Orta Doğu’da barış mümkün; nasıl mı?

Orta Doğu’da barış mümkün; nasıl mı?

Ortadoğu’da barışın sağlanmasına ilişkin elimizde geçmişten bir örnek var: 1990’larda Bosna’da toprak hâkimiyeti üzerine yapılan savaşlar ve gerçekleştirilen katliamların ortasında devreye girip barış anlaşmasına arabulucuk yaparak savaşa son veren ABD olmamış mıydı? 

7 Ekim günü Hamas’ın gerçekleştirdiği barbarca saldırı ve ardından estirilen şiddet dalgası aslında İsrail-Filistin sorununa kalıcı bir çözüm bulunamamasının trajik sonuçları olarak duruyor karşımızda.

İnsani krizin derinleştiği ve gerilimin daha geniş alanlara yayılması riskiyle karşı karşıya olduğumuz bu dönemde, bölgedeki kan gölünün daha da genişlememesi, dahası kurutulması için yepyeni bir yol bulmak zorundayız. Peki nasıl bir yol olacak bu? Hangi meseleler ele alınacak bu yolda? ABD Başkanı Biden’ın geçen hafta İsrail’e yaptığı ziyaret, başarıya ulaşma şansı çok az görünse de, bu yolun inşasında ABD liderliğinin hayati bir rol oynayacağını göstermiş oldu.

Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Hırvatlar, Sırplar ve Bosnalılar arasında yıllarca süren etnik çatışmalar ve ayrılıkçı şiddet, ardında yaklaşık yüz bin ölüm ve evlerinden edilmiş yüz binlerce insan bırakarak bölgeyi bataklığa sürüklemişti.

BOSNA’DE NELER OLMUŞTU?

Ortadoğu’da barışın sağlanmasına ilişkin elimizde geçmişten bir örnek var: 1990’larda Bosna’da toprak hâkimiyeti üzerine yapılan savaşlar ve gerçekleştirilen katliamların ortasında devreye girip barış anlaşmasına arabulucuk yaparak savaşa son veren ABD olmamış mıydı? O barış görüşmelerinin yürütülmesine yardım eden ABD heyetinde bizzat ben de bulunmuştum. O dönemde başarıya ulaşıp ulaşmayacağımıza dair en ufak bir fikrimiz yoktu, ama barışa doğru bir adım atmak zorunda olduğumuzu biliyorduk.

1995’de Balkanlar’daki tablo son derece kasvetliydi. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Hırvatlar, Sırplar ve Bosnalılar arasında yıllarca süren etnik çatışmalar ve ayrılıkçı şiddet, ardında yaklaşık yüz bin ölüm ve evlerinden edilmiş yüz binlerce insan bırakarak bölgeyi bataklığa sürüklemişti.

Avrupa ülkelerinin barışı sağlama yönündeki ısrarlı çabaları da bir türlü sonuç vermemişti. Bosnalı Sırpların Bosnalı Müslümanlara karşı etnik temizlik ve soykırım eylemlerinde bulunduklarına dair kanıtlar ortaya çıktığında bile bölgeye konuşlandırılmış olan BM barış güçleri sivilleri korumak için en ufak bir adım atmamıştı.

Hiçbir seçeneğin işe yaramadığını gören ABD, duruma müdahale etmesi gerektiğine karar vermişti. Washington, biraz agresif diplomasi biraz da Bosnalı Sırplara ilave NATO hava saldırıları tehdidini kullanarak, Dayton’da gerçekleştirilen barış müzakerelerinin yolunu açmıştı.

ABD, görüşmelere davet edilen tüm taraflara -Sırbistan, Hırvatistan ve Bosnalı Müslümanlar- işbirliğine yanaşmamalarının ağır bedelleri olacağını açık bir dille ifade etmişti. Ortadoğu’da benzeri bir barış sürecinin ortaya çıkabilmesi için ABD’nin sağlam ve kararlı liderliğine bir kez daha ihtiyaç olacaktır.

Her barış müzakeresi sürecinin kendine özgü zorlukları vardır. Fakat ABD’nin Bosna’daki deneyimi, mevcut İsrail-Filistin krizinden çıkışa dair bir yol haritası niteliği taşımaktadır. Dayton’da, işlenen zulümlerde doğrudan rolü olduğunu düşündüğümüz üst düzey Sırp yöneticilerle doğrudan temas kurmayı kesin bir dille reddetmiştik. Aynı şekilde mevcut Hamas yönetimi de masaya çağrılmayarak Ortadoğu barış görüşmelerine kaldığı yerden devam edilebilir.

Bosna’da masadaki tüm taraflara, müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanması durumunda elde edecekleri ödülleri, aksi durumda da kaybedecekleri şeyleri somut biçimde ortaya koymuştuk. Ortadoğu’daki olası barış müzakereleri için de benzer bir ödül-ceza sisteminin oluşturulmasında fayda olacaktır. Örneğin Filistinliler için masaya şu ödüller konulabilir: Gazze’nin yeniden inşası, Hem Gazze hem de Batı Şeria’nın gerçek bir altyapı sistemine kavuşturulması, Batı Şeria’ya daha geniş çaplı erişim hakkı ve Gazze’ye yeni bağlantı yollarının açılması.

Bosna sürecinde ayrıca, Balkanların istikrara kavuşturulmasından milli çıkarları olan ve bölgede yeniden inşa, eğitim ve entegrasyon konusunda somut katkılar sunabilecek Avrupalı, Arap ve diğer ülkeleri de sürece dâhil etmek için çok büyük çaba harcadık. Ortadoğu barış sürecinde de İsrail’in komşularına ve geniş anlamda uluslararası topluma önemli roller belirlemek son derece önemli olacaktır. Bu noktada Suudi Arabistan’ın İsrail’i tanıma konusundaki istekliliğinin sınanması da gerekecektir.

Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp, gerçekten barış isteyen Filistinlileri desteklemenin ve ortaya yeni liderlerin çıkmasını sağlamanın yollarını bulma vaktidir.

ASIL OLAN BARIŞI DESTEKLEMEK

Hamas’ın 7 Ekim saldırısının temel amaçlarından birinin bölgedeki normalleşme sürecini baltalamak olduğu çok açık. Bu bağlamda ABD’nin, Bosna’da savaşı sona erdiren ABD öncülüğündeki çabaların koordine edilmesi için oluşturduğu Bosna Temas Grubu tarzında bir bölgesel Ortadoğu koalisyonu oluşturması gerekecektir. Ortadoğu temas grubunda ABD ve İsrail’in yanı sıra özellikle Mısır ve Ürdün, hatta BAE, Bahreyn ve rehinelerin serbest bırakılmasında etkin bir oynayan Katar yer alabilir.

Hamas’ın saldırılarının kendi iç meseleleriyle uğraşan ve güvenilir bir uluslararası müttefik olduğu iddiasını sürdürmeye çalışan ABD için bir ikaz işareti olup olmadığını önümüzdeki süreçte göreceğiz. ABD her ne kadar kendi iç kutuplaşmasıyla uğraşırsa uğraşsın, tıpkı eski dış işleri bakanı Madeleine Albright’ın dediği gibi “muadili olmayan devlet” konumunu sürdürmektedir; Bosna bunun en büyük kanıtlarından biridir.

Ortadoğu barış çabalarının yeniden yeşermesini doğrudan etkileyecek birkaç noktanın da altını kalın harflerle çizmek gerekir: İsrail, bölgedeki müttefiklerinden ve ABD’den aldığı desteği sürdürerek Hamas’ın altyapısını hangi ölçüde dağıtabilecektir?

İsrail’in Hamas’ı tamamen yok etme hedefine ulaşıp ulaşamayacağını, ulaşırsa da bunu ne kadar zamanda başarabileceğini kestirmek çok zor. Gazze’deki savaş uzadıkça İsrail’in de Hamas’ı mali, askeri ve siyasi açılardan izole edebilmek için ihtiyaç duyduğu bölgesel ve uluslararası desteğin bir kısmını kaybetme riski de aynı oranda artacaktır.

Kuşkusuz İran ve Müslüman Kardeşler benzeri grupların Mısır ile Körfez ülkelerine yönelttikleri tehdit düşünüldüğünde bu ülkelerin İsrail’den ziyade güçlü bir Hamas’tan korkmaları daha doğru olacaktır. Dolayısıyla, söz konusu ülkelerin bu gerçek ışığında Hamas’a uygulanan izolasyona katkı vermeleri, ayrıca olası barış görüşmelerinde etkin ve faydalı roller üstlenmeleri sağlanmalıdır.

İsrail, hem ahlâki bir zorunluluk olarak hem de uluslararası toplumun desteğini alabilmek için, sivil hastanelerin, okulların, camilerin yakınlarına askeri unsurlarını yerleştiren ve yerel halkın daha güvenli bölgelere geçişine izin vermeyen bir düşmanla boğuşurken bile uluslararası insan hakları hukukuna elinden geldiğince bağlı kaldığını göstermek zorundadır. Gazze’ye yardımların acilen ulaştırılması ve sivil zayiatı en aza indirmek için mümkün olan tüm adımların atılması şarttır.

Müzakerelerin başarı şansını belirleyecek bir diğer etken de İsrail’de nasıl bir yönetimin olacağına bağlıdır. Başbakan Netanyahu’nun yönettiği sağ koalisyon hükümeti, Oslo Anlaşmaları’nda öngörülen iki devletli çözümü kabul etmeye hiçbir zaman niyetli olmadı. Bu koalisyonunda aklında daima Batı Şeria’da binlerce yeni yerleşim inşa edip hâkimiyetini güçlendirmek olmuştur. Dolayısıyla, kapsamlı bir barış anlaşmasından başka bir seçeneğin olmadığına inanan İsrailli kanaat önderlerinin bu sürece etkin biçimde dâhil edilmeleri de son derece mühimdir. Filistinlileri kimin temsil edeceği sorusu da aynı ölçüde önemlidir elbette. Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp, gerçekten barış isteyen Filistinlileri desteklemenin ve ortaya yeni liderlerin çıkmasını sağlamanın yollarını bulma vaktidir.

Filistin Yönetimi’nin sayısız kusurunun olması Filistin halkının -tıpkı İsrailliler, Amerikalılar gibi- huzur, güven ve insan onuruna yakışır şekilde yaşamak gibi meşru isteklerini ortadan kaldırmaz. İsrail, ABD, Avrupa Birliği ve en önemlisi Körfez ülkeleri, çabalarını ve güçlerini birleştirerek yolsuzlukla mücadele etmek, ekonomik imkânlar yaratmak ve yalnızca Batı Şeria’da değil, en nihayetinde Gazze’de de başarılı bir yönetim oluşmasını sağlayacak Filistinli yerel kurumlar inşa etmek mecburiyetindedir. Aksi halde oluşacak siyasi boşlukta, İran’ın desteğini arkasına alan Hamas eylemlerine devam edecektir.

ABD’nin müzakerelere kararlı bağlılığı, bölgesel aktörlerin Hamas’la mücadele ve etkin bir Filistin Yönetiminin oluşturulmasına sunacakları somut katkılar, iki devletli çözümü savunan İsrailli ve Filistinli liderlerin sahneye çıkmaları… Tüm bunlar, içinde bulunduğumuz bu korkunç safhada bile çok daha iyi bir geleceğin tohumlarının ekebileceğine dair umut veriyor.

Bosna’da olduğu gibi burada da ana oyuncular stratejik düşünüp taktiksel olarak hareket ederlerse Ortadoğu’da barış için bir şans var demektir.

Miriam Sapiro

Eski ABD Ticaret Temsilcisi Yardımcısı olan Miriam Sapiro, Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev yapmış, ayrıca Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Bosna Barış Anlaşmaları’nda müzakereci olarak bulunmuştur.  

Kaynak: CNN International (https://edition.cnn.com/2023/10/25/opinions/mideast-peace-talks-israel-gaza-palestinians-bosnia-dayton-sapiro/index.html)

Çeviren: Hasan Kaya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir