Türk siyasetine alternatif bir yaklaşım: Bireysel komplekslerin siyasallaşması

Türk siyasetine alternatif bir yaklaşım: Bireysel komplekslerin siyasallaşması

Her ne kadar bugüne kadar popüler anlamda kavramsallaştırılmamış olsa da bireysel komplekslerin siyasallaşması meselesine merkez sağ siyasetçiler oldukça hâkimdir. Dolayısıyla bu kompleksleri sürekli diri tutarak gündelik siyasi başarısızlıklara karşın kitlelerinin erozyona uğramasını engellerler.

Geçmişe dair siyasi hafızamdaki en önemli anı belki de Türk siyasi hayatının en önemli kırılma anlarından birisi olan 3 Kasım 2002 seçimlerine dayanıyor. O akşam ailesi evde seçim sonuçlarını takip eden bir çocuk olarak telefonların hiç susmadığını hatırlıyorum. Bazı anıları seneler geçtikten ve belli bir bilgi birikimi ve hayat deneyimi elde ettikten sonra yorumlamak tıpkı bir pazılın parçalarını birleştirmek gibidir. Geçen 21 yılda bizim evde değişen pek bir şey olmadı. 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde de telefonlar hiç susmadı (telefon trafiği tabii ki tek taraflı değil). Halbuki ne ailem ne de onu arayanların ne siyasi bir sıfatı ne siyasi bir hedefi ne de herhangi bir iktidar değişikliğinden etkilenecek bir işi de yoktu. Peki seçim sonuçları açıklandığında bu insanların aklına neden destekledikleri politikacılardan da önce komşularını aramak gelmişti? Bu telefon trafiğinin siyasi bir karakteri yoksa bunun altındaki motivasyon neydi?

Benim buna cevabım: Bireysel komplekslerin siyasallaşması.

BİREYSEL KOMPLEKSLERİN SİYASALLAŞMASI

Türkiye‘de siyaset siyasetçiler tarafından yapılır gibi gözükse de asıl mücadele seçmenler arasındadır. Siyasetçilerin birbirleriyle olan rekabetinden ziyade seçmenlerin kendi çevresinde bulunan insanlarla olan rekabeti çok daha belirleyicidir. Her ne kadar siyasetçiler seçmenleri kullanarak makam mevki sahibi oluyormuş gibi gözükse de esas olan seçmenlerin rakiplerine karşı (komşularına, iş arkadaşlarına veya kahvedeki/gündeki akranlarına) hayatın diğer alanlarında yaşayamadıkları üstünlük/zafer duygusunu siyasetçiler vasıtasıyla tatmin etmesidir. Bu nedenle de siyasetçilerin ve genel merkezlerin ana misyonu kendi seçmen gruplarına kendi mikro alanlarında kullanabilecekleri argümanları onların özgüvenli bir şekilde savunabileceği halde vermektir.

Zaman zaman alay edilen ve küçük görülen iktidar medyasının başarısının altında yatan şey de budur. Kendi kitlesini kahvehanede, günde veya iş yerinde argümansız bırakmamak. Her meseleyi izah edilebilir kılmak ve kitlenin mikro tartışma alanlarında sinmesini ve çözülmesini engellemek. Türkiye‘de siyasetin oldukça dikey bir hiyerarşiyle yapılandığı gerçeğinden yola çıkarsak siyaseti yukarının (lider ve genel merkez) aşağıyı (sıradan vatandaş ve onun yakın çevresi) argüman açısından sürekli besleyebilecek bir şekilde dizayn edildiğini söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

Doktora eğitimimi gerçekleştirirken 1960‘larda yazılmış ve şu anda adını anımsayamadığım bir çalışma elime geçmişti. Bu çalışma büyükşehirlerin etraflarındaki komşu illerin neden daha muhafazakâr eğilimli olduğu sorusuna bir yanıt aramayı amaçlıyordu. Bu çalışma beni daha sonrasında bu meseleyi akademik anlamda çalışmasam da bireysel bazda daha fazla düşünmeye sevk etti.

Bu sebeple de siyaset ile ilgili ama siyasi bir unvanı veya hedefi olmayan insanlarla sık sık sohbet etmeye başladım. Bu sohbetlerde tespit ettiğim ortak tema şu oldu: Türkiye’deki insanların önemli bir bölümünün bireysel yaşamlarında beklediklerini/umduklarını elde edememiş olmaları ve fikirlerini farkında olmasalar da bunun üzerine inşa etmiş olmaları. Bu tatmin edilemeyen bireysel beklenti ve umutların önce değerler vasıtasıyla toplumsallaştığı ardından da siyaset vasıtasıyla da siyasallaştığı. Meramımı somutlaştırmak için çok fazla örnek sunabilirim ancak bu bir köşe yazısı olduğu için tek bir örnek ve hikâyeyi metafor olarak kullanmakla yetineceğim.

Örneğin; 80‘li yıllarda büyükşehire kırsaldan göç etmiş bir insanın büyükşehirde arzu ettiği hayata bir türlü erişememesi ve kendini hayatını idame ettirebilmek için her gün o hayata erişmiş insanlara ya hizmet ederken ya da onları gözlemlerken bulması. Üstelik bu kişinin kendi günlük telaşesinde yaşadığı bireysel başarısızlık ve yetersizlik hissi kendisine toplumsal hayatın her pratiğinde hissettirilmiş olsun. Bu kişinin arzu edip de elde edemediği standartlara ekonomik, yaşam tarzı veya eğitim olarak sahip olan insanlara karşı yetersizlik hissini giderebileceği veya onlara karşı üstün gelebileceği alanları düşünelim. Daha çok para kazanabilir mi? Daha iyi bir iş bulabilir mi? Çocuğuna daha iyi bir eğitim aldırabilir mi? Sanıyorum ki istisnalar dışında bu soruların tümüne verilebilecek yanıt hayır. Bu kişi hiçbir alanda kendi hayal ettiği standartlara erişmiş bu insanlarla yarışamaz ve kendisine saygısını tesis edebileceği ve kendisiyle gurur duyabileceği bir duygu yaratamaz.

Çünkü sistem bu geçişe hazırlıksız yakalanmıştır ve bu insanlara hayalini kurdukları fırsatları sunabilme kapasitesinden yoksundur. Peki insan bu kesin mağlubiyet ve sıkışmışlık ile kendi içinde hesaplaşarak barışabilir mi? Bunun cevabı da istisnalar dışında hayır. Bir şekilde bu kesin mağlubiyet ile hesaplaşacak bir alan/fırsat arar ve bunu bulabilmek ve değerlendirebilmek için kendi benzerleriyle örgütlenir ve mücadeleye girişir. Bu mücadelenin motivasyonunu da bu yetersizlik hissini mağlup etme arzusu ve bu insanlara karşı geliştirdiği kompleksten sağlar.

Siyasetçiler kişisel mücadelenin sadece bir aracıdır. Çünkü insanlar kişisel hayatlarında birbirlerine karşı hissettikleri ama aynı zamanda da gizledikleri hınç, hırs veya yetersizlik hislerini ancak siyaset yoluyla giderebilmektedirler.

KENDİNİ SİYASİYLE ÖZDEŞLEŞTİRME

Türkiye’de siyaset özellikle de köyden kente göç akınlarıyla birlikte basitçe öyküsünü anlattığım bu kişinin kendisine hayatın diğer tüm alanlarında bu insanlara karşı zafer aradığı ve kazanabildiği tek alan hâline gelmiştir. 20 yıl önce de bugün de seçim sath-ı mailinde hiçbir siyasi unvanı veya hedefi olmayan bir evin telefonlarının susmamasının sebebi de budur. Oradaki sohbetin ana odağı siyasi partiler veya siyasetçiler değil iş yerindeki, gündeki veya kahvehanede tartışılan karşı mahalledekidir. Siyasetçiler oradaki kişisel mücadelenin sadece bir aracıdır. Çünkü insanlar kişisel hayatlarında birbirlerine karşı hissettikleri ama aynı zamanda da gizledikleri hınç, hırs veya yetersizlik hislerini ancak siyaset yoluyla giderebilmektedirler.

Bir başka deyişle bireysel hayatlarındaki başarısızlık ve yetersizlik hissini tanımadıkları ve belki de bugüne kadar sadece televizyondan gördükleri politikacılarla kendilerini gereğinden fazla özdeşleştirerek kamusal ve siyasal alanda tatmin etmeyi ve akranlarını siyasetçiler vasıtasıyla alt etmeyi ummaktadırlar.

Son bir not olarak:

Her ne kadar bugüne kadar popüler anlamda kavramsallaştırılmamış olsa da bireysel komplekslerin siyasallaşması meselesine merkez sağ siyasetçiler oldukça hâkimdir. Dolayısıyla bu kompleksleri sürekli diri tutarak gündelik siyasi başarısızlıklara karşın kitlelerinin erozyona uğramasını engellerler. Kriz anlarında hep bu komplekslere seslenirler ve bu kompleksleri tetiklerler. Merkez sol siyasetçiler ise meselenin psikoloji boyutunu genelde atlarlar, meseleyi sadece siyasi bir kavga olarak görür ve sürekli olarak kendilerini anlatma telaşına düşerler.

Ancak geçtiğimiz 20 yıla kadar bireysel komplekslerin siyasallaşması meselesinde merkez sağ oldukça avantajlı bir konumda olsa da son 20 yılda yaşanan değişim kendi karşıtını yaratarak bu kompleksin Türkiye’nin daha kentli, daha seküler seçmenlerine transfer olmasına sebep oldu. Bu nedenle önümüzdeki dönemde de bireysel kompleksler Türk siyasetinde belirleyici bir faktör olmaya ve seçmenler yine hiç görmedikleri siyasetçilerle kendilerini özdeşleştirerek birbirlerini alt etme rekabetine devam edecek.

 

Yiğit Erden, Siyaset Bilimci

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir