Toplumsal muhalefetin kritik sınavı: İstanbul seçimleri ve İmamoğlu

Toplumsal muhalefetin kritik sınavı: İstanbul seçimleri ve İmamoğlu

İmamoğlu, kendisini diğer politikacılardan ayrıştıran iki özelliğini muhafaza etmelidir. Birincisi, tüm kesimlerle (parti elitleri veya kanaat önderleri değil; halk ile) diyalog kurma becerisi yüksek, birleştirici politikacı kimliği. İkincisi ise, Beylikdüzü’nden bu yana girdiği tüm seçimleri favori aday olmamasına rağmen kazanarak inşa ettiği kazanan politikacı kimliği.

Geçtiğimiz günlerde hayatı boyunca sağ partilere oy vermiş bir seçmen ile geniş çaplı bir sohbet imkânı buldum.

Bu tür sohbetleri çok severim. Çünkü bu sohbetler, farklı mahallelerin insanlarının birbirlerinin düşünce ve karar verme sistematiğini anlayabilmesi için hem çok faydalı hem de çok öğreticidir.

Bu sohbetlerde asla bir şey dikte etmeye kalkışmam ve tartışmaya girmem. Hep, “Neden?” diye sorarak herhangi bir konuda o düşünce sisteminin temellerini ve aşamalarını anlamaya çalışırım.

Bu sağ seçmenin 1950’lerden itibaren Demokrat Parti ile başlayan “siyasi aşk” ilişkisi, uzun bir süredir Erdoğan ile devam ediyor. Fakat bu aşkın 10 yıllık bir ayrılık süreci var. Bu ayrılık 10 yılı 70’li yıllara denk geliyor.

“Kimdi bu yeni aşk?” diye sorduğumda, “Ecevit” yanıtını veriyor. “Sebebi neydi?” diye sorunca da, “Genç ve cesur bir liderdi.” diye açıklıyor. Askere ve İnönü’ye kafa tutmasından etkilenmiş ve İnönü’yü devirdikten sonra bir anda Ecevit sayesinde 70’li yıllarını CHP’li olarak geçirmiş.

“Peki, bu aşk neden söndü?” diye sorduğumda ise, Ecevit‘in, 12 Eylül darbecilerine karşı yeterince dik duramayıp partiden istifa edip onları yarı yolda bıraktığını, onların da lanet olsun diyerek o defteri kapattığını söylüyor.

Kendisine siyaseten çok uzak bir siyasetçi ile cesur bir çıkışından etkilenerek kurulan bağ, yine o liderin tereddütlü ve liderlik zaafı olarak görülebilecek bir hamlesiyle son bulmuş.

Bu arada ben, Ecevit’in 12 Eylül’de gayet cesur bir sınav verdiğini düşünüyor olsam da ve partiden istifasının asıl sebebinin kendince daha cesur çıkışlar yapabilme alanı yaratma düşüncesi olduğunu bilsem de buradaki asıl mesele bunu anlatmak değil; bir sağ seçmenin karar verme sürecini anlayabilmektir.

Bu seçmenler pragmatist” bir tonu da olduğundan, liderin çeşitli krizleri manevra yaparak çözmesine çok fazla takılmıyor. Hatta bu pragmatikliği oldukça işlevsel olarak algılıyor ve liderin günlük siyasi meseleleri çözerken kullanması gereken bir metod” olarak görüyor.

SAĞ SEÇMEN VE BİR LİDERDEN BEKLENTİLERİ

Tek bir seçmenden yola çıkarak anlattığım bu hikâyenin benzerini hayatı boyunca sağ partilere oy vermiş birçok insandan, birçok defa dinledim. En çarpıcı ve en detaylısı bu olduğu için bu yazıya girişi bu diyalogla yaptım. Literatürde de, 70’li yıllarını Ecevitçi geçirip, bugün Erdoğan’ı destekleyen bir kesim üzerine birçok akademik makale mevcut.

Benim bugüne kadar dahil olduğum bezer diyaloglardan çıkardığım sonuç şu:

Sağ seçmen için en önemli mesele, siyasetçinin cesur, net ve dirayetli olmasıdır. Erdoğan’ı Erdoğan yapan veya Kılıçdaroğlu’nun liderlik vasfını sürekli olarak sorgulatan meselenin altında yatan sebep de budur.

Bu seçmenler “pragmatist” bir tonu da olduğundan, liderin çeşitli krizleri manevra yaparak çözmesine çok fazla takılmıyor. Hatta bu pragmatikliği oldukça işlevsel olarak algılıyor ve liderin günlük siyasi meseleleri çözerken kullanması gereken bir “metod” olarak görüyor. Tam da bu nedenle, sosyal medyada bugüne kadar binlerce kez oynatılmış, “5 sene önce böyle derken, şimdi şöyle diyor!” videolarının bu seçmen grubunda hiçbir karşılığı olmuyor. Onlar için asıl mesele, resmin bütününe bakarak, o kişinin yaşanan krizlerde veya karşı karşıya kalınan zorluklarda veya çetrefilli meselelerde cesur çıkışlar yapabilme kabiliyeti. Sağ seçmenin bir kısmının gönlünde taht kurabilmenin bir yolunun da buradan geçtiğini düşünüyorum.

Örneğin; Robert Kolejli, şair, entelektüel, aileden CHP‘li Ecevit’i “Karaoğlan”a dönüştüren ve %40 barajını aştıran, kendi müesses nizamına, yani İnönü’ye ve askere aynı anda meydan okuyabilmesi iken; Erdoğan’ı Erbakan’dan daha kült bir hale getiren de, Erbakan’ın bazı kritik dönemeçlerde fazla tavizkar tavırlar takınması olabilir.

Buradan meseleyi, doğumu beklenen ancak bir türlü gerçekleşemeyen bir lidere bağlamak istiyorum.

İmamoğlunu İmamoğlu yapan ve CHP başta olmak üzere tüm muhalefet bloğu için önemli kılan melekeler zarar görmüş, kendisini nispeten daha merkezde konumlandırmış sağ seçmenle olan diyalog kanalları yıpranmış ve bu kutuplaştırma ortamında o kesimde henüz ölçemediğimiz bazı şeyleri kendisinden götürmüş olabilir.

İMAMOĞLU, SAĞ SEÇMEN VE ÖTESİ

Ekrem İmamoğlu, bir siyasetçinin eline kâğıt kalem alıp senaryosunu yazsa bile inanamayacağı muazzam bir hikâyenin kahramanı. Bugün normalleştirilmeye, hatta küçümsenmeye çalışılan ancak o dönem kimsenin ihtimal bile vermediği bir başarının sahibi. 25 yıl sonra İstanbul’u tüm baskılara ve engellere rağmen hem de iki kez kazanan bir lider.

Bu hikâyeyi yazarken İmamoğlu, çarşıda pazarda tüm kesimden insanlarla diyalog kurabilen, onlarla aynı dili tutturabilen, alışılagelmiş CHP’li profilinin aksine bir profil çizmişti. Üstelik Türkiye’nin içerisinde bulunduğu “kutuplaşma” ortamında herkesle diyalog kurabilen bir siyasetçi profili oldukça da beğenilmişti.

Bu beğeni, iptal edilen İstanbul seçimlerinden sonra yerini; hakkını sonuna kadar savunan, vatandaşın oyuna sahip çıkan ancak bunu da kimseyi kırıp dökmeden yapan, defalarca hedef olmasına rağmen tüm saldırılara karşı dik durabilen ve seçim kazanan siyasetçi imajıyla yerini hayranlığa bıraktı.

Bu beğeni ve hayranlık duygusu ki İmamoğlu’nun farklı parti liderleri tarafından dahi cumhurbaşkanı adaylığına layık görülmesine ve CHP içerisinde Türk siyasetinde daha önce tecrübe edilmemiş bir şekilde kurultay ile genel başkan değişimini sağlayan en önemli siyasi aktörlerden biri haline getirdi.

Ancak bu yolculuk İmamoğlu’nu sürekli yukarıya taşıyan bir süreçten ibaret olmadı. Cumhurbaşkanlığı adaylığı polemikleri ve masanın krizlerini çözebilmek için seçim kampanyasına “yardımcı aktör” olarak katılması dolaylı da olsa, kendisini makro siyasetin mevcut kutuplaşmasının ve seçim mağlubiyetinin önemli bir parçası haline getirdi. Buna ek olarak, CHP içerisindeki tartışmaların odağına çok fazla girmek durumunda kalması, kendisini herkesle iletişim kurabilme becerisi olan siyasetçiden, sadece CHP’ye ve onun içerisinde bulunduğu ittifak bloğuna seslenen bir siyasetçiye dönüştürmüş olabilir. Yani; İmamoğlu’nu İmamoğlu yapan ve CHP başta olmak üzere tüm muhalefet bloğu için önemli kılan melekeler zarar görmüş, kendisini nispeten daha merkezde konumlandırmış sağ seçmenle olan diyalog kanalları yıpranmış ve bu kutuplaştırma ortamında o kesimde henüz ölçemediğimiz bazı şeyleri kendisinden götürmüş olabilir.

Tam da bu nedenle İmamoğlu’nun, büyük hayal kırıklığı ve umutsuzluk içerisinde bulunan seçmn grubunun hala diri olan son umudu olarak devam edebilmesi için İstanbul’un kazanılması elzemdir.

Fakat İmamoğlu bunu yaparken, kendisini diğer politikacılardan ayrıştıran iki özelliğini muhafaza etmelidir. Birincisi, tüm kesimlerle (parti elitleri veya kanaat önderleri değil; halk ile) diyalog kurma becerisi yüksek, birleştirici politikacı kimliği. İkincisi ise, Beylikdüzü’nden bu yana girdiği tüm seçimleri favori aday olmamasına rağmen kazanarak inşa ettiği kazanan politikacı kimliği. Bunu yapmanın yolu da, 2019’daki parti elitlerine değil, halka seslenen İmamoğlu imajının yeniden tesis edilmesidir. Çünkü İstanbul’u kazanmak parti genel merkezinde oturan 3-5 elitinin değil, halkın tüm kesimlerinden seçmenlerin gönlünü kazanmaktan geçiyor.

Yiğit Erden, Siyaset Bilimci

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir