Yaşasın Cumhuriyet: En çok da kadınlar için

Yaşasın Cumhuriyet: En çok da kadınlar için

Yaşadığımız coğrafyanın birçok yakın ülkesinde bu haklara sahip olamayan milyonlarca kadın yaşamaktadır. Onların yaşadıkları zorlukları görmek, bizlere yüzyıl önce sunulan bu imkanların kıymetini bilmemiz ve o imkanlara sahip çıkabilmemiz için oldukça mühimdir.

Dünya üzerinde hiçbir yer yoktur ki kadınlar, elde ettikleri kazanımları kolaylıkla elde etmiş olsunlar. Siyasi haklarından sosyal ve ekonomik tüm haklara bin bir zahmet ve çaba ile kavuşan kadınlar, bugün de kazandıkları hakları muhafaza etmek ve istedikleri fırsat eşitliklerine sahip olabilmek için mücadeleye devam etmektedir. Kadınların toplum içinde gözükme ve var olabilme mücadeleleri her toplumda değişkenlik gösterebilmekte ve bu değişikliğe göre mücadelenin seyri belirlenmektedir. Türk kadınları bu zorlu sürece diğer dünya kadınlarından oldukça şanslı sayılabilecek bir noktada başlamış olsa da tarih boyunca aynı şansa sahip olamamışlardır.

Türklerle ilgili ilk ve en önemli yazılı kaynak olarak kabul edilen Orhon Kitabeleri’nden Dede Korkut Destanı’na kadar tüm eski metinlerden sağlanan bilgilere göre, eski Türk toplumunda kız çocuklarına verilen değer, kadınların toplumdaki saygınlığı ve devlet idaresindeki rolü, oldukça fazladır. Çağın diğer kavimleri ile kıyaslandığında bu oldukça sıra dışı bir durumdur. Orta Çağ Avrupa’sında o dönem kadınlar çoğunlukla cadı olarak görülmekte, kadınlar, çocuklar ve köleler aynı kategoride, erkeklerden ayrı olarak, değerlendirilmektedir.

Eski Türk kültüründe kadın hep göz önünde olmuş ve el üstünde tutulmuştur. Günümüzde kullanılan “hatun” tabiri o zamanlarda kullanılan “katun” kelimesinden türemiş ve devlet yöneticisi Hakan’ın eşine verilen isim olmuştur. Hatun kişi, devlet yöneticisi Hakan ile birlikte devlet yönetiminde yer almış, buyrukları birlikte yazmışlardır. Öyle ki Hakan’ın yazdığı bir buyrukta “Hakan buyurdu ki” ifadesi kabul edilmemiş o buyruk geçersiz sayılmıştır. “Hakan ve Hatun buyurdu ki” ifadesinin yer alması gerekmiştir.

Konar göçer toplumların yaşam şekli olan çadır hayatının kurulacağı yerleşim yerlerinde aranan en önemli özellik ve en kıymetli varlık olan suya da “katun” denilmiş, o suyun etrafındaki yerleşim yeri olan dağa “katun dağı” ismi verilmiştir.

Osmanlı’nın son döneminde kadınlar kendilerini göstermek ve kamusal alana çıkabilmek için çaba göstermeye başlamışlardır. Gösterdikleri mücadele herhangi bir konuda hak talep etmek için değil sadece toplumsal hayatta var olabilmek için olmuştur. Siyasi haklarını talep etmeden önce konuşabilme, söz söyleyebilme haklarının olması gerekmektedir çünkü.

MODERNLEŞME YOLUNDA KADINLARIN DURUMU

Osmanlı İmparatorluğu, ilk kuruluş yıllarından itibaren Türk kültürünün kadınlara yönelik bu özelliklerini taşımış olmakla birlikte ilerleyen yıllarda halifeliğin Osmanlı’ya geçmesi ile birlikte karma bir kültür oluşmuştur. Oluşan bu karma kültürle birlikte kadınlar cariye ve köle olarak görülmeye ve saraylarda “harem” olarak adlandırılan mahrem yerlerde yaşamaya başlamışlardır. Bu durum, kadınları kamusal alandan özel bir alana hapsetmekle birlikte söz hakimiyetlerini de kaybetmelerine neden olmuştur. Saraydaki sultan kadınların söz hakkı varmış gibi gözükse de aslında hepsi birer cariyedir ve sözleri ya oğullarının ya da padişah eşlerinin üzerinden değerli görülmüştür.  Burada eski Türk kadınlarının konumundan daha da geriye gidildiğini görmek mümkündür.

Osmanlı’nın son döneminde kadınlar kendilerini göstermek ve kamusal alana çıkabilmek için çaba göstermeye başlamışlardır. Gösterdikleri mücadele herhangi bir konuda hak talep etmek için değil sadece toplumsal hayatta var olabilmek için olmuştur. Siyasi haklarını talep etmeden önce konuşabilme, söz söyleyebilme haklarının olması gerekmektedir çünkü.

O dönemde Müslüman Türk nüfusunun okuma yazma oranı binde yedidir. Meşrutiyetle birlikte Kanun-i Esasiye’de Türk çocuklarına ilkokul zorunlu hale getirilmiş olmasına rağmen aileler genellikle kız çocuklarını okula göndermemiştir. Abdulhamid döneminde kız okulları açılsa da orada da durum pek farklı olmamıştır. İkinci Meşrutiyet’le birlikte büyük şehirlerde ve özellikle varlıklı ailelerin çocukları, kızları eğitim olanaklarına sahip olmaya başlamıştır. Evde tutulan dadılar ve öğretmenler eşliğinde ders alan ya da açılan yabancı okullara gidenler büyüdüklerinde de kadın cemiyetlerini kurmaya başlayan öncü kişiler olmuştur.

Halide Edip Adıvar da o kadınlardan biridir. İlköğrenimini özel dersler alarak tamamladıktan sonra Üsküdar Amerikan Koleji’ne gitmiş ve küçük yaşlardan itibaren İngilizce dersleri almıştır. İlk çeviri kitabı “Ana” 1897 yılında yayınlanmıştır. Adıvar, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra kadın hakları konusunda yazılar yazmaya başlamıştır. İlk yazısı “Tanin” adlı gazetede yayınlanmıştır. Bir dönem öğretmenlik ve müfettişlik görevlerini yaptıktan sonra ilk kadın cemiyeti olan Teali-i Nisvan Cemiyetini (Kadınları Yükseltme Derneği) 1908’de kurmuştur. Derneğin amacı, milli geleneklerden vazgeçmeden kadınların kültür düzeylerinin yükselmesini sağlamaktır. İngilizce bilmeyi üyelik şartı olarak sayan dernek, dil kursları düzenlemiş, konferanslar vermiş ve çeşitli çeviriler yapmıştır.

İzmir’in Yunanlar tarafından işgalini protesto etmek için düzenlenen mitinglerde yaptığı ateşli konuşmalarla dikkat çeken Halide Edip Adıvar, Millî Mücadele yıllarında cephelerde kahramanca görev yapmıştır. Halide Edip gibi yüzlerce kadın, imkân verildiğinde Türk kadının neler yapabileceğini gösteren işlere imza atmışlardır.

Tanzimat döneminin önde gelen isimlerinden Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım da (1862-1936) Osmanlı kadın hareketinin öncüleri arasında yer almıştır. Kaleme aldığı makale ve romanlarında kadınlara ait sorunlara yer vermiş ve kadınların eğitimi, evlenme şekilleri, çok eşlilik, boşanma, kadının sosyal hayatta görünür olması, İslamiyet’te kadının yeri gibi kadınları ilgilendiren sorunlar üzerinde durmuştur. Kurdukları dernek, Balkan Savaşları’nın etkisi nedeniyle daha ziyade bir yardım kuruluşu gibi hizmet vermiş olsa da kadınların örgütlenmesinde ve seslerinin duyulmasında etkili olmuştur.

İkinci Meşrutiyet döneminde kadınların toplumsal hayattaki yeri ve önemi üzerine gelişmeler canlılık kazanmış, kadınlar kendilerini kısıtlayan geleneklere ve kadın erkek eşitsizliğine karşı bir mücadele başlatmışlarıdır. O dönemde kurulan kadın cemiyetlerinin sayısı on yedi, çıkarılan dergilerin sayısı on dörttür. Aynı dönem Avrupa’daki kadın hareketleri siyasi haklarını kazanmak için mücadele ederken, Türk kadınları henüz toplumsal hayata katılabilmek ve eğitim olanaklarına sahip olabilmek için mücadele etmektedir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, kadının toplumdaki yeri ve varlığı konusunda önemli etkiler yaratmış ve bu konudaki çalışmaları desteklemiştir. Kadınların eğitimi ve çalışma hayatına katılımları konusunda izlediği politikalarla kadını geleneksel kalıplardan çıkaran Cemiyet, toplumsallaşma ve özgürleşme adına önemli adımlar atılmasını sağlamıştır. Aile konusu bu dönemde ayrı bir önem kazanırken, bir politika konusu olarak hükümetin kontrolü altına alınmaya çalışılmıştır. İttihatçıların önderliğinde, milli aile fikri oluşturulmaya çalışılmış kadın ise bu oluşumun en önemli parçası olarak görülmüştür. Ziya Gökalp’in mimarı olduğu milli aile fikri, İttihatçıların temel politikalarından birine dönüşmüştür.

1913 yılında ilk kız lisesi olan İstanbul İnas Sultanisi, bugünkü adıyla İstanbul Kız Lisesi açılmış ve bunu halen günümüzde de eğitim veren Erenköy, Çamlıca, Kandilli Kız Liseleri’nin açılışı takip etmiştir. 1914’te Darülfünunda kızlara yönelik derslere başlanmış ve aynı yıl ayrı bir İnas Darülfünun kurulmuştur. 1915’te ilk defa İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde Türk kızları, erkekler ile beraber yükseköğretim görmeye başlamıştır.

Balkan Savaşları ve hemen sonrasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı sırasında kadınların toplum içindeki rolleri daha da görünür hale gelmiştir. Erkeklerin cephelerde savaşta olması bu durumu bir zorunluluk olarak sunsa da kadınlar büyük bir özveriyle üstlerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir. Hem erkeklerin yaptıkları tüm işleri yapmış hem de kahramanca vatanın müdafaasında yer almışlardır. Millî Mücadele yıllarında da kadınlar, aynı cesaret ve kahramanlıkla cephelerde düşmanla savaşmış ve tüm dünyaya Türk kadınının gücünü göstermişlerdir. Nezahat Onbaşı, Halide Onbaşı, Kara Fatma, Gördesli Makbule, Şerife Bacı, Çete Emir Ayşe, Halime Çavuş gibi yüzlerce, binlerce kadın, ölümden korkmadan, varları ve yokları ile savaşa katılmış, destek vermiş ve tarihe geçmişlerdir. Cephelerdeki kadınlar kahramanca savaşırken, büyük şehirlerdeki kadınlar da mitinglerle milli mücadeleye katkı sunmaya çalışmışlardır. Örgütlenen kadınlar, Sivas’ta bir kadın cemiyeti kurmuş ve Kastamonu’da 1919 yılında, ilk büyük Türk kadın mitingini düzenlemişlerdir. Vatan işgal altındadır ve Türk kadını tüm gücüyle, tüm varlığıyla vatanı işgalden kurtarmaya çalışmaktadır.

Atatürk, Konya’da yaptığı bir konuşmada Türk kadınlarının Milli mücadeleye katkıları için şöyle demektedir:

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletin Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur. Ve dünyadaki hiçbir kadın, ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim!’ diyemez.   Atatürk, milli mücadele yıllarında güç aldığı Türk kadının yardımını hiçbir zaman unutmayacak ve vefa duygusunu her defasında dile getirecektir. Sonrasında kadınlar için yapacağı devrimlerle Türk kadınının hak ettiği değeri kadınlara geri kazandırmak için önderlik edecektir.

Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi ile ayakta kalabilmek için bir mücadele vermiş ve yüzünü Batı’ya dönmeye çalışmıştır. Kendi varlığını devam ettirebilmek için batıdaki gelişmeleri takip ve taklit ederken devrimler aracılığı ile yapıyı tümden değiştirmek yerine, kadın hareketlerindeki gibi yapısal değişikliklere itibar etmiştir. Fakat bunlar, var olan sorunları düzeltmeye ve gerçek bir değişimi sağlamaya yeterli olmamıştır. Batı’da; bilim, sanat ve akıl doğrultusunda ortaya çıkan gelişmeler Osmanlı’da sadece toplumsal yaşamdaki değişiklikler ile kendini göstermeye çalışmıştır.

Atatürk’ün, Türk tarihinde kadının toplumsal konumunu çok iyi bilmesinden kaynaklı olarak, Cumhuriyet’le birlikte öngördüğü düzenlemelerin tamamı, zaten tarihte Türk kadınının bulunduğu statüye yeni baştan erişmesini temin etmek içindir. Devamında ise kadınların tüm haklarına kavuşması için önderlik etmeye devam edecektir.

CUMHURİYET VE KADIN HAKLARININ KAZANIMI

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını büyük bir coşku ve gurur ile kutluyoruz. Hiçbir cümle bu mutluluğu anlatmakta yeterli kalmayacaktır çünkü yüzyıl önce kurulan o cumhuriyet sayesinde bugün, yaşadığımız coğrafyanın kazanımları en çok olan ülkesiyiz. Elbette yüzyıl önce cumhuriyetin önemini ve gerekliliğini idrak etmiş ve her türlü olumsuzluğa rağmen onu hayata geçirmiş bir ülke olarak bugün, çok daha iyi yerlerde olmayı hak ediyoruz. Bu herkesin kabul etmesi gereken bir gerçeklik olarak karşımızdadır. Ne var ki, o gün en zor şartlarda elde edilen kazanımlar, aynı kararlılık ve azim ile muhafaza edilememiş, gelişmelerin devamlılığı sağlanamamıştır. Bilimle, sanatla, akılla ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmekle sağlanabilecek başarılar, bunlara engel olan bir zihniyetin darlığında yok olmuştur. O zihniyet, kocaman bir imparatorluğun sonunu getirmiş ve yeni olan her şeyin karşısında yer almıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, bu zihniyetin karşısında tüm kararlılığıyla mücadele etmiş ve zafere ulaşmıştır. Bugün cumhuriyetimizin 100. yılını gururla kutlayabiliyorsak bunu Atatürk’ün olağanüstü azmine ve kararlılığına borçluyuz. Zira, toplumun tüm hücrelerine nüfuz etmiş, kökleşmiş bir yapıyı değiştirip yerine, tüm karşı çıkmalara ve yozlaşmış düşüncelere rağmen, yeni bir düzen kurmak hiç kolay olmamıştır.  Onun başarısının arkasında yatan ve karakterinde mevcut olan birçok güzel haslet var ama benim için Atatürk’ün en muhteşem özelliği, geçmişi ve geleceği bir bütün olarak görebilmesi ve bir sentez oluşturabilmesidir. O, yeni bir düzen kurarken, asla geçmişin ve ait olduğu toplumun değerlerinden uzaklaşmamış, tüm bunları dikkate alarak yüzünü geleceğe dönmüştür. Yaptığı devrimlerin doğruluğundan ve gerekliliğinden asla tereddüt etmemiş, o gerekliliği tüm samimiyetiyle hissetmiş ve topluma hissettirmiştir. Eşine az rastlanır bir şekilde, sadece halkının ve ülkesinin menfaatlerine odaklanan bir lider olmuştur.

Atatürk’ün, Türk kadını hakkındaki düşünceleri ve o düşünceleri hayata geçirecek olan eylemleri de bu samimiyet ve gereklilik ile oluşmuştur.  O, Türk kadının, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi hayatta erkeğin yanında, eşit şartlarda yer alması için mücadele etmiştir. Bir toplumun gelişmesinde ve ilerlemesinde en başat aktörlerden biri olarak kadınların durumunu ve konumunu görmüştür.

Atatürk, 1923 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demektedir: “(…) [B]izim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek, faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir…  İşte bu düşüncelerle, içinde bulunduğu toplumun durumunu tam olarak ortaya koymuş ve kadınların Türk toplumdaki statüsünü ve yerini tayin etmiştir. Üstelik henüz cumhuriyet kurulmamış ve savaşların yaraları sarılmamış iken Atatürk tarafından ortaya atılan bu düşünceler daha önce hiçbir devlet adamının ağzından da işitilmemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, devrimlerini yaparken hep Türk kültürünün özüne dönmüştür. Bu kadın devrimi için de geçerlidir. Atatürk’ün, Türk tarihinde kadının toplumsal konumunu çok iyi bilmesinden kaynaklı olarak, Cumhuriyet’le birlikte öngördüğü düzenlemelerin tamamı, zaten tarihte Türk kadınının bulunduğu statüye yeni baştan erişmesini temin etmek içindir. Devamında ise kadınların tüm haklarına kavuşması için önderlik etmeye devam edecektir.

Kadınların ve beraberinde tüm toplumun gelişmesinde en önemli konu olan eğitim, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile merkezileştirilmiş ve bu bağlamda kız çocuklarına ilkokul ile birlikte, ortaokul, lise ve yüksek öğrenimin kapıları açılmıştır. Medreseler kapatılıp, tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak, sosyo-ekonomik durum farkı gözetilmeksizin, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmıştır.

Ülkenin düşman işgalinden kurtulması ve Cumhuriyet’in kurulmasının hemen ardından kadınlar için en önemli değişiklikleri içeren Medeni Kanun’un hazırlanmasına 1924 yılında başlanmış, 1926 yılında yürürlüğe girmesi sağlanmıştır.  Medeni Kanun, hukuk devrimi denilince ilk akla gelen yasadır ve laik hukukun, hukuk birliğinin simgesidir. Kadınlar; evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar açısından erkeklerle eşit konuma getirilmişlerdir. Medeni Kanun ile erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik, kadınlara boşanma davası açabilme hakkı, mirastan kız ve erkek çocukların eşit pay alabilmeleri hakkı kabul edilmiştir. Eskiden, bir erkeğin tanıklığını çürütmek için iki kadının tanıklığı gerekirken Medeni Kanun’la bu cinsiyet farkı da kaldırılıyor ve tanık olarak her fert eşit sayılıyordu. Evlenme yaşının yasalarla belirlenmiş olması ve resmi nikahın kabulü de kadın hakları açısından günümüzde de büyük önem taşımaktadır.

Ulu Önder Atatürk’ün kadınların hayatını değiştiren devrimleri bununla sınırlı kalmamıştır elbette. Diğer bir devrim de kılık kıyafet konusunda yapılan değişikliklerdir. Cumhuriyetten önce her konuda baskı ve tahakküm altında olan kadınların, giyimlerine de müdahale edilmekte, örtünmeleri zorunlu bir kural olarak uygulanmaktaydı. Atatürk ile bu zorunluluk ortadan kaldırılmış ve kadınlar, istedikleri gibi giyinebilme ve bu şekilde kamusal alanda olabilme hürriyetlerine kavuşmuşlardır.

Kadın erkek eşitliğinin sağlanmasının önündeki en büyük engel olan, seçme ve seçilme hakkının verilmesi, ilk olarak 1933 yılında belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı olarak sağlanmıştır. Bunu takiben 5 Aralık 1934’de Teşkilat-ı Umumiye Kanunu’nda yapılan değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur. Tüm dünya kadınları bu hakka sahip olabilmek için büyük ve zorlu bir mücadele verirken, Türk kadını, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde siyasi haklarına kolaylıkla kavuşmuştur. Bu haklar Fransa’da 1944, İtalya’da 1945, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de 1971 yılında verilmiştir. Dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde, 1934 yılından önce kadınların fiilen milletvekili seçilebildiği ülke sayısının 17 olduğu göz önünde bulundurulduğunda Atatürk’ün Türk kadınına verdiği kıymet daha iyi anlaşılmaktadır. 1935 yılında yapılan ara seçimlerde 18 kadın milletvekili TBMM’de temsil yetkisine sahip olmuştur. O yıl parlamentoda kadın temsili oranıyla (%4,6) ile Türkiye dünyada ikinci sırada yer almıştır. Ancak, devrim sürecinden sonraki yıllarda ülkemizde kadın erkek eşitliğine yönelik çalışmalar ihmal edilmiştir. Gelişmiş ülkelerin bile ilerisinde başlayan kadınların siyasi temsilleri, 2020 yılında %17,4 olup, dünya sıralamasında oldukça geri sıralarda yer almaktadır.

5 Şubat 1937 tarihinde kadın haklarının da güvencesi olan “laiklik” ilkesine yer verilmiş, Anayasa’nın 2. Maddesi, “Türkiye Devleti; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir” şeklinde düzenlenmiştir. Laiklik ilkesinin kabulü ile, demokrasi, insan hakları ve elbette kadın hakları teminat altına alınmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu temel üzerine oturtulması sağlanmıştır.

En başta da söylediğim gibi, Mustafa Kemal Atatürk’ün başarısının arkasındaki en temel özellik, yaptığı her şeyi inanarak ve samimiyetle yapmasıdır. Kadınların erkekler ile eşit haklara sahip olmaları, ona göre gelişmişliğin ve ilerlemenin en büyük ve en temel göstergesidir. Ve her şeyden öte bu bir insanlık hakkıdır. Atatürk, kadınlara, tüm rollerinden önce insan olma ve toplumda en yüksek değere sahip konumda yer alma gibi bir kıymeti, çağının çok ilerisinde bir vizyonla, sunmuştur.

Aradan geçen yüzyıla rağmen, kadınlar o gün kazandıkları haklarını muhafaza etmek ve çağın getirdiği yeni haklara sahip olabilmek için mücadele etmektedir. Fakat kabul etmek gerekir ki bugün sahip olduğumuz her şey Cumhuriyet sayesindedir, Atatürk sayesindedir. Yaşadığımız coğrafyanın birçok yakın ülkesinde bu haklara sahip olamayan milyonlarca kadın yaşamaktadır. Onların yaşadıkları zorlukları görmek, bizlere yüzyıl önce sunulan bu imkanların kıymetini bilmemiz ve o imkanlara sahip çıkabilmemiz için oldukça mühimdir. Ata’mızın bize emanet ettiği Cumhuriyet’in ve onun getirdiği imkanların farkında olarak, Türk kadınını her zaman hak ettiği yerde, hak ettiği konumda tutmaya özen göstermeliyiz. Tarihte yaşadıklarımız göstermiştir ki hiçbir engel Türk kadının azmi ve kararlılığından daha güçlü değildir.

 

Tuğba Muslu, Araştırmacı, Yazar


Sitemizin açılışında ilk dosya konusunu “100. Yılında Cumhuriyet” olarak belirledik.
Bu yazı 100. Yılında Cumhuriyet Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir