Yerel seçim süreci nasıl olur, bizde nasıl oldu?

Yerel seçim süreci nasıl olur, bizde nasıl oldu?

Son iki aydır 31 Mart 2024 yerel seçimlerine dair kampanyalarda, geçtim yerinden yönetimi, şeffaf, demokratik katılımı, iyi yönetişimi, hesap vermeyi -istisnalar kaideyi bozmaz- en temel yerel meselelerden hayli uzak bir gündem yaşadı.

Yerel seçimlere sayılı günler kala sizleri en basit haliyle yerel yönetim ya da bizim daha çok kullandığımız şekliyle belediye ve belediyecilik nedir diye düşünmeye davet ediyorum. Hepimiz bir ilde, ilçede ve mahallede yaşıyoruz. Sabah kalkıyoruz, hazırlanıyoruz, dışarı çıkıyoruz, işe, okula, alışverişe, doktora, bir yerlere gidiyoruz, sonra evimize geri geliyoruz. Bazen yürüyoruz, bazen otobüse, bazen de varsa kendi arabamıza biniyoruz. Hayatımızın çok ama çok büyük bir kısmı tüm dünyaya nazaran küçücük olan bu dar mekanda geçip gidiyor. Kendi şehrimizin havasını o şehirde yaşayan diğer insanlarla, canlılarla birlikte soluyoruz. Demokrasiyi benimsemiş ülkelerde bu şehri ve vatandaşlarının yerel ihtiyaçlarını yönetmek için bir ekip, tıpkı ülkeyi ya da daha basit haliyle bir derneği veya apartmanı yönetmek için seçtiğimiz gibi, seçimle, belli bir süreliğine halk tarafından seçiliyor. Sadece bir belediye başkanını değil, onun ekibini ve tıpkı Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini seçtiğimiz gibi bir de belediye meclis üyelerini seçiyoruz ki bu üyeler hem politikaları tartışsın, belirlesin hem de uygulanışlarında başkanı ve yönetimi denetlesin. 

Benim şu anda yaşadığım Vietnam gibi tek parti yönetimine sahip otoriter ülkelerde yereli kimin nasıl yönettiğini tahmin etmek pek zor değil. Vietnam Komünist Partisi’nin üst düzey yetkilileri bölgesel ve yerel temsilcileri belirli dönemler için atıyorlar. Yerel yönetim tecrübesi de olmak zorunda değil.

VİETNAM’DA YEREL YÖNETİM TEMSİLCİLERİ ATANIYOR

Benim şu anda yaşadığım Vietnam gibi tek parti yönetimine sahip otoriter ülkelerde yereli kimin nasıl yönettiğini tahmin etmek pek zor değil. Vietnam Komünist Partisi’nin üst düzey yetkilileri bölgesel ve yerel temsilcileri belirli dönemler için atıyorlar. Bu yetkililer aynı zamanda Komünist Parti’nin o bölge ya da şehirdeki en yetkili kişisi oluyor. Bu kişi, illa ki o bölgenin bir ileri geleni, sevileni vb. ya da o şehirli, yerel örgütten gelme bir parti üyesi vb. olmak zorunda değil. Yerel yönetim tecrübesi de olmak zorunda değil. Hatta aksine daha önceden Komünist Parti yetkililerinin atadığı bürokrasi içerisinde çok farklı pozisyonlarda görev almış olabilir. Örneğin, şu anda Vietnam’ın en çok doğrudan dış yatırım alan sanayi bölgelerinden birinin en üst düzey atanmış başkanı bir önceki görevinde bir Avrupa ülkesinde diplomatik görevliymiş. Bundan sonra da milletvekili ya da bakan atanabilir. Sonra yine başka bir bölgeye başkan olabilir. İtaat ettiği sürece, tek parti yönetimi içindeki farklı hizip gruplarının bir parçası olsa dahi, emekliliğine kadar hatta emeklilikte bile akil üye olarak görevleri bitmez sanıyorum. (Bu satırlar sizlere tanıdık mı gelmeye başladı? Korkmayın, Komünist Vietnam’da yaşamıyorsunuz, şimdilik). 

Vatandaşların yerel yöneticileri seçtiği “demokratik” ülkelerdeki teamüllere geri dönecek olursak, yerel yönetimlerin, belediyelerin görevleri denince ilk olarak aklımıza şehir içi ulaşımın sağlanması, sokakların temizlenmesi, çöplerin toplanması ve şehrin altyapısıyla, imarından sorumlu olmanın ve yaptıklarının hesabını belediye meclisine ve doğrudan seçmene hesap vermesinin gelmesinden doğal bir şey olamaz. Vatandaş, bu temel belediyecilik görevlerinin bir önceki dönemde nasıl yapıldığını değerlendirerek önümüzdeki dönemi hangi başkan ve ekibinin daha iyi yöneteceğini düşündüğü partiye ve adayına oyunu verir. Ancak, son iki aydır 31 Mart 2024 yerel seçimlerine dair kampanyalarda geçtim yerinden yönetimi, şeffaf, demokratik katılımı, iyi yönetişimi, hesap vermeyi -istisnalar kaideyi bozmaz- Türkiye bu en temel yerel meselelerden hayli uzak bir gündem yaşadı. Seçim kampanya süreci, olmadık algı yönetimi amaçlı yapımlarla, siyasi pazarlıklar, şantaj ve dedikodularla, blöflerle, gaflarla, ses kayıtları ve asıl meseleden alakasız eleştirilerle geçti gitti. Şu son birkaç günde de herkesin eteklerindeki taşları dökmesi, son siyasi hamlelerini yapması bekleniyor. Bu sırada önümüzdeki Pazar günü oy kullanacak vatandaşlar, başta İstanbul olmak üzere şehirlerin meydanlarında uzayıp duran, bugüne kadar hiç bu kadar kalabalığının görülmediği iftar kuyruklarında Ramazan ayını geçiriyor.  

Türkiye bugüne kadar hiçbir seçimde görülmemiş bir şekilde heyecansız bir seçim kampanya dönemi yaşıyor. Ben, Türkiye’nin özellikle son on yıldaki siyasi ve kurumsal değişim ve dönüşümünün bizi bugün buraya nasıl getirdiğine ve bu seçimin neden önemli olduğuna vurgu yapmak istiyorum. 

HİÇBİR DÖNEM GÖRÜLMEDİĞİ KADAR HEYECANSIZ BİR SEÇİM

Türkiye bugüne kadar hiçbir seçimde görülmemiş bir şekilde heyecansız, coşkusuz, sönük bir seçim kampanya dönemi yaşıyor. Bu durumun sebeplerine ilişkin pek çok şey söylendi ve yazıldı. Ancak ben, Türkiye’nin özellikle son on yıldaki siyasi ve kurumsal değişim ve dönüşümünün bizi bugün buraya nasıl getirdiğine ve klişe gibi gözükse de bu seçimin neden önemli olduğuna vurgu yapmak istiyorum. 

Özellikle, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimizden beri Türkiye’nin değil yüz yıllık, Meşrutiyet’ten beri süre gelen demokratikleşme adımlarını ve teamüllerini demokrasinin ilk ve en temel ilkesi olan siyasi yarışta yani seçim dönemlerinde dahi unutur olduk. Vatandaştan önce yöneticiler, siyasi kurumlarımız ve devletin kurumsal yapıları uygulamada bu ilke, usul ve teamüllerden uzaklaşmaya başladı. Daha Haziran 2015 genel seçimlerinin kampanya döneminde YSK’nın belirlediği seçim kampanya yasakları çokça delinmeye başlanmıştı. Asılan afişlerin niteliğinin ve asıldıkları yerlerin uygunsuzluğuna, istifa etmeden bir parti ve aday için oy isteyen, devletin parası, makam aracı, uçağı ve imkanlarıyla seçim çalışması yapan bakanların varlığına, camilerde, okullarda seçim çalışması yapan milletvekillerine daha o zamanlardan aşinayız. Alıştık. Alıştık ki şimdi çok normalmiş gibi Cumhurbaşkanı, Bakanlar, bürokratlar Ramazan ayı vesilesiyle çeşitli iftar ve sahur buluşmalarında seçim kampanyası yapabilir, devletin imamları vaazlarında ve sohbetlerinde taraf tutabilir, biliyoruz. (Haziran 2015 seçim ihlallerinin detayları için Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin Siyasette Şeffaflık raporuna göz gezdirebilirsiniz). 

Eşit ve adil seçimler olmadığı sürece, topuzun kantarının kaçtığı ölçüde, alışılagelmiş usulde siyaset yapmak isteyen siyasetçiler, muhalif gruplar ve seçmenler ve hatta iktidar yanlısı siyasetçiler ve seçmenler için dahi seçim heyecanı, coşkusu doğal olarak yok olmaya başlar. Seçim, gerçekten iş yapacağını düşündüğümüz kişileri seçmekten azılı bir takım tutma ritüeline döner. – Alışılagelmiş usulde derken yerel seçimlerde yerel adayları olan, gerçekten yerelin dertlerini dile getirip, vaatlerde bulunup seçim kampanyası yapan ve siyasi yarışmayı demokrasinin en temel ilkesi olarak kabul eden siyasetçilerin ve partilerin rekabetinden ve vatandaşın da bu ön koşulla seçmen davranışında bulunmasından bahsetmekteyim. Türkiye siyasi tarihinde bu minvalde yapılmış seçim dönemlerine ilişkin tanıklıkları, izlenimleri ve anıları için Ruşen Çakır’ın şu güncel yayınını tavsiye ederim.

Yapısal ve kurumsal anlamda ve sahada bu olumsuz değişimi durduramayan muhalif partiler, gruplar ve siyasetçiler bir günde, bir yılda değil ama yıllardır süregelen değişimle yavaş yavaş iktidarın benimsediği siyaset yapma tarzına doğru meylederler.

DEĞİŞTİREMEYEN MUHALEFET İKTİDARIN TARZINA MEYLEDER

Yapısal ve kurumsal anlamda ve sahada bu olumsuz değişimi durduramayan muhalif partiler, gruplar ve siyasetçiler bir günde, bir yılda değil ama yıllardır süregelen değişimle yavaş yavaş iktidarın benimsediği siyaset yapma tarzına doğru meylederler. İktidar partisine, hükümete ve uygulamalarına yine karşıdırlar ama kendi organizasyon yapılarında ya da sahip oldukları küçük iktidar alanlarında aslında onlar da benzer tarzda yönetmeye başlarlar. Bunu hem Mayıs 2023 seçimlerinde hem de şimdi yerel seçim sürecinde ziyadesiyle gördük ve görmeye devam ediyoruz. Türkiye’de parlamenter sistemde dahi güçlü olan merkezi yönetimin ve yürütmenin bugün hiç olmadığı kadar merkezileşerek tek elde, tek kişide toplanması yerel seçimlerin de yerelin gerçekten yerel olan taleplerindense muktedirlerin istekleriyle şekillenmesine yol açıyor. Böylelikle, yereli ilgilendiren temel ve somut meselelerin dışındaki her genel siyasi konu hatta dış politika konuları kampanya sürecinin bir parçası olabiliyor. 

Nihayetinde “ben istedim, ben söyledim, oldu” minvalinde garip, çoğunlukla somut olarak ölçülemeyen yapılanlar ve vaatler silsilesiyle, neden aday olduğu açıklanamayan adaylarla, belediyecilikle alakasız söylemlerle, algı yönetimi ve şantaj iddialarıyla, vatandaştan, yerelin ihtiyaç ve isteklerinden uzak ve kopuk geçen bir yerel seçim döneminin sonuna geldik. Neredeyse son on yıldır her seçim için hem muhalefet hem de iktidar “Aman bu seçim çok önemli” deyip durdu. Şimdi yine bu seçim, evet çok önemli. Bu seçimle Türkiye, merkezi yönetimde bahsettiğimiz siyasi, kurumsal ve yapısal değişimlere yol açan sistem değişikliği gerçekleşmiş olsa da – “yerelde ben hala yerel siyaset yapılmasını, şehrimde, ilçemde, sokağımda neyin nasıl olacağına ben karar vermeyi istiyorum, benimle birlikte yaşadığım mekanların ve hayatımın iyileşmesi, kolaylaşması, verimli olması için çalışacak kişileri ben seçeceğim, denetleyeceğim ve istersem bir sonraki seçimde ödüllendirip, cezalandıracağım” demeye devam edip etmemeyi oyluyor. Yeniden demokratikleşme ihtimalinin yerelden filizlenme ya da uzun bir süre daha tedavülden kalkmasını oyluyor. 

Son olarak, bu yerel seçim kampanya döneminin dikkatimi çeken bir diğer özelliği de dış politika söylemlerinin çok fazla kullanıldığı bir seçim süreci olmasıydı. Sadece siyasetçiler ve adaylar değil, yorumcular, “uzmanlar” da sık sık İsrail-Gazze ve Ukrayna-Rusya savaşlarında Türkiye’nin rolünden, Irak’la ilişkilerimiz ve Kürt meselesi arasındaki bağlantıdan, İran’la ilişkilerden ve tabi ki göç meselesinden bahsetti. Seçim vaadi olarak Gazze’ye özgürlük verilirken, Kürt meselesinin uluslararası boyutu üzerinden mesajlar verilip DEM Parti seçmeninin nasıl oy vermesi gerektiği dillendirildi. Fakat yerel yönetimlerin dış politikasıyla bu söylemlerin yakın ve anlamlı bir ilişkisi yok. Yerel yönetimlerin, özellikle de İstanbul gibi metropollerin uluslararası politika ve işbirliklerinin olması günümüzün küreselleşen dünyasında elzem. Bugün dünyanın tüm şehirleri, belediyelerin aklınıza gelebilecek tüm temel konu ve politika alanlarına ilişkin uluslararası işbirliği örgütleri, forumlar, spesifik çalışma grupları oluşturabiliyor. Böylelikle birbirleriyle kültür, sanat, çevre, iklim değişikliği, geri dönüşüm, ulaşım, turizm, spor, eğitim, dijital dönüşüm, yoksullukla mücadele, doğal afetler vb. sayısız alanda uluslararası işbirliği, fikir alışverişi ve tecrübe-teknoloji transferi yapabiliyor. 

Dış ilişkiler politikasının Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanya döneminde çıktığı her yayında İstanbul için yaptıklarını anlattığı işlerle ve konularla ne kadar çok örtüştüğünü fark etmemek imkansız. 

DIŞ İLİŞKİLER POLİTİKASI VE İMAMOĞLU’NUN SEÇİM KAMPANYASI

Hala haberiniz yoksa hemen bakmanızı tavsiye ederim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) son beş yıldır verilerini kamuoyu ile şu veritabanından paylaşıyor; http://data.ibb.gov.tr/. Buradan İBB’nin bugüne kadar hangi uluslararası örgüte hangi tarihte üye olduğu verisine ulaşmak mümkün. Aşağıdaki tabloda da göreceğiniz üzere İBB, 21 uluslararası kuruluşa üye. Bu üyeliklerin son 7 tanesi Ekrem İmamoğlu döneminde gerçekleştirilmiş. Bu dönemde İBB, tarihinde ilk defa bir uluslararası kuruluşun, B40-Balkan Şehirleri Ağı’nın kurucu üyesi olmuş. İmamoğlu dönemi öncesindeki 14 uluslararası üyeliğin yarısının kapsamı daha genel konulara ilişkin ve üye sayısı çok geniş. 

Bunu uluslararası siyaset bağlamında Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü vb. gibi düşünebiliriz. Önceki dönemlerde spesifik alanlarda üye olunan kuruluşlar ise bağımlılıkla mücadele, tarih, kültürel miras, deprem, sosyal hizmetler, halcilik ve kütüphanecilikle ilgili. Son beş yılda ise trafik, ulaşım, iklim değişikliği, enerji, gıda, tarım ve su ürünleri, ve turizm alanlarında çalışan uluslararası kuruluşlara üye olunmuş. Bu başlıklara baktığımızda dış ilişkiler politikasının Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanya döneminde çıktığı her yayında İstanbul için yaptıklarını anlattığı işlerle ve konularla ne kadar çok örtüştüğünü fark etmemek imkansız. Görünen o ki İBB son dönemde dış ilişkilerinde dahi İstanbul’un temel meselelerini ve sorunlarını önceliklendiren, yerel meselelerle ve çalışmalarıyla eşgüdümlü yeni işbirlikleri yapmış. Halihazırda üye olunan kuruluşların spesifik konularına ilişkin de özellikle kültürel miras, deprem ve sosyal yardım alanlarında da çalışmalarını sürdürmüş.  

Son not: Küresel anlamda pek çok konuya hakim olunması gereken ilk şehrimiz İstanbul olduğu için ilk olarak onun verisine baktım. Diğer büyükşehirlerimizin dış ilişkiler değerlendirmesi için ne yer ne de zaman kaldı ama aklımda. 

Tablo 1: İBB Üye Olunan Uluslararası Kuruluşlar Verisi

Kaynak: İBB Açık Veri Portalı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir