Cüneyt efendiler tarikatlar için neden bir anlam ifade etmez?

Cüneyt efendiler tarikatlar için neden bir anlam ifade etmez?

Cüneyt efendilerin İslam dünyası için yetişme sorununun temelinde; Endülüs, Bağdat veya Horasan gibi İslam dünyasının entelektüel ve finansal özgürlüğü olan üreme alanlarını yaratamaması vardır.

Sanırım seçim sonrası ülkemizdeki tarikatların pek çoğunda bir kafa karışıklığı yaşanmakta. Bazı tarikatların üst düzey karar vericilerinin ilgili siyasi yapıya koşulsuz destekleri ve bu öngörüleri gelinen nokta itibariyle oldukça çuvallamış bulunmakta. Bu şeyh, halife veya vekil seviyesindeki şahısların öngörülerinin metafizik alemde ilgili silsile ile istişare edilip üretildiği genelde müntesiplerince inanılmakta. Bu öngörülerin boşa çıkması ise teslimiyeti güçlü müridan için her ne kadar tevil edilebilse de ancak çoğunluk müridan tarafından hem tarikat yönetimine hem de kendince manevi alemlerine karşı da ciddi bir güven kaybını yaşatmakta.

Politika ve ranta bulaşan bu tür tarikatlar son günlerdeki medyaya yansıyan şatafat görüntüleri ile de ıstakoz ile sembolize olan çürümüşlük sürecine senkronize olmakta. Tarikatların içinde yaşanan iktidar ve ekonomik güç sebepli bölünmeler ve çatışmalar ise ibret ile seyredilmekte. Bu duruma manevi gözle bakanlar ise Allah’ın sopası yok olacağı buydu da demekte. Gelinen bu durum toplumda tarikatlara karşı ciddi bir öfkenin de sebebini teşkil etmekte.

Bu politika ve güç ile ilişkileri, şahit olduğum ciddi yerli ve yabancı çevrelerin kafasında “acaba bunlarda bir gün Gülenistler gibi devlete ilişkin talepleri sonucunda bir trajediyi ülkeye tekrar yaşatabilirler mi?” sorusunu öne çıkarmakta. Tabi bu durum da işinin ehli mütefekkirlere-düşünürlere devlete talip ideolojik katı yapılarla apokaliptik mistik klan-kabile niteliğindeki grupların farkını hatırlatmakta.

Cüneyt efendi zulme isyanıyla Kızılbaş bir meşrebi, filozofluğu ve aklı kullanması ile İbni Rüşd’ü, tasavvufi ekolü ile İbni Arabi’nin Ekberiliğini veya Melamiliği, kıyafeti, toplu zikri ve ibadeti ile de Ortodoks bir Nakşilik veya Kelamiliği temsil etmekte.

CÜNEYT EFENDİ NEYİ TEMSİL EDİYOR?

Kızıl Goncalar son bölümü, eskilerin tabiri ile tevafukken (rast gelme hali ile) adeta gizli veya açık Türkiye gündemini yansıtıyordu. Tarikatta şeyh efendinin ölümü, rantçı becerikli iş insanı mürit damat, taht kavgaları ve yanlışta ısrar eden muktedir derin devletin falsoları son bölümün ana temalarıydı. Mahalleli artık dizinin büyüsüne kendini kaptırmış durumda her ne kadar Now’da yayınlansa da. Sekülerlerin öfkesi ise dizide pozitivizmin belirleyiciliğinin etkisi arttıkça dinmiş bulunmakta. Dizi ise kutuplaştırıcı siyasetin ekmeğini yiyenlerin sörf yaptıkları zihniyet inşasını intikaya uğratmış gözükmekte.

İster seküler, ister mahalleli veya ister de ehli tarik olsun Cüneyt efendi karakteri gönüllerde taht kurmuş durumda. Sekülerler “yahu bu Cüneyt efendi gibilerden Türkiye’deki tarikatlarda neden bulunmaz” diye haklı olarak sormakta. Belki de bir kısım katı Kemalistler, Cüneyt efendinin gönüllerindeki yeri için şu anki tarikatlar değil olsa olsa ona Atatürk’ün sofrasında sohbet eden ama içki içmeyen melon şapkalı ve fraklı filozof bir Bektaşi şeyhi rolünü yakıştırmakta. Mahalleli vicdanlılar ise tanıdığım kadarıyla muhtemelen “Cüneyt efendi iyi hoş ama psikolojik hasta bu bir zafiyet belirtisi şeyhe yakışmaz bir de biraz felsefeye düşkün bu adamı içerde zor tutarız” diye düşünmekteler.

Cüneyt efendi zulme isyanıyla Kızılbaş bir meşrebi, filozofluğu ve aklı kullanması ile İbn Rüşd’ü, tasavvufi ekolü ile İbni Arabi’nin Ekberiliğini veya Melamiliği, kıyafeti, toplu zikri ve ibadeti ile de Ortodoks bir Nakşilik veya Kelamiliği temsil etmekte. Cüneyt’in bir özelliği de kutuplaşmış ve bölünmüş bir toplumda hem haliyle ve hem de kelamı ile herkes ile özgüven içinde iletişime geçebilmesi ve etkileyebilmesi. Cüneyt sekülerler ile sohbet ederken onların iç dünyalarındaki pozitivist dogmaları kolayca aşabiliyor. Mahalleli için ise Cüneyt,seküler mahalleye karşı üretebildikleri kurgusal da olsa belki tek vicdanın ve aklın markası.

Gönül Türkiye’deki kimlik ve güç siyasetinin içine hapsolmuş tarikatların kendi Cüneytleri çıkartabilip bu zincirlerini parçalayabilmelerini isterdi. 

Türkiye’deki tarikatların ne yazık ki Nurettin Topçu veya M. Ali Ayni gibi müritleri olmadığı gibi Esat Erbili veya İsmail Hakkı İzmirli gibi Şeyhleri de yoktur. Bu anlamda felsefe ve tasavvufun sıkça buluşabildiği İbni Arabi’nin Ekberi görüşü yani “varlık aslında yoktur bir vardır görüşü” ülkemizdeki medrese ve tarikatlarda pek yer bulmamaktadır.

‘VARLIK ASLINDA YOKTUR BİR VARDIR’ GÖRÜŞÜ ÜLKEMİZDEKİ TARİKATLARDA PEK YER BULMAMAKTADIR

Türkiye’deki tarikatların ne yazık ki Nurettin Topçu veya M. Ali Ayni gibi müritleri olmadığı gibi Esat Erbili veya İsmail Hakkı İzmirli gibi Şeyhleri de yoktur. Bu anlamda felsefe ve tasavvufun sıkça buluşabildiği İbni Arabi’nin Ekberi görüşü yani “varlık aslında yoktur bir vardır görüşü” ülkemizdeki medrese ve tarikatlarda pek yer bulmamaktadır. Bu görüş evrenin sonsuzluğunu savunan filozoflarla evrenin sonsuzluğu ile mutlak varlığın aslında bir olduğunu anımsatan bir görüşe kapı açmakta. Bektaşi ve Mevlevi meşrebe de yakın durmakta. 

Ülkemizdeki tarikatlar ve onları besleyen ilgili medrese kaynakları Ekberi görüşe mesafelidirler. Bu yapılar her ne kadar Şeyh Ahmet Serhendi-İmamı Rabbani’nin (ö.1624) Vahdeti şühut görüşünü benimsemişlerse de mevcut köylü, feodal veya felsefi bir metodolojiden mahrum olmaları bu yaklaşımı da anlamalarını imkansızlaştırmaktadır. Bu köylülüğün dönüşememe sorunu bunlar için Gazali ve Teymiye’yi de tam anlamıyla anlaşılmaz kılmakta. Temelde vahdet ve şühut, yani bu görüşlerin farkı, varlığın ve görünümün üzerindeki yorumlara dayanmakta.

Cüneyt efendilerin tarikatlardan çıkamamasında bir diğer teorik sorun medreselerin icazet sürecine kadar çoklu çağdaş disiplinli eğitimden ve felsefeden uzak durmaları. Ezoterik manevi tasarruf-inisiye süreçlerinde geleneği popülarize edip kitap ve sünnet dışında her türlü istismara açık bırakmaları tarikatların uygulamadaki bir diğer manevi sorunları. Eleştiriye kapalı olmaları ve görünmez bir dinde olmayan masumiyet karinesini kendi ve ailelerine yüklemelerine zımnen rıza göstermeleri de toplumla ilişkilerde tarikatların ayrı bir açmazı.

Cüneyt efendilerin feodal ağırlıklı tarikat ailelerinden çıkamayacağının bir sebebi de şeyh çocuklarının yaşlarına göre değil babalarının veya büyüklerinin makamlarına göre yetiştirilme tarzı. Cüneyt efendilerin İslam dünyası için yetişme sorununun temelinde; Endülüs, Bağdat veya Horasan gibi İslam dünyasının entelektüel ve finansal özgürlüğü olan üreme alanlarını yaratamaması vardır. Ki bu alanlar sırf İslam dünyası değil Hıristiyanlık ve Yahudilik ile de ilgili Akinolu Tomas ve İbni Meymun gibi kendi Cüneyt efendilerinin yetişmesine sebep olabilmişti.

Yapımcı Faruk Turgut, Cüneyt efendi karakterinin çok felsefi olmasının, ciddi bir seyirci grubu için reyting kendi kaygılarını artırdığını ve bu diyalogların sınırlanması gerektiğini belirtiyor. Ticari olarak haklı olabilir. Ancak, kutuplaşmış, adaletsizlikle boğuşan ve değerlerini sorgulayan toplumumuzun, Cüneyt efendilere ve derin diyaloglarına ihtiyacı vardır. 

Tarikatların ise, sadece insan gönüllerine bile tekrar girebilmeleri için kendi Cüneyt efendilerini yetiştirmekten başka çıkış yolu görünmemekte…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir