Tutunamayanlar bir tutunabilselerdi

Tutunamayanlar bir tutunabilselerdi

Tutunamayanların sistem dışında yok kabul edildiği, savrulanların ise merkezi de savurdukları bir durumda 2024e girmiş durumdayız. Bu sarmala ortak çare, 1970lerden itibaren filmi başa sarıp üzerinde ortak yüzleşmeler yapabilmekten başka da gözükmemekte. Bizler bir tutunabilseydik çok daha güzel olacaktı.

Geçen gün 46 yıl sonra Haydarpaşa lisesi sınıf arkadaşlarımdan birkaçıyla buluşup çay içtik ve lafladık. Üstümde hâlâ 77 yılının tedirginliğini ve içimize sinmiş güvensizliğinin karşılıklı mahcubiyetini hissedebiliyordum. Keşke içimden bu arkadaşlarla ortak okuduğumuz 2 yıl içinde daha içten paylaşacak ilave hatıralarımız olabilseydi dedim. Sınıfta devrimci gruplarla açıktan bir sağcı olarak tartışabilen iki kişiden biriydim. Tartışmayan gizli ülkücülüğünü ve mücadeleciliğini dışarıda sürdüren iki arkadaş, gözlerimin önünde öldüresiye dövülmüştü. Çoğu arkadaş kayıtlarını, güvenli buldukları dışarıdaki liselere aldırmışlardı. Kalan bir arkadaşım sorgulanıp darp edilmişti. Görünürde sanırım annemin dualarıyla sadece ben okula sonuna kadar tek başıma gidebilmiştim. Bu durum tabii ki ideolojik kimliğe bürünmüş biri olarak sosyal demokrat hoşgörü içinde olsalar da diğer arkadaşlarla aramıza bir mesafe koyduruyordu. Karanlık yıllardı ve hepimize yazık olmuştu vesselam.

1 Mayıs 77 katliamı sonrası okula geldiğimde sınıftaki birkaç parkalı militanın gözlerindeki nefreti ve bununla süzüldüğümü unutamam. Veya Mustafa Cemiloğlu Kırım haberleri verildiği için TRT’yi protesto edenlere bizlerin aynı gözlerle bakışımızı. Ardından İTÜ’lü yıllarımız. Adeta Haydarpaşa lisesi yıllarımızın daha güvenlikli benzerini İTÜ’de yaşamaktaydık. Karafakioğlu ve Abdi İpekçi cinayetinin acıları ayni psikolojinin bizim için devamı gibiydi. Bizim kuşağın üst bilincindeki ülke 80 ihtilali, 28 Şubat ve 15 Temmuz derken yakasını bile ilikleyemiyordu. Bu kırılmaların farklı toplumsal, uluslararası ilişkiler, derin ıslah edilemeyen zihniyet veya yoksa malum yapı sebepleri mi var? Bu da ayrı ve zor bir yazının konusu.

Ancak bu yaşananlarla psikolojik, toplumsal ve siyasi arka planlarıyla hâlen yüzleşememekteyiz. Bunları ertelemenin getirdiği maliyet, onarılmamış yaslarla derin kolektif bilincimizde yer almakta. Bu da içinde yaşadığımız toplumu sağlıksız kılmakta.

80 öncesi psikolojisini paylaşmaya kanal açabilmeye bilincimizde zaman dahi bulamadık. Anılarında dahi 50’lerin sonu ve 60’ların başı kuşak ne yazık ki ortak bir aidiyet heyecanını yaşayamadılar. Velhasıl kelam bu kuşak gençlik yıllarını kendilerince güvensiz bir ülkede geçirdiler. Özallı yılların bahar motivasyonu son yıllarda ülke psikolojisini adeta aynı 70’lerin güvensizliğinin psikolojisine bugünkü kuşaklar için bırakmış durumda.

Bizim olayların içinde aktif bedel ödeyen kuşak, ülkenin bugüne dek hikayesine hayatta kalabilenleriyle şahit oldu. O yılların yüzleşmesini ve tecrübe aktarımını isteyenler, kültür ve sanat içeriğiyle de dahil pek olamadı. O yıllarda bedel ödeyenlere hep Özal’ın son düşüş yıllarında ve Aydın Menderes hareketindeki destekleri veya AK Parti kuruluşundaki samimi çabalarıyla tanıklık ettik. Bu kesime çoğunlukla tarihin pas geçtiği veya Oğuz Atay’ın tabiri ile tutunamayanların kuşağı diyebiliriz.

Bizim kuşağın üst bilincindeki ülke 80 ihtilali, 28 Şubat ve 15 Temmuz derken yakasını bile ilikleyemiyordu. Bu kırılmaların farklı toplumsal, uluslararası ilişkiler, derin ıslah edilemeyen zihniyet veya yoksa malum yapı sebepleri mi var? Bu da ayrı ve zor bir yazının konusu.

Bir de yazının başlığı olarak savrulanlardan da bahsetmek gerekmekte. Ülkede siyaset aksı ne yazık ki Özal hareketi hariç 70’li yılların acı tecrübesi üzerine şekillenemedi. Toplumsal rant ile başarılı ilişki kurabilen kapalı bir siyaset sınıfı belirleyiciydi. İdealistlerin sokak ile ilişki kurabilmeleri zordu.

90 ve özellikle 2000’li yıllardan sonra ister istemez sermaye ve toplumsal yapı el değiştiriyordu. Taşra Anadolu’su entelektüeli olmayan hiyerarşik düşük şiddetli devrimiyle ekonomik ve siyasal anlamda 28 Şubat’ın çitlerini aşıyordu. Bunun en doğal sonucu dolaylı bir uzlaşmayla da sermaye ve siyaset el değiştiriyordu.

Ancak taşra kültürünün kentte de yaşatan yeni sınıfın kendilerine açılan yeni dünyanın nimetlerini anlam dünyalarında nasıl değerlendireceklerine ilişkin de bir kodifikasyonları mevcut değildi. Yeni güç sahipleri geleneksel yapılarının çok ötesinde cezbedici, göz kamaştırıcı aktörler ile karşılaştılar. Para ve şöhret yönetimi konusunda kasaba alışkanlıkları ile sınıfta kaldılar. Geleneği evrimleştiremediler. Aileler yıkıldı, siyasi skandallar ve yolsuzluk adeta normalleşti. Muhafaza edilecek estetik ve kültür ortada kalmadı. Bunlara örnekleri ile farklı kuşaklarda, medya, magazin ve siyaset dünyasında sıkça bugün şahit olunmakta. Memleketin, İslamcı veya Milliyetçi dünyasının yaşlı akilleri veya ağır ağabeyleri ise temkinli bir eleştiri veya iktidar nimetlerinden istifade yolunu seçtiler. Onlarda belirli bir yaştan sonra savrulanlar kervanına dahil oldular.

Tutunamayanların sistem dışında yok kabul edildiği, savrulanların ise merkezi de savurdukları bir durumda 2024’ e girmiş durumdayız. Bu sarmala ortak çare, 1970’lerden itibaren filmi başa sarıp üzerinde ortak yüzleşmeler yapabilmekten başka da gözükmemekte.

Bizler bir tutunabilseydik çok daha güzel olacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir