Dijital kimlikler, dijital göçmenler

Dijital kimlikler, dijital göçmenler

Hayatın kafamızda yarattığımız prangalarından, bireysel yeteneği ile kazanarak, istediği zaman diliminde, istediği iklimde, mülksüz ya da mülklü, istediği ülkede ve sevdikleri ile yaşama imkânı. Dijital göçmenler, hızlı uyum sağlamaları, ekonomik dertlerinin nispeten azlığı, eğitim ve kültürel beklentilerinin çok üst seviyede olması; onları “yakalayan toplum” için büyük fırsat.

Geçtiğimiz aylarda Ankara’da kreatif endüstrinin teknoloji ile değişimi üzerine bir konferans verirken çok ilginç bir soru aldım.

İş dünyasında büyük sorun olan, özellikle kadınlara dezavantaj getiren, yaş, ırk ve cinsiyet gibi ayrımların kreatif sektörde de yapılıp yapılmadığını sordular.

Bir es verip düşündükten sonra; gerçek kanım olan, bunun var olmadığını; özellikle de bir şeyi yazabilme, çizebilme, hayal kurabilme, kodlama gibi konularda tüm sektörlere örnek olabilecek derecede olduğunu ekledim.

Kreatif sektör, özellikle dijital dikeyinde tamamen çıktıya bakıyor. Hatta bir an sonra aklıma yaşadığım bir başka gerçek geldi. Bazen discord ya da farklı kanallar üzerinden tanıştığımız, çalıştığımız; bazen “gerçek” ismini bazen de “rumuzunu” gördüğümüz insanlar ile iletişim kuruyoruz. Kimdir, kaç yaşındadır, nerede yaşar, cinsiyeti hiçbiri ön planda değil. Evrensel, zaman dilimi olmayan ve dijital kimlikli bir sektör.

Katman katman derinleşen kişiliklerimizin, alanına göre farklılaştığı yer oldu dijital mecralar. İş yaparken kullandığımız “rumuz”, oynarken seçtiğimiz karakterlere giden kişilik bolluğu hâkim oldu. Dijitale doğanların gerçeği, benim de içinde olduğum X nesli ve gerisi için zor anlaşılsa da; dijital dünyadaki ikizimiz, dışarıdan oldukça farklı.

 Bu açıdan baktığımızda; teknoloji özgürlüktür. Bireyin kendini nasıl ve nerede isterse ifade edebildiği sanal alan, giderek artan anlık iletişim herkese ifade “özgürlüğü” getiriyor.

Tam bu noktada, kişinin dijital ikizinin, kafasını ekrandan kaldırıp, gerçek dünyaya döndüğü, nefes aldığı ana geliyoruz.

Bu iki dünya arasındaki farkın uçurum seviyesinde olduğu ülkeler ve aralarında çok da fark olmayan ülkeler olarak bir ayrım başladı. Temel hak ve özgürlüklerin ötesinde bireyin güvenliği, barınması, ekonomik özgürlüğü, kültürel zenginlik ve de imkanlara ulaşabilme de, gerçekten nefes alıp verdiği dünya da onu uyutmayan ya da rahat uyutan alanlar. Gününün giderek daha çok kısmını çalışarak ve eğlenerek sanal dünyada geçiren, dijitalde yaşayan, çalışan, eğlenenler için nerede olduğunun önemi tek bir konuya dönüşüyor: özgürlük.

Dijital dünyada tattığı özgürlüğü, gerçek dünyada da bekliyor.

İzlediğini, okuduğunu, oynadığını, dijitalde ürettiği ile kazandığını; artık maskesini çıkarttığında da aynı şekilde tecrübe etmek istiyor. Özgürlüğünün peşinde insan.

Savaşlar ve güvenlik sebebi ile bizim gibi “insani” boyutu yüksek ülkelerin ana gündemi olan “göç” tam da bu noktada devrede. Kendi hayatını kurtarmanın ötesinde; kendi yaşadığı hayatın memnuniyetsizliği ile olan göç. Yazıdan sonra düşünmeniz yeter sadece kendi sosyal çevrenizden kaç kişiyi yurtdışına son yıllarda uğurladınız, belki de siz öylesiniz; gittiniz.

Kreatif endüstri ve dijital/teknoloji odaklı işlerde pandemi ile başlayan “sessiz istifa” da bunun bir kolu. Kendi imkânı ve kendi altyapısı ile, dijital pazar yerlerinde ve iletişim ağlarında; “bitireceği iş ile kazanacağı para odaklı” hayatını kazanan, bordrodan çıkmış; bunu ilerletip evrensel para birimlerinde ya da bitcoin üzerinden ödeme alan; nam-ı diğer “gig economy” çalışanları. Bu kişilere özel açılmış, şehirlerde ve hatta tatil ile özdeşleşmiş konumlarda paylaşımlı ofislerden oluşan yeni sektörler, onlara özel hizmetler, ürünler.

Mesaj net:

Hayat kısa; çalışarak bir yere gitmeye hayal kuracağına, tüm hayatını orada ve uzaktan hala çalışarak geçirebilirsin.

Yukarıdaki cümle Yunanistan’ın önceki sene evrensel yürüttüğü bir dijital reklam kampanyasından işin aslı. Neredeyse tüm ülkelerin “dijital göçmenleri” kendine çekmek için bir teşviği var artık. İnsan kabul etmede en muhafazakâr duran ülkelerden Almanya’ya 35 yaş altı ve biraz İngilizceniz ile yerleşebiliyorsunuz. Keza Kanada’ya turistik vize ile girip, ben burada hayat kuracağım dediğinizde bir vize tipi var.

Yine Yunanistan, direkt adını “Dijital Göçmen” vizesi koyduğu bir vize ile, “gig economy”de çalışan “freelancer” adını alan, bağımsız çalışanların; dijital platformlarda içerik üreticilerin, yazarların, yazılımcıların aileleri ile gelebilme imkânını verdi. Bu kitle değişik. Yeni beklentileri var. Hayat gustoları da harcayacakları paraları da.

Bu göç önceki zamanların büyük çok uluslu şirketlerine gidenler ve de ondan da önce batının sanayisindeki üretim ihtiyacı için gidenlerden farklı bir dalga. Geleceğini beraberce göreceğiz ama kök salmayan, tam tersi, keyfine göre “göçebilecek” bir kitle.

Dijital ekonominin başta yaşam alanlarımız olan evlerden ve onların mülkiyetinden başlayarak, sessiz ama olukça büyük bir toplumsal değişim.

En az savaşlardan kaçan büyük kitleler kadar, gönderen ve alan toplumlarda değişim yaratabilecek bir kitle göçüyor.

Dijital göçmenler, hızlı uyum sağlamaları, ekonomik dertlerinin nispeten azlığı, eğitim ve kültürel beklentilerinin çok üst seviyede olması; onları “yakalayan toplum” için büyük fırsat.

Bu kitle, yaptıkları ile evrensel etki yaratıyorlar; yazılımları, girişimleri, Youtube üzerinde yarattıkları içerikleri. Evrensel tanıtım ve gelir ile bulundukları ülkeye de katkı yapıyorlar. Evet, gençlere sorduğunuzda en çok aldığınız “Gelecekte ne olmak istiyorsunuz?” sorusunun cevabı olan YouTube içerik üreticileri de bu işin başını çekenler arasında.

Şu an elliye yakın ülke bu “dijital göçmen” vizesi ile küresel yetenek göçünü kendilerine göre teşvik ediyor. Yetenekli insanlara “gelin” mesajı çok net. Şehirlerin ve hatta şehirde yaşamaları gerekmeyen bu insanların gittiği “kırsal” yerleşimlerin yapıları çok değişiyor.

Mevcut ekonomi sisteme kollektif hareket etmeden de çomak sokabileceğini gören büyük kitleler bunlar. Uzun trafik ve seyahat git-gel’leri olmadan da yaşamayı deneyenler, yaşadığı ülkenin “özgürlük” kriteri kendi kriterlerine uymuyorsa, valizini ve hatta ailesini alıp yeni bir ülke denemeye gidenler.

Evrensel olarak 400 milyar dolarlık bir katkı yarattıkları düşünülüyor “gig ecomony” insanlarının. Bu etki, yazılımın, dijitalin ve sanal dünyanın artık her alana yönelik artan girişi ile 2030larda üç kat artacak gibi duruyor.

Bizim gibi “dijital göçmenleri” yollayan ülkelerin; ekonomik ve kültürel boşluğu doldurması gerekiyor. Tarihimizde hiçbir zaman “grileşmemiş” bir coğrafyada yaşıyoruz.

Bu yeni “özgür kafa” ekonomisini kendimize çekmemiz gerekiyor. Elimizdekileri kaybetmeden.

Hedef koymak gerekirse, Insead Business School’un her sene ürettiği, “küresel yetenekleri çekme endeksi” var. Bu listeye şehirler sokmamız gerekiyor. Genel olarak ülkemizin ve de şehirlerimizin bu zengin yelpazedeki yeteneklere cezbedici kılınması gerekiyor.

Bu kadar turisti çekebilen bir ülke, dijital göçmenleri de kendisine çekmek için uğraşmalı, kalıcı etki yaratmalı. Hem şimdimiz hem de değişen dijital ekonomide, kendi “beşerî sermayemizi” kaybetmemiz için bunu yadsımadan çalışmalıyız. Yetenek (talent), bir ülke için dijitale dönüşmüş ekonomide bence en önemli kaynak.

Bu yeni oluşan, dijital iletişimde de etkili, ekonomik olarak rahat, ruhunda özgür, kafasında nispeten köksüz, dijital sınıf; evrensel tanımı ile “dijital nomadlar” bir dip dalgası.

Bu hafta özlemle andığımız, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün en az milli mücadele kadar verdiği bir uğraşı da bu yüzden, “beşerî sermayemize” ve eğitime yönelik olmuş. 20. yüzyılın o dönemleri de aynı insan hareketliliği dinamiklerini farklı sebepler ile tüm dünyada gördüğümüz yıllar. Ülkeler kurulurken, ekonomilerde değişmiş, yetenek yer değiştirmiş.

Belki de kendimizi çok özel hissettiğimizden, hayatın her döneminin çok değiştiğini düşünüyor, bize özel anlar yaşadığımıza inanıyoruz ama hayat bir sarkaç gibi, aynı şeyleri döngüler ile yaşıyoruz ve sonuçlara varıyoruz. Tarihte bize sürekli gösteriyor.

Bu defa sonucu oluşturan etki, dijital ekonomi. Tepkiyi veren de genç yetenekler.

Büyük savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar sebebi ile Avrupa’dan ABD’ye göçen ve bir rüyanın peşine koşanlardan farklı değil aslında. İnsan doğası gereği, hayallerin peşinde koşuyor.

Yeni rüyada farklı değil aslında.

Hayatın kafamızda yarattığımız prangalarından kurtularak, bireysel yeteneği ile kazanarak, istediği zaman diliminde, istediği iklimde, mülksüz ya da mülklü, istediği ülkede ve sevdikleri ile yaşamak imkânı.

Dijital ekonominin parçası olmak. Özgür hissederek.

Teknoloji Özgürlüktür.

https://www.insead.edu/news/2023-global-talent-competitiveness-index-celebrates-a-decade-pioneering-talent-insights

Murat Günenç
Latest posts by Murat Günenç (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir