İktidar, devletin de desteğini alarak “Yeni bir Türkiye” inşa ediyor ve Erdoğan da bu Türkiye’nin bir anlamda “ikinci kurucu baba”sı oluyor. Bu hedefe karşı çıkmanın yolu siyaseti salondan çıkarıp toplumsallaştırmaktır.
Araya giren bir yazıyı saymazsak eğitim,medya ve diyanetin iktidar için nasıl birer ideolojik aygıta dönüştürüldüğünü ve hedeflenen toplumsal mühendislik için kullanıldığını tartışmaya çalıştım.
Elbette iktidarın kullandığı araçlar sadece bunlar değil. Merkezinden devlet/çeliğin olduğu pek çok araç da bu amaç için kullanılmaktadır.
Bu toplumsal dönüşüm, Erdoğan ve partisinin başlattığı ama 2015 sonrasında MHP aracılığıyla devletin de parçası olduğu bir projedir.
Bu açıdan iktidar devletin de desteğini alarak “Yeni bir Türkiye” inşa ediyor ve Erdoğan da bu Türkiye’nin bir anlamda “ikinci kurucu baba”sı oluyor. Ve bu yeni bir hedef değildir. Nitekim 2014 yılında yazdığım yazının başlığı “Erdoğan’ın ikinci 'kurucu baba'lık hayali” idi
Ve bu süreç siyasal tercih ve pratikleriyle büyük ölçüde Cumhuriyetin kuruluş dönemini referans alıyor.
Bu toplumsal mühendisliğin temeli, sınırlarının iktidar bloku tarafından çizildiği yeni bir “kamusal alan” ve bu kamusal alana girebileceklerin tanımlandığı bir “makbul vatandaş”.
Bu vatandaşlığın temeli, Cumhuriyet döneminin referansı olan aydınlanmış “Türk/laik” birey değil. İktidar blokunun kimlik tercihi “Türk/Sünni” bireydir. Ve burada Sünnilik özel alanda dinsel bir kimlikten çok kamusal alanda görünür olarak kültürel kimliğin ana taşıyıcısına dönüşmektedir.
Bu kültürel kimlik ve vatandaş tanımı da bu tanımı kabullenen vatandaşların dahil olabildikleri yeni kamusal alan; büyük ölçüde Erdoğan tarafından kullanılan “Yerli ve Milli” olana denk düşmektedir.
YERLİ VE MİLLİ KAMUSAL ALAN
Bu kamusal alan aynı zamanda siyasetin de alanı.
Böylece iktidar bloku bu kamusal alanda kimlerin siyaset yapmasını ve hangi sınırlar içinde siyaset yapacağını da belirlemek istiyor. Erdoğan’ın sık sık vurguladığı “Yerli ve Milli muhalefet” söylemin temeli büyük ölçüde bu. Çünkü “Yerli ve Milli” sadece kendilerini tanımladıkları siyaset değil aynı zamanda tüm kamusal alan.
Bu kamusal alanda var olabilecek sanatçısından gazetecisine, edebiyatçısından akademisyenine, STK’sından sanayicisine hepsinin temel referansı yerli ve milli olmaktan geçiyor.
Kendini bu kimliğin dışında tanımlayan herkes bu yeni düzen için bir anlamda öteki, meşru olmayan ve gayri millidir. Bunu muhalefet de dahildir.
Bununla birlikte yeni kamusal alan, siyasetten sanata, bürokrasiden kültüre, ekonomiden edebiyata gündelik hayatın her alanında kimlerin girebileceğinin yani kimlerin makbul vatandaş olduğunun da sınırının çizilmesi anlamına geliyor.
Bu toplumsal projenin makul vatandaşları, büyük ölçüde partililiği “üst kimlik” olarak kabul edenlerden oluşuyor.
Böylece karşımıza makbul vatandaşların “her şey olabildiği”, ötekileştirilenlerin ise “hiçbir şey olamadığı” yeni bir Türkiye çıkıyor. Milli ve yerli türü kavramsallaştırmalar bu açıdan işlevsel ve önemli.
YERLİ VE MİLLİ MUHALEFET
Ve iktidar blokunun bu yeni dönemde kuşkusuz ana hedefi muhalefeti etkisizleştirmek. Bunu 31 Mart 2024 yerel seçimlerini kazanarak mevcut muhalefet partilerinin kamusal alandaki etkisini kırmak istiyor.
Ve sonraki aşamada muhalefeti de kendi içinden yani Cumhur İttifakı içinden, ya da devlet merkezli siyaset yapan partilerden çıkarmak istiyor.
Hatta son günlerde CHP için ortaya çıkmaya başlayan kimi adayların kimlik ve söylemlerine bakıldığında iktidar blokunun ana muhalefet partisini de bu çember içine almaya çalıştığını söylemek olasıdır.
SALON SİYASETİ SONA ERMELİ
İktidar blokunun yerli ve milli muhalefet hedefinin merkezinde iktidarın değişmesine olan toplumsal inancı kırmak ve toplumun siyasetten uzaklaştırmak vardır.
Bunun sonucu toplumsal muhalefet siyasete küstükçe kamusal alanda siyasete ilgisi azalacak ve bu çabalar özel alanda etkisiz uğraşa dönüşecektir.
İktidar bloku siyaseti daha doğrusu Türkiye’yi yukarıdan aşağıya bir bütün olarak dizayn ederken büyük fotoğrafta değişen sadece kamusal alandaki Cumhuriyet değerlerinin görünürlüğünün azaltılarak İslami öğelerin öne çıkmasıdır. Ama her durumda arka planda devletin ideolojik sürekliliği devam etmektedir. Devlet bir kez daha kendi meşruiyetinde siyasetin alanını çizerek gücünü konsolide etmektedir.
Erdoğan ve devlet iktidar blokunun hedefini bozmanın yolu kuşkusuz siyasetten geçiyor.
Ama bu siyaset Meclis’te kaldığı sürece bir anlamda “salon siyaseti” olacaktır.
Oysa gelinen aşamada siyaseti salonda çıkarıp toplumsal düzeyde, sivil toplumla, STK’larla ve sosyal hareketlerle buluşturmak da herkesin ortak sorumluluğudur.
Yorum Yazın