İşkencenin bu boyutta yaşanmasının en önemli nedeni, artık kalıcı hale dönüşen cezasızlık kültürüdür. Cezalandırılacağını bilse, hiçbir kamu görevlisi işkence yapmaz, yapamaz; ancak cezalandırılmayacağı yönünde öyle büyük bir devlet teşviki söz konusu ki, işkence hala devam ediyor.26 Haziran Dünya İşkence Mağdurlarıyla Dayanışma Günü vesilesiyle, Türkiye’deki işkence durumunu ve hala devam ediyor olmasının nedenlerini kısaca ortaya koymak isterim. Birleşmiş Milletler (BM), İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmeyi’yi 26 Haziran 1987’de yürürlüğe soktuğundan beri, 26 Haziran günü İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak anılıyor.Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmeye göre, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak adına işkence mutlak şekilde yasaklanmıştır; istisnası da bulunmamaktadır. Savaş hali ya da tehdidi, siyasi istikrarsızlık halleri veya herhangi bir nedenle ilan edilen olağanüstü hâl durumlarında da işkence yapılamaz.
Anayasa’nın “Kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17.maddesine göre, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
ANAYASA’NIN 17. MADDESİNE GÖRE “KİMSEYE İŞKENCE YAPILAMAZ”
Bu mutlak düzenlemeye rağmen, Türkiye’de işkence olgusu çok uzun bir süreden beri devam ediyor. Anayasa’nın “Kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17.maddesine göre, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94.maddesine göre ise, kamu görevlisi tarafından insan onuruyla bağdaşmayacak surette kişinin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunması işkence suçu olarak tanımlanır ve üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezası öngörülür. Fiilin kadına karşı, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla ya da cinsel taciz şeklinde işlenmesi durumlarının ayrı ayrı daha ağır cezalandırıldığını da ekleyelim.O zaman, tüm bu düzenlemelere rağmen, hala niye işkence yapılıyor? Siyasi otoriterleşme ile birlikte, doğrudan bakan ağzından yapılan işkenceyi teşvik edici söylemler ve köklü cezasızlık politikaları yüzünden elbette.Cumartesi Anneleri/İnsanlarına, hak arayan işçilere, kamu çalışanlarına, sendikal faaliyet gösteren öğretmenlere, LGBTİ+’lara, öğrencilere, verdikleri oylara ipotek konularak siyasi iradeleri gaspedilen seçmenlere, mültecilere, insan hakları savunucularına ve pek çok kesime karşı uygulanan işkence, özellikle OHAL uygulanması altında yaşadığımız Temmuz 2016-Temmuz 2018 döneminde çok büyük bir artış gösterdi. Özellikle cezaevlerinde yaşanan işkencelerde dramatik bir artış olduğunu belirtelim.
İŞKENCE ÇOK BÜYÜK BİR ARTIŞ GÖSTERDİ
Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyenlere müdahale eden kolluğun sıklıkla başvurduğu bir yöntem, orantısız şekilde güç kullanmak oluyor. Hukukça kolluğa tanınan zor kullanma yetkisinin kat kat ötesine geçen şekilde şiddet kullanımı, aslında işkence suçuna da sebebiyet veriyor. Cumartesi Anneleri/İnsanlarına, hak arayan işçilere, kamu çalışanlarına, sendikal faaliyet gösteren öğretmenlere, LGBTİ+’lara, öğrencilere, verdikleri oylara yani iradelerine ipotek konularak siyasi iradeleri gaspedilen seçmenlere, mültecilere, insan hakları savunucularına ve değişik pek çok kesime karşı uygulanan işkence, özellikle OHAL uygulanması altında yaşadığımız Temmuz 2016-Temmuz 2018 döneminde çok büyük bir artış gösterdi. Özellikle cezaevlerinde yaşanan işkencelerde dramatik bir artış olduğunu belirtelim. Pek çok insan hakları örgütünün raporlarına yansıyan bu durumu araştırmak ve raporlamak hala son derece “tehlikeli alan” kabul ediliyor. Örneğin 2019’da kaçırılan ve bir daha haber alınamayan eski Savunma Sanayi Müsteşarlığı çalışanı KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un akıbetini araştırmak, özellikle F tipi cezaevlerinde kalan politik mahkumların yaşadıkları işkenceler ile 15 Temmuz 2016 sonrasında gözaltı merkezlerinde yaşanan özellikle eski askerlerin maruz kaldığı işkenceleri araştırmak ve raporlamak hala riskli kabul ediliyor. Tüm risklerine rağmen, gerçek insan hakları savunucuları, tüm bu alanlarda araştırma ve raporlama faaliyetlerine devam ediyorlar.Bu noktada cezaevlerine ayrı bir parantez açmak zorunluluğu da var. Bilindiği üzere, hapsetmenin doğası gereği, başlı başına bir travmatik süreç söz konusu oluyor. Hapsedilen kişilerin ayrıca bir cezalandırmaya tabi tutulmamaları da esas kabul ediliyor. Bununla birlikte, tek kişi ya da çok küçük gruplara indirgenmiş, insansızlaştırmayı amaçlayan izolasyon uygulamaları, özellikle son dönemde çokça açılan Yüksek Güvenlikli, S Tipi ya da Y Tipi cezaevleri ve hatta İmralı Cezaevinde uygulanan özel izolasyon biçimi, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) raporlarında da yer bulduğu üzere, işkence kabul ediliyor.İşkencesiz bir toplum yaratabilmek, ancak vatandaşların bu konuda talepte bulunmaları ile mümkün olabilir. İnsanlık onuruna sahip çıkabilmek ve işkenceyi önlemek, son tahlilde vatandaşların sorumluluğundadır.
Yorum Yazın