AK Parti’den AKP’ye: Devletin AKP’sine karşı toplumun 31 Mart’ı

AK Parti’den AKP’ye: Devletin AKP’sine karşı toplumun 31 Mart’ı

Karşımızda toplumdan, toplumsal sorunlardan kopmuş bir iktidar ile topluma güvenmeyen, toplumsal talepleri tehlikeli kabul eden bütünlükçü bir yapı var. 14/28 Mayıs 2023 seçimleri bu dönüşüme itiraz için bir fırsattı ama muhalefet kazanamadı. Aradan geçen 10 ayda Türkiye hiç bir alanda iyiye gitmedi. 31 Mart seçimleri, hem seçim sonrasında bu gidişe dur demek için hem de bir toplumsal morali canlı tutmak için bir imkan. Ve bu muhalefetteki tüm seçmenler için bulunmaktadır. Sandığa giderek bu umuda destek vermek hepimizin sorumluluğudur.

Bugünden geriye bakıldığında birden çok AKP’den bahsetmek mümkün. 2010-2011’e kadar olan dönem, 2010-2011’den 2015’e kadar olan dönem ve son olarak 2015’den bu yana olan dönem. 

Kuşkusuz tarihleri kesin sınırlarla belirlemek çok kolay olmasa da kabaca bu şekilde bir ayrım yapmak mümkündür. 

Ağustos 2001’de kurulan ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidar olan AKP esas olarak öncü partilerinden yani Milli Görüş geleneğinden bir kopuştur. Özellikle 28 Şubat süreci sonrasında Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nde yaşanan tartışmaları hatırlarsak; AKP sadece siyasal değil kültürel olarak da bir kopuşu temsil etti. 

Muhâfazakâr kimlik partisinden kendi tanımlarıyla “muhâfazakâr demokrat” bir kitle partiden dönüştüler. 

Bu tarihe kadar çoğunlukla “devlet”in sınırını çizdiği ve partilerin bu sınır içinde söz söyledikleri AB üyelik vizyonundan demokrasiye, temel hak ve özgürlüklerden düşünce ve ifade özgürlüğüne, Kürt sorunundan Kıbrıs meselesine kadar o tarihe kadar bir şekilde konuşulmamış pek çok sorun kamusal alanın yani siyasetin konusu oldu. 

Bu açıdan AKP merkezde bir koalisyon oldu. Bu koalisyonun ortak keseni ise devlete, vesayet kurumlarına mesafe almış toplumsal kesimlerin işbirliği olmuştur. 

Bu açıdan AKP, devletin yasaklı çocuğu olan muhâfazakâr, İslami çizgiden kopup merkeze yerleşip orada farklı toplumsal kimliklerle kurduğu taşıyıcı koalisyonları güçlendirdikleri siyasal meşruiyeti arttı ve büyüdü. 

2007 seçiminde izlediği genişleme (farklı kültürel kimliklerden milletvekilleri vs.) süreci sona erdi ve milletvekili listeleri partinin içinde geldiği kültürel kimlik ve kimi devlet bürokrasisinden emekli ya da halen görev yapmakta olan isimlerden oluştu. Bu parti için büyük bir kırılmadır. 

KORKU VE ÖZE DÖNÜŞ 

Bu süreç, 2008 Mart ayında AKP’ye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan kapatma davası ile ilk darbesini aldı. AYM’de partinin kapatılması yönünde oy çokluğu (6-5) kararı çıkmasına rağmen nitelikli çoğunluk oyu olan 7 sayısı bulunmadığı için parti kapatılmadı ama 1’e karşı 10 üyenin oyu ile parti, “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” kabul edildi. 

2008 ekonomik krizi, 2008-2009 yıllarında AB’nin üyelik konusunda kolaylaştırıcı değil zorlaştırıcı rolü ve yine 2009’da başlatılan ilk çözüm süreceği dönemim medyasının muhalefeti ile karşılaşıp başarısız olunca AKP’nin siyasi yol haritasında önemli kırılmalara başladı. 

Bunun ilk yansıması, 2011 milletvekili listeleri oldu. Parti 2007 seçiminde izlediği genişleme (farklı kültürel kimliklerden milletvekilleri vs.) süreci sona erdi ve milletvekili listeleri partinin içinde geldiği kültürel kimlik ve kimi devlet bürokrasisinden emekli ya da halen görev yapmakta olan isimlerden oluştu. 

Bu parti için büyük bir kırılmadır. 

Sonraki süreçte diyanet işleri başkanının kamusal görünürlüğünün artmasından eğitimde 4+4+4 sistemine geçişe, yargıdan medyaya, kadın doğum şeklinden çocuk sayısına farklı alanlarda yaşanan değişim ve tercih edilen politikalar esas olarak karşımıza bir toplum mühendisliği olarak çıktı.  

Buna mikro alanda özel hayatlara ilişkin “değer temelli” düzenlemeleri ile kendi hayat tarzını, ahlak anlayışını tüm topluma empoze etme sürecine girdi. Bu düzenlemeler sadece özel alana müdahale değil aynı zamanda özel hayata bir tür ahlak empoze etme olarak yaşandı. 

Bu süreçte olumlu sayılabilecek tek gelişme 2011 başında Ahmet Türk, Ayla Akat ve Selahattin Demirtaş’ın İmralı’yı ziyaretiyle başlayan çözüm süreci oldu. 

Ancak bu süreçte esas olarak Gezi’de durdu. Gezi sürecinde AKP, demokrasiyi tamamen rafa kaldırdı. Gezi sürecinde kullanılan şiddet, Açılım sürecinin de sonu oldu. Sonuç olarak ülkenin batısında şiddeti sorun çözme aracı olarak gören bir partinin Kürt sorununun çözümünde demokrasiyi benimsemesini beklemek hayatın doğal akışına aykırıydı ve öyle de oldu. 

Ancak çözüm süreci Kürt siyasi hareketini beklenmedik bir dönüşüme soktu ve “Türkiyeleşme” olarak adlandırılan siyasal söylem toplumun farklı kesimlerinde karşılık buldu. 

Çözüm süreci Gezi sürecinde fiili olarak bitmesine rağmen 28 Şubat 2015’de Dolmabahçe’de imzalanan ve ertesi gün İktidar medyası tarafında “bahar” havası estiren 10 maddelik yol haritası aradan geçen 20 günün sonunda 21 Nisan 2015’te Türkiye’ye dönüş yolunda havadayken Erdoğan tarafından yok sayıldı. 

Erdoğan ile Bahçeli arasında 7 Haziran sonrası oluşan zımnı anlaşma, seçim sonuçları öncesinde -muhtemelen 2015 Nisan-Mayıs aylarında- sağlanmış ve bir anlamda Erdoğan ve AKP’nin Bahçeli/MHP üzerinden devletle tanışması oldu.  Bugün Cumhur İttifakı olarak karşımıza duran koalisyon o günlerde kuruldu. 

AKP DEVLETLE TANIŞIRKEN 

Bu süreç aslında 7 Haziran 2015’de yapılan seçim sonuçlarının yok sayılmasının da ilk adımıydı. 

Bahçeli’nin o gece yaptığı açıklama ve yine Erdoğan’ın söylemleri, başlamış olan koalisyon görüşmelerini bir anlamda yok saydı ve 1 Kasım 2015 seçimlerine giden yol açıldı. 

Erdoğan ile Bahçeli arasında 7 Haziran sonrası oluşan zımnı anlaşma, seçim sonuçları öncesinde -muhtemelen 2015 Nisan-Mayıs aylarında- sağlanmış ve bir anlamda Erdoğan ve AKP’nin Bahçeli/MHP üzerinden devletle tanışması oldu. 

Bugün Cumhur İttifakı olarak karşımıza duran koalisyon o günlerde kuruldu.

Erdoğan’ın devletle tanışması esas olarak; kendi kişisel iktidar alanını koruma karşılığında devletin sadece bürokratik alanını korumasına değil kendi ideolojik hegemonyasını yeniden inşa etmesinin yolunu açtı.

15 Temmuz 2015 kanlı darbe girişimi, sonrasında Bahçeli’nin rafa kaldırılmış başkanlık sistemini gündeme getirmesi ve bunun referandum sonrası hayata geçirilmesi 2015’te Erdoğan/devlete eklemlenmesinin yasal dayanağı haline ve hukuki meşruiyeti haline geldi.  

Bu açıdan 2018 sonrası süreç, devletin kendini yeniden üretirken AKP ve MHP’yi yani Cumhur İttifakı üzerinden kendi ideolojik alanını yeniden konsolide etti. 

Ve AKP’nin ilk dönemde kamusal tartışma konusu olan olan siyasal konular yeniden devletin alanına girdiler. 

Ve sonuçta devlet, siyaset üzerinde yeniden tahakkümünü inşa etti. 

Bugün siyasi alan daralıyor, demokrasi zemin kaybediyor, temel hak ve özgürlüklerin alanı daralıyor, çünkü devlet her zaman olduğu topluma güvenmiyor ve bunu yeni sistemle siyasal olarak da kontrol ediyor. 

Şunu unutmayalım ki, devlet için devletin kimin yönettiği ikincildir. Bu noktada devlet için önemli olan kendi ideolojik otoriter özünü korumasıdır ve bunu başarmaktadır. Bunun karşılığında da devlet/çiliğin yarattığı rant popülist siyasetin kullanımına sunulmaktadır. Cumhur İttifakı’nın siyasi olarak ayakta tutan da bu rantın yukarıdan aşağıya dağıtılmasıdır. Kısaca devleti bir zamanlar laikçi Kemalistler yönetirken; şimdi İslamcı Kemalistler yönetiyor. 

Bu tabloya şu gerçeği de ekleyelim; devlet, bu topraklarda geçmişten bu yana kutsanan bir “değer”. Sonuçta devletin kutsanması bu toprakların yabancısı değil. Devletin var olması için kardeş ve evlat katli dahil pek çok acıyı bu topraklar gördü. Osmanlı’dan bugüne bu gelenekte değişen bir şey yok.

Devletin kürt siyasi hareketi ile yasaklı çocuğu olan İslami siyaset ve onun siyasal lideri Erdoğan ve AKP, devleti dönüştürme hedefi ile çıktığı yolda siyasi lider ve siyasi parti olarak devletin ideolojik aygıtı haline dönüştü. 

Hoş bugün AKP’den siyasi parti olarak bahsetsek de bu çok gerçekçi değil. Evet AKP hukuki olarak bir siyasi parti ama işleyiş olarak Erdoğan CEO olduğu bir şirketten farklı değildir. 

Toplumdan, toplumsal sorunlardan kopmuş bir iktidar ile topluma güvenmeyen, toplumsal talepleri tehlikeli kabul eden bütünlükçü bir yapı ile karşı karşıyayız. 14/28 Mayıs 2023 seçimleri bu dönüşüme itiraz için bir fırsattı ama muhalefet kazanamadı. 31 Mart seçimleri, hem seçim sonrasında bu gidişe dur demek için hem de bir toplumsal morali canlı tutmak için bir imkan.

 31 MART NEDEN ÖNEMLİ?

Özetle karşımızda toplumdan, toplumsal sorunlardan kopmuş bir iktidar ile topluma güvenmeyen, toplumsal talepleri tehlikeli kabul eden bütünlükçü bir yapı var. 

14/28 Mayıs 2023 seçimleri bu dönüşüme itiraz için bir fırsattı ama muhalefet kazanamadı. 

Aradan geçen 10 ayda Türkiye hiç bir alanda iyiye gitmedi. Sadece ideolojik değil ekonomik ve sosyal kutuplaşmada da, dış politikada da bir iyileşme olmadı. Mevcut sistemle bunların olması mümkün görünmüyor. 

31 Mart seçimleri, hem seçim sonrasında bu gidişe dur demek için hem de bir toplumsal morali canlı tutmak için bir imkan. Ve bu muhalefetteki tüm seçmenler için bulunmaktadır. 

Sandığa giderek bu umuda destek vermek hepimizin sorumluluğudur.

 

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir