Sanayi politikası: C vitamini mi yoksa penisilin mi?

Sanayi politikası: C vitamini mi yoksa penisilin mi?

Sanayi politikası, iyi işleyen bir ekonomi inşa edilirken bir eksikliğin giderilmesi amacıyla düzenli ve makul miktarlarda alınması gereken temel bir besin midir? Yoksa belirli bir enfeksiyonla mücadele amacıyla başvurulması gereken bir tedavi midir?

C vitamini soğuk algınlığını önlemede veya kanser tedavisinde çok etkili olmayabilir; ancak eksikliği durumunda bağışıklık sisteminde ciddi sorunlar baş gösterebilir. Sonuç olarak, sağlıklı bir beslenme düzeni için günlük C vitamini alımı çok önemlidir. Penisilin ise bakteri kaynaklı hastalıkları tedavi ederken, aşırı kullanımı durumunda ilaca karşı dirençli mikroplara kapı açabilir. Dolayısıyla yalnızca gerektiğinde alınmalıdır.

Peki, sanayi politikası daha çok C vitaminine mi yoksa penisiline mi benzer? Düzenli, makul dozlarda alınmaması ekonomi sisteminde hayati bir eksikliğe mi yol açar? Yoksa belirli tipte bir hastalıkla mücadele etmek için azar azar mı kullanılmalıdır?

Bu bağlamda hastalıkları, pek çok ekonomistin kaideden çok istisna olarak gördüğü piyasa kaynaklı kusurlar olarak ifade edebiliriz. Bu ekonomistler, dışarıdan bir müdahale yerine vücudun hastalıkla kendi kendine mücadele etmesi gerektiğini savunuyorlar. Hani derler ya, ilaç kullanmazsan bir haftada, ilaç kullanırsan yedi günde iyileşirsin. Nobel adaylığı bulunan ekonomist Gary Becker bunu çok veciz bir şekilde ifade etmişti: “En iyi sanayi politikası aslında olmayandır.”

Bir başka bakış açısı da bu piyasa kaynaklı kusurların bünyeye tamamen yayıldığı görüşündedir. Rakiplerinin kendi çalışanlarını baştan çıkarıp ellerinden çaldığı ve ciddi maliyetlerle ortaya koydukları fikirlerini neredeyse bedavaya taklit ettikleri bir ortamda şirketlerin çalışanlarına eğitim vermeleri ve AR-GE yatırımlarını artırmalarını beklemek biraz saflık olur. Bunun üzerine bir de üretime uygun bir alan yaratmak için gereken elektrik, su, lojistik ve güvenlik gibi maliyetler eklendiğinde iş iyice içinden çıkılmaz hale gelir. Bunun sonucu olarak hükümetler eğitim maliyetlerinin bir kısmını karşılamak, vergi yönetmeliklerini değiştirerek AR-GE yatırımlarını desteklemek ve sanayi bölgeleri oluşturmak gibi görevleri üstlenmek durumundadırlar. İşte tıpkı C vitamini gibi bu tip politika müdahaleleri pek çok sanayi kolu için faydalıdır ve süreklilik arz etmelidir.

Oysa reel gerçeklik çok daha karmaşıktır: Piyasa kaynaklı kusurlar endemik olmakla birlikte geniş bir çeşitliliğe sahiptir. Dolayısıyla bunların tamamına aynı ilaçla müdahale etmek doğru değildir. Bunu anlayabilmek için, iyi işleyen piyasaların başarılı olduğu üç noktayı belirtmekte fayda var. İlk olarak, doğru maaş politikası yoluyla, ekonomi sahasında dağınık halde bulunan tüm bilgilere ulaşırlar. İkinci olarak, kâr beklentisi yaratarak, girdi maliyetleriyle nihai ürün maliyetleri arasında nihai ürün lehine büyük uçurumların olduğu ürünler ve hizmetler yaratılmasını teşvik ederler. Son olarak, finansal piyasalar yoluyla, fiyatların belirlenmesinde katkı sağlayarak kârlılığı artıran firmalara kaynak tahsis ederler.

Sanayi politikaları olumsuz sonuçlar da doğurabilir diye ülkelerin bu tür politikalardan toptan uzak durmaları gerektiği anlamı da çıkarılmamalıdır. Asıl mesele, tıpkı sağlam bir eğitim ve sağlık politikası gibi sanayi politikasının da nasıl uygulanması gerektiğinin öğrenilmesi ve olası bir başarısızlığın ağır bir sosyal maliyeti olacağı gerçeğinin görülmesidir.

Sanayi politikası; kamu mallarının tedariki, bilgiye, teşviklere ve sermayeye erişimin önündeki engeller benzeri kusurları ortadan kaldırmaya yönelik olmalıdır.

Mesela sıhhi denetimler, güvenlik sertifikasyonları ve soğuk tedarik zinciri olmasa uluslararası taze sebze-meyve ticaretinden söz edilemez; tıpkı ABD’de altyapı eksikliği nedeniyle hızlı demiryolu hattının olmaması gibi.

Benzer şekilde yeni gelişmekte olan sanayiler de tavuk-yumurta ikilemiyle boğuşmaktadır. Buna örnek olarak, şarj altyapısının yetersiz olması nedeniyle insanların elektrikli araç satın alma konusunda isteksiz oldukları gerçeğini verebiliriz. Hâl böyle olunca yatırımcılar da elektrikli araç satışlarının artacağı yönünde bir garanti almadan paralarını şarj istasyonlarına gömmek istemiyorlar. Yatırımcılara mali teminatların verilmesiyle şarj ağı genişleyecek, buna bağlı olarak elektrikli araç satışları patlayacak, verilen teminatların kullanılmasına gerek kalmaksızın ucuz maliyet ve ucuz kullanım imkânı sunulmuş olacaktır.

Nasıl ki farklı hastalıklar için farklı türlerden antibiyotikler kullanılıyorsa, bu tür müdahaleler de her sektörün ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmelidir. Bu noktada ise karşımıza şu sorular çıkıyor: Hastalığı kim teşhis edecek, doğru reçeteyi kim yazacak ve bu kişiler hastalığın kaynağına ilişkin yeterli bilgiye sahip midir?

Sanayi politikaları için yapılabilecek belki de en iyi benzetme vücudumuzun bağışıklık sistemidir. Vücudumuzun çok farklı noktalarından geçen geniş bir tespit ağı sayesinde bu sistem, tehditleri tespit eder ve anında harekete geçer. Belleğinde bulunan eski enfeksiyon durumlarına ilişkin kayıtlarından yararlanarak sorunu çözmeye yönelik antikor geliştirir. Dolayısıyla, mücadele verdiği her bir hastalık sistemin kapasitesini artırır.

Bu benzetme gayet yerindedir, zira sanayi politikaları kamu kurumları -bakanlıklar, ekonomik kalkınma kurulları, yatırım-gelişim ajansları ve özel ekonomik bölgeler- ile özel sektör aktörleri arasında geniş bir işbirliğini gerektirir. Dahası, tıpkı bağışıklık sistemi gibi, sanayi politikaları da şu iki şekilden biriyle çökebilir: Ya verdiği tepki yetersiz kalmıştır ya da korumaya çalıştığı bünyeye, barındırdığı özbağışıklık bozuklukları nedeniyle daha fazla zarar verir. Siyasi saplantılar, yolsuzluk ve bürokratik liyakatsizlikler, hükümetlerin piyasanın sorunlarını çözmesinden ziyade bu sorunları iyice ağırlaştırmasına yol açabilir.

Sanayi politikaları olumsuz sonuçlar da doğurabilir diye ülkelerin bu tür politikalardan toptan uzak durmaları gerektiği anlamı da çıkarılmamalıdır. Asıl mesele, tıpkı sağlam bir eğitim ve sağlık politikası gibi sanayi politikasının da nasıl uygulanması gerektiğinin öğrenilmesi ve olası bir başarısızlığın ağır bir sosyal maliyeti olacağı gerçeğinin görülmesidir.

Rıcardo Hausmann, Prof., Dr., Harvard Üniversitesi Uluslararası Kalkınma Merkezi Direktörü

Kaynak: https://www.project-syndicate.org/commentary/how-to-think-about-industrial-policy-by-ricardo-hausmann-2023-11

 

Çeviren: Hasan Kaya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir