Cumhuriyetin 100. yılında ihtiyacımız olan zihniyet

Cumhuriyetin 100. yılında ihtiyacımız olan zihniyet

Cumhuriyet’in 100. yılında üzerimize düşen en önemli görev ortak bir hedef ve kader birliği içinde aynı ilke ve değerler etrafında birleşebilecek iradeyi bundan 100 yıl öncesinde dedelerimizin gösterdiği şekilde gösterebilmektir.

Bir konferansın kahve arası, ayaküstü sohbet ediyoruz, yine memleket meselesine bağlanan sorunlar ve içimizden biri kendini tutamayıp şu kelimeleri döküyor ağzından.

“Bu ülkede cahil o kadar çok insan var ki bu ülke bir yere gidemez. Olduğumuz yerde sayarız. Hiçbir başarı elde edemeyiz!”

Kısa bir düşünceye dalıp tarihi kurcalıyorum kafamda. Bu Cumhuriyet’i kurarken geçtiğimiz tarihin kilometre taşları aklıma geliyor ve soruyorum.

1920 yılında Türkiye’de okuryazar oranı bugünkünden daha mı fazlaydı?

1922 yılında?

Ya 1923 yılında? Tam da Cumhuriyet’i kurduğumuz 29 Ekim 1923 günü? Okuryazar daha mı fazlaydı yaşadığımız topraklarda?

Cahil insan sayısı çok mu azdı?

Türkiye’de ilk resmi okuryazarlık istatistikleri 1927 yılında yayınlanmış. Bu rakam okuryazar oranının %8.6 olduğunu gösteriyor. Durum böyleyken sanırım halkın büyük bir cehalet içinde olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Bir düşünün, 1919 yılından itibaren Kurtuluş Savaşı’nı ateşini yakmış, 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmış, 1922 yılında 30 Ağustos Meydan Savaşı’nı kazanmış, 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet’i ilan etmiş bir milletin bu başarıları az görülebilir mi? Sizi bilmem ama koca bir milleti ayağa kaldırarak büyük bir örgütlenme ile yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir Cumhuriyet inşa eden bir lider, ona inanmış bir millettin bu başarısı bir destandır.

Peki, bu başarı bu kadar cahil halka rağmen nasıl yapıldı? Hiç merak ettiniz mi? Hiç düşündünüz mü?

Günlük yaşantımızın akışında bir oyun içindeyiz. Temasta bulunduğumuz her noktada bir oyunun aktörüyüz. Bu kimi zaman bireysel kimi zaman bir takım içinde oluyor.

OYUN TEORİSİNE GİRİŞ

Uzunca bir süredir oyun teorisi ile ilgili yazı yazıyor, sonlu oyun sonsuz oyunlar hakkında bilgi veriyor, ülke yönetimi, şirket yönetimi konusunda uygulamalarına dair örnek göstererek açıklamaya çalışıyorum.

Günlük yaşantımızın akışında bir oyun içindeyiz. Temasta bulunduğumuz her noktada bir oyunun aktörüyüz. Bu kimi zaman bireysel kimi zaman bir takım içinde oluyor. Basite indirgemek için oyunları iki sınıfa ayırıp bunun üzerinden düşünerek açıklamaya çalışacağım yukarıdaki konuyu.

Oyunlar ikiye ayırılıyor:

– Sonlu oyunlar

– Sonsuz oyunlar

Sonlu Oyunlar: Bunlar belirgin bir başlangıcı, sonu ve kurallar seti olan oyunlardır. Sonlu oyunları oynayanlar kazanmak amacıyla oynarlar. Sonunda belirgin bir kazananın olduğu geleneksel spor oyunlarından basketbol, futbol, voleybol veya satranç, tavla gibi masa başında oynan oyunları sonlu oyunlara örnek olarak gösterebiliriz. Bu oyunlarda oyuna katılan kişi sayısı, oyunun nasıl oynanacağı, bellidir. Oyunun ortasında belirli bir skor ortadayken baştan kabul ettiğiniz kural setlerine rağmen, “Hayır, kabul etmiyorum, geriye dönelim; bizim takım bir kişi daha fazla olsun!” gibi istekleriniz kabul edilmez. Bu oyunların sonunda oyunun bir kazananı ve kaybedeni olur.

Sonsuz Oyunlar: Sonlu oyunlardan farklı olarak, bu oyunların belirgin bir başlangıcı veya sonu yoktur. Oyunun devam etmesi için oynanırlar. Kurallar; oyuna katılan kişiler, gruplar oyun sırasında değişebilir ve amaç, oyunu sürdürmektir. Bu oyunların bir kazananı veya kaybedeni yoktur. Bireysel olarak düşünüldüğünde, birçok insan için yaşam, “kazanmak” değil, oynamaya devam etmek amacıyla görülen sonsuz bir oyun olarak düşünülebilir.

Bu ayrım, sadece oyunların ötesine geçer ve yaşamın birçok yönüne, iş dünyası, ilişkiler ve kişisel gelişim dâhil olmak üzere uygulanabilir. Sonlu oyun oyuncuları sınırlar içinde oynarken; sonsuz oyun oyuncuları sınırlarla oynar.

Sonsuz oyunlar, varış noktasından ziyade yolculuğa daha çok odaklanır ve uyum ve değişimin önemini vurgularlar. Sabit kurallar ve belirli sonuçların geleneklerine meydan okuyarak, gerçek büyümenin ve anlayışın değişikliğe ve evrimleşmeye açık olmaktan geldiğini öne sürerler.

Hayatın devam ettiği ve bu devamlılıkta bulunduğumuz ülkeyi düşündüğünüzde hepimizin sonsuz bir oyunun parçası olduğumuz bir gerçektir. Sürekli oyunda kalabilmek ve gelecek nesilleri de bu oyun içinde tutabilmenin yolu, güven ile örülmüş, birbirleri ile işbirliği yapan ve ortak ilke ve değerle etrafında kenetlenmiş bir toplumla mümkündür. Bundan herkesin aynı fikirde olacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Hatta farklı fikirlerin birbirileri ile tartışarak oluşturduğu kültür ve bilgi zenginliği düşünülmelidir.

Sonsuz oyun konusunda daha önce yazdığım İçimden Geldi ve Yazdım başlıklı yazımda sonsuz oyunun gerektirdiği prensiplere değinmiştim ama yine açıklamakta fayda görüyorum.

Sonsuz oyun zihniyetinin beş ana prensibi vardır:

  1. Haklı bir amacınızın olması,
  2. Birbirine güvenen bireylerden oluşan bir takım (toplum),
  3. Değerli rakiplerinizin,
  4. Varoluşsal esneklik kapasitenizin,
  5. Cesaretle yapılan liderlik olmasıdır.

Gelin kısaca bunlara değinelim:

Haklı bir amaç; bireylerin veya organizasyonların, kısa vadeli hedefler veya belirsiz fırsatlar yerine, uzun vadeli ve anlamlı bir vizyona odaklanmalarını sağlar.

Bu tür bir amaç, genellikle özgecilikle ilgili olup, bireysel veya kurumsal çıkarların ötesine geçer. Haklı bir amaç, insanları motive eder, onlara yön verir ve karşılaştıkları zorluklar ve belirsizlikler karşısında rehberlik eder. Bu amaç o kadar güçlüdür ki insanlar veya organizasyonlar onu gerçekleştirebilmek için risk alabilir, fedakârlıkta bulunabilir ve hatta varoluşsal esneklik gösterebilirler.

Birbirine güvenen bir takım (toplum) içinde bireylerin birbirine güvendiği, açık iletişim kurduğu ve birlikte çalışmaya yatkın olduğu bir ortamı ifade eder.

Güvenilir takımlar, bireylerin hatalarını açıkça paylaşabileceği, birbirine destek olacağı ve sürekli öğrenme ve gelişim için birbirini teşvik edeceği bir atmosfer oluşturur. Bu tür bir ortam, risk almayı, yenilikçi fikirler üretmeyi ve organizasyonun veya takımın uzun vadeli başarısını desteklemeyi kolaylaştırır.

Varoluşsal esneklik, bir toplumun ya da bireyin önemli bir değişiklik yapabilme yeteneğini ifade eder, genellikle bu değişiklik mevcut durumu ya da stratejisinin temelini sarsar. Bu tür bir esneklik, yalnızca kısa vadeli zararlara katlanabilecek, uzun vadeli bir vizyona sahip organizasyonlar veya liderler tarafından uygulanabilir. Mevcut statükonun sürdürülemez olduğunun farkına varıldığında ve gelecekte başarılı olabilmek için temel değişiklikler yapılması gerektiğinde devreye girer. Bu, genellikle köklü bir değişim ve yenilik gerektiren bir durumdur.

Bu prensip, bireylerin veya toplumların (organizasyonların), belirsizlik, risk ve duygusal maruziyet gibi zorlukları kabullenerek liderlik yapabilme cesaretini vurgular.

Değerli rakipler, sizi yenen bir düşman değil, sizi geliştiren ve büyümenizi sağlayan rakiplerdir. Bu rakipler, zayıf olduğunuz alanları ortaya çıkarır ve daha iyi olmanız için sizi zorlar.

Sonsuz bir oyunda amacınız kazanmak değil, oynamaya devam etmek ve gelişmektir. Değerli bir rakip, sizin zayıf olduğunuz alanlarda başarılı olan ve bu nedenle sizin zayıf yönlerinizi gösteren mükemmel bir aynadır.

Liderlik yapma cesareti, kolay veya popüler olanı yapmak yerine, doğru olduğuna inanılanı yapmayı gerektirir. Bu, etik bir duruş, empati, açıklık ve dürüstlüğü içerir. Ayrıca, haklı bir amaç için risk almayı, varoluşsal esneklik göstermeyi ve güvenilir takımlar oluşturmayı da kapsar.

Başarıya ulaşmak, oyunda kalabilmek için gerekli olan yegâne şeyin de yapılması gereken liderliğin sonsuz oyun zihniyeti ile olması gerektiğidir.

1919 yılında başlayıp, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin ilanı olan 1923 yılına kadar sürdürülen mücadeledeki sonsuz oyun zihniyeti, bir vatanın kurtuluşu için ortak bir hedefte, ilke ve değerler etrafında birleşmiş, işbirliği yapan ve birbirine güvenen ve aynı ortak kaderi paylaşan vatandaşlarla mümkün olmuştur.

CUMHURİYET VE SONSUZ OYUN ZİHNİYETİ

1919 yılında başlayıp, 100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin ilanı olan 1923 yılına kadar sürdürülen mücadeledeki sonsuz oyun zihniyeti, bir vatanın kurtuluşu için ortak bir hedefte, ilke ve değerler etrafında birleşmiş, işbirliği yapan ve birbirine güvenen ve aynı ortak kaderi paylaşan vatandaşlarla mümkün olmuştur. Bu mücadele ben kazandım sen kaybettin zihniyeti ile değil, hepimiz kazanacağız, hepimiz refaha, özgürlüğe kavuşacağız zihniyeti ile oynandığı için başarılı olmuştur.

Atatürk 1 Kasım 1934 tarihinde Güven Anıtı’nın açılışında

Sonsuz oyunu sonlu oyun zihniyeti ile oynadığınızda ise olacakları önceden görebilirsiniz. Bu konuda siyasette edindiğim tecrübeleri başka yazılarda dile getireceğim. En basit anlamıyla sonsuz oyun sonlu oyun zihniyeti ile oynandığında ne olacağını şöyle söyleyebiliriz:

  1. Güvenin azalması,
  2. İşbirliğini kaybolması,
  3. Yaratıcılığı gerilemesi.

Bunların ortaya çıkışı da başka bir şeyi tetikler. İhtiyaç duyduğunuz kaynakların gün geçtikçe azalması ve kaybolan kaynaklarınızla birlikte artık oyunu sürdüremez noktaya gelişiniz. Oyunu sürdüremez noktaya gelişiniz de sonuçta oyunda geriye düşmenize ve nihayetinde artık oyunda kalamamanıza yol açar.

Bu nedenledir ki Cumhuriyet’in 100. yılında üzerimize düşen en önemli görev ortak bir hedef ve kader birliği içinde aynı ilke ve değerler etrafında birleşebilecek iradeyi bundan 100 yıl öncesinde dedelerimizin gösterdiği şekilde gösterebilmektir. Bu ilke ve değerler çok zor kriterlerle saptanmış şeyler de değildir. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuz oyun zihniyeti ile söylediği “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözü bu konuda önemlidir. Bunu gerçekleştirebilmek için saygı, hoşgörü, ahlak, sosyal adalet, dayanışma ruhu, fırsat eşitliği, gelecek nesilleri düşünmek, doğayı gelecek nesillere devredilecek bir miras olarak görmek yeterlidir. Bunları gerçekleştirmek içinse hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş, farklılıklarımızı zenginlik olarak gören, adaletli ve vicdanlı bireylerin olması gereklidir. Kısaca cehalet diyerek konuyu basitleştirmek kolaya kaçmaktır.

Oyunda kalabilmek için sürekli değişen koşullara uyum sağlayabilecek ve her konuda sürekli gelişim gösterecek bireyler ve nesiller yetiştirmek üzerimize düşen en büyük görevdir.

Ömer Gencal, Finans Danışmanı


Sitemizin açılışında ilk dosya konusunu “100. Yılında Cumhuriyet” olarak belirledik.
Bu yazı 100. Yılında Cumhuriyet Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir