toplum üzerinde bu kadar yaygın ve hegemonik bir iktidar kurmasına da şahit olmamıştı bu topraklar.

BU KADARINA ŞAHİT OLMADI BU TOPRAKLAR

Türkiye’de hiçbir zaman dört başı mamur bir demokrasi olmadı, amenna. Ancak çok partili sisteme geçtikten sonra tek bir partinin toplum üzerinde bu kadar yaygın ve hegemonik bir iktidar kurmasına da şahit olmamıştı bu topraklar. Demokrasinin işleyişinde olmazsa olmaz nitelikte olan sivil toplum, özgür basın, hukukun üstünlüğü vb. konularda geçmişte de sıkıntılar vardı. Ancak tek bir kişi ve partinin tüm yapılar üzerinde böylesi bir tahakküm kurması tanıdık olmadığımız bir durum. Belki de bu yüzden anlamlandıramıyoruz yaşadıklarımızı. Geçen gün izlediğim başka bir sokak röportajında emekli bir beyefendi “5 kuruş para vermese de oy veririm” şeklinde bir ifade kullandığında çevrede bulunan diğer insanlar gerçekten inanılmaz bir öfkeye kapılıyordu. Ki benzer ifadeleri pek çok röportajda izledim. Ekonomiden yoksulluktan şikâyet edip yine de mevcut iktidarı destekleyeceğini söyleyen insanları anlayamıyoruz. Efsunlanmış gibi görünüyorlar; çünkü söylenilen hiçbir şey, yapılan hiçbir açıklama onlara ulaşmıyor. Bu da haliyle toplumun geri kalanında öfkeye ve umutsuzluğa neden oluyor. Mevcut iktidar ne yaparsa yapsın, ülke batsa da çıksa da iktidara oy veren kitlenin fikrini değiştiremeyiz şeklindeki bir düşünce hayal kırıklığına yol açıyor. Bu da toplum içinde kırılmalara ve huzursuzluğa sebep oluyor. Peki, bu kişilerin iktidara, daha doğrusu cumhurbaşkanına olan aşkını(!) demokrasi çerçevesinde nasıl değerlendireceğiz?

Demokrasinin tanımı ve unsurları üzerinde dünya genelinde bir uzlaşı olmadığı herkesçe kabul edilen bir gerçek. Demokrasiyi dar anlamda seçimlere indirgeyen tanımlar olsa da genel kabul, demokrasinin seçimler dışında pek çok unsuru olduğu ve demokratik toplumun gerekleri var olmadan demokrasiden bahsedemeyeceğimiz yönünde. Demokrasinin unsurları dediğimizde ise insan haklarından güçler ayrılığına, özgür medyadan hukukun üstünlüğüne uzanan geniş bir yelpaze söz konusu. Ancak en temelde bu unsurlarla açıklanmak istenen geniş tanımlı demokrasi şöyle özetlenebilir; insanların kendini yönetecek kişileri adil, şeffaf ve hakkaniyetli bir seçimle belirlediği, seçimle gelen iktidarın keyfilikten azade bir biçimde halkın çıkarlarını ve iradesini gözeterek devleti yönettiği, bireylerin ve grupların temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu, herkesin eşit olup adil bir muamele gördüğü (azınlıkların ve dezavantajlı grupların haklarının korunduğu), iktidarın denge-denetim mekanizmaları ile sınırlandırılmış olduğu yönetim biçimi. Burada küçük bir parantez açarak temsili demokrasiyi de tanımlamak gerekiyor. Demokrasinin erken dönem tezahürleri diyebileceğimiz Antik Yunan ve Roma’daki demokrasi pratiklerinde halkın (tabi ki tüm halk değil) devlet yönetimini doğrudan gerçekleştirdiğini görüyoruz. Yasa yapımı, politikaların belirlenmesi vs. gibi siyasi faaliyetler bizzat halkın oluşturduğu meclislerde gerçekleşiyordu. Ancak günümüz şartlarında halkın doğrudan demokrasi ile kendi kendini yönetmesi pratik açıdan mümkün olmadığı için yönetim işini temsilcilere devretmiş bulunuyoruz. Yani biz temsilcilerimizi seçip meclise gönderiyoruz, milletvekilleri de bizim adımıza siyasi faaliyetleri yürütüyorlar. Buna da temsili demokrasi diyoruz. Peki, milletvekilleri gerçekten de bizi temsil ediyor mu?

Halkı temsil etmeleri ve halk adına yönetim faaliyetini gerçekleştirmeleri gereken milletvekillerinin büyük kısmı seçmenlerinden bihaber. Temsil ettikleri kitlelerin yaşadıkları sıkıntılardan ve beklentilerinden oldukça uzak bir biçimde parlamento faaliyetlerini yürütüyorlar (!)

VEKİLLERİN BÜYÜK KISMI SEÇMENİNİN SIKINTISINDAN BİHABER

Adından da anlaşılacağı üzere milletvekilleri millete vekâlet etmekle görevli. Ancak pratikte seçmenler ve vekiller arasındaki bağ oldukça zayıflamış durumda. Halkı temsil etmeleri ve halk adına yönetim faaliyetini gerçekleştirmeleri gereken milletvekillerinin büyük kısmı seçmenlerinden bihaber. Temsil ettikleri kitlelerin yaşadıkları sıkıntılardan, çektikleri zorluklardan, çözüm taleplerinden ve beklentilerinden oldukça uzak bir biçimde parlamento faaliyetlerini yürütüyorlar(!). Bazı milletvekilleri meclise adım attıktan sonra sadece mensubu olduğu partinin iradesine göre hareket ediyor, bazen oya sunulan mevzuyu dahi bilmeden el kaldırıp indiriyor. Bu kişiler gerçekten milletvekilliği yapıyor diyebilir miyiz? Mesela parti ayırt etmeksizin seçmenlere sorulsa (vergi borcu silinecekler dışında) halkın ne kadarı vergi affı kanunlarını destekler? Seçmenler, zaten sermayeyi elinde bulunduran şirketlerin milyarlarca lira vergi borcu affedilmesini mi tercih eder yoksa bu vergilerin tahsil edilip eğitim, sağlık, altyapı vb. gibi alanlarda kullanılmasını mı? Borcu silinecek bir şirketin sahibi olmayan hemen herkes ikinci seçeneği tercih edecektir. Peki, buna rağmen bizim temsilcilerimiz neden bizim isteğimize göre hareket etmiyor, neden bu kanunları destekliyor? Örneğin, siz bir avukata sizin adınıza işlem yapması için vekâlet verdiniz ama avukat sizin iradenizi yok sayarak sizin istediğiniz işlemlerin tersini yapıyor. Böyle bir durumu kabul eder miydiniz? Bu soruya sanırım herkes hayır cevabı verecektir. Söz konusu avukat olunca kabul etmeyeceğimiz bir şeyi milletvekilleri yapınca neden kabul diyoruz? Bunları sorgulamamız ve sorgulatmamız gerekiyor.

Temsili demokrasi krizi sadece Türkiye’de görülen bir durum değil, dünya genelinde de sıkça tartışılan bir olgu. Demokrasinin işleyişine ilişkin çok çeşitli sorunlar olsa da temsil fonksiyonunun yerine getirilemiyor oluşu çok ciddi bir problem olarak önümüzde duruyor. En nihayetinde demokrasi, halkın kendini yönetme noktasında en iyi adayı iktidara getirmesini amaçlıyor. Bir kez seçildikten sonra temsil ettikleri seçmenlerin iradesini görmezden gelen ve onların sorunlarına kulak tıkayan milletvekillerinin olduğu bir sistemi demokratik kabul etmek pek mümkün değil. Ancak burada halkın demokrasiyi içselleştirip anlaması ve siyasetin işlevi ile amacı konusunda sağlıklı bir bakış açısı geliştirmesi gerekiyor. Sokak röportajlarına dönecek olursak, ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere çözülmesini istediği sorunlara yanıt vermeyen bir partiyi takım tutar gibi desteklemek demokratik bir anlayıştan oldukça uzak. Ben kuru ekmek yerim yeter ki benim sevdiğim aday kazansın demenin çocukça olduğu da söylenebilir. Ancak böyle bir realite var ve bunu değiştirmek için en temelde demokrasi ve siyasetin mahiyetine ilişkin bilinci ve farkındalığı arttırmak gerekiyor. Şu aşamada elimizden gelen tek çözüm bu gibi görünüyor.

Zeynep Ardıç
Latest posts by Zeynep Ardıç (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir