Savunuculuk, öççülüğe dönüşmek zorunda mı?

Savunuculuk, öççülüğe dönüşmek zorunda mı?

Korunmasız hayvanlara yapılan zulüm ve bu tarz eziyetlerin daha sonra işlenecek suçların habercisi olması ilk bakışta bir cezayı anlamlı kılıyor olabilir. Ama bu çağrılar ceza dışında başka seçenek tahayyül edilememesini de beraberinde getiriyor. Toplumdaki öççülük sürekli yeni bir hedefe ilerliyor.

Bundan on sene evvel, hayatımda ilk defa bir kedim oldu. Son beş senedir de üç kedili bir evde yaşıyorum. Bu sayede hayvanlar hakkında çok şey öğrendim. Twitter’da izlediğim bir çok hesaptan hayvanlara nasıl bakılacağını; nasıl eğitilmeleri gerektiğini; yavru köpekle barınağa bırakılmış büyük köpek arasındaki farkları; engelli hayvanlara dair yeni şeyleri de öğrendim. Bazı hayvan aktivistlerinin kendilerini bu alana adamış olduklarını görüyorum. Bazen onlara maddi destek olmaya çalıştığım gibi; bazen de yuva arama ilanlarını yaygınlaştırmak için çaba gösteriyorum.

Bu girişin sebebi hayvan haklarına dair savunuculuk yapanlarla, kadın gruplarında savunuculuk yapanlar arasında gördüğüm farklar. Bir çok kadın grubu, farklı konularda çalışsa da birbirini destekler. Bir başka deyişle, birbiri ile rekabet içinde değildir. Hayvanseverler ise bazen birbiri ile rekabet ediyor. Örneğin kısırlaştırma için uğraşanlar varken buna dahi karşı çıkan hayvan severler olduğunu görüyorum. Dahası, kadın grupları bir yandan topluma ulaşarak onları dönüştürmeye çalışırken, aynı zamanda toplumsal kurallarla özellikle ataerki ile mücadele ediyor. Hayvan aktivistleri ise, hayvanlara dağ başlarında, şehir sokaklarında ulaşmaya çalışmaktan, onları veterinere götürüp tedavi için bir sürü maddi kaynak aramaktan yorgun düştükleri için belki de, aynı zamanda sahipsiz hayvan sayısının fazlalığından, toplumu dönüştürmekle uğraşamıyorlar.

Bir çoğunun evlerinde baktıkları bir çok hayvan var. Tabii ki toplumla da mücadele ediyorlar ama herkesin hayvan sevmesini veya önemsemesini bekleyerek. Hatta bazı insanların hayvan sevmeme; sokakta onlara yakın olmak istememe; bakamama gibi seçeneklerini tanımaksızın. Üstelik, öncelikle hayvanlara zarar veren kulak kesme gibi; yavruları annelerinden ayırma, çuvallara koyup dağ başına yahut hemen hasta olacakları şehir parklarına bırakma gibi engel olunması için büyük kampanyalar yapılabilecek bir çok şey varken. Kısırlaştırma için kaynak ayrılması gibi hususlara girmiyorum dahi.

İster hayvan hakları ister başka bir konuda olsun, karşı çıkılan her aykırı davranışı sergileyen kişi için yapılacak tek şey, ceza alması ve hapse girmesi değil. Bir başka deyişle, yapılan bir şeyin yanlış olduğunu topluma anlatmanın birçok yolu olabileceği halde, kişileri hapse atarak işin içinden çıkılabileceği sanılıyor.

BİR ŞEYİN YANLIŞ OLDUĞUNU ANLATMANIN BİRÇOK YOLU VAR

  1. Her karşı çıkılan davranışın bir cezası mı olmalı?
  2. Her alınan ceza hapse girmeyi gerektirmiyor.
  3. Ceza vermek caydırıcılık sağlamıyor.

Tüm bunları yazmamın arkasında, hayvan aktivistlerinin Eros adlı kediyi öldüren İbrahim Keloğlan adlı kişinin tutuklanması için yürütülen kampanya var. Aslında belki de bu olayın yarattığı tepki sayesinde aktivistler topluma konuşmanın bir yöntemini bulabildi diye sevinilebilir. Kuşkusuz ortada haklı olarak çok tepki çeken ve masum bir cana yönelmiş bir şiddet durumu sözkonusuydu. Nitekim mahkeme koridoru adeta bir kadın cinayeti duruşması ortamı gibiydi. Her ne kadar adaletin yargı yoluyla aranması iyi bir şey gibi görünse de, Türkiye’de sıklıkla rastlanan hashtag eliyle # X kişisi tutuklansın denmesini doğru bulmak mümkün değil. Çünkü bir kişinin tutuklanması, ille de yargılama sonunda bir ceza alması anlamına gelmiyor.

Kısaca tutuklamanın bir hukuki tedbir olduğunu ne hayvanseverler ne de toplum hala anlamamış durumda. Bir kişinin tutuklanması onun ille de yargılama sonunda ceza alacağı anlamına gelmiyor. Dahası, bir kişi ceza alsa da, o cezanın yerine getirilmesi ille de cezaevine girerek olmuyor. İkincisi, ister hayvan hakları ister başka bir konuda olsun, karşı çıkılan her aykırı davranışı sergileyen kişi için yapılacak tek şey, ceza alması ve hapse girmesi değil. Bir başka deyişle, yapılan bir şeyin yanlış olduğunu topluma anlatmanın bir çok yolu olabileceği halde, kişileri hapse atarak işin içinden çıkılabileceği sanılıyor. Oysa ceza vermek herhangi bir caydırıcılık sağlamıyor. Son olarak, ortada tutuklama gerektirmeyen bir suç sözkonusu. Bu nedenle, sırf toplum bu davranışa kızıyor ve böyle istiyor diye hukuka aykırı kararlarların verilmesinin istenmesi doğru değil.

Nitekim hakim hukuka uygun bir karar verdi ve Keloğlan’ı tutuklamadı ama kendisine iki yıl altı ay ceza aldı. Ancak tutuklanmamış olması nedeniyle bu ceza topluma yetmedi. Bir çok kişi hayal kırıklığına uğradı. Adaletin yerini bulmadığını; adaleti kendi eline almayı; Keloğlan’ın toplumda kabul görmemesi için heryere fotoğrafını asmayı önerenler oldu.

Keloğlan’a yönelik tepkinin adeta linçe dönmesi bir sorun olarak görülmüyor. Adeta bir sonraki aşama, Keloğlan’ı kazığa oturtma seçeneği gibi duruyor. Oysa cezaevleri inşa edilip, suç işleyenler oraya konmadan önce yapılan tam da buydu.

SONRAKİ AŞAMA KAZIĞA OTURTMA SEÇENEĞİ GİBİ DURUYOR

Ne zaman tatmin olunacak? Cezaevlerinden önce uzuvlar parçalanıyordu!

Keloğlan’a yönelik tepkinin adeta linçe dönmesi bir sorun olarak görülmüyor. Adeta bir sonraki aşama, Keloğlan’ı kazığa oturtma seçeneği gibi duruyor. Oysa cezaevleri inşa edilip, suç işleyenler oraya konmadan önce yapılan tam da buydu. Cezalandırma sistemi, kişilerin vücutlarına dönük onlara keyfi şekilde acı vermek hatta işkence etmeye dayanıyordu. Kişileri kazığa oturtma; bedenini parçalama ve uzuvlarını koparma gibi uygulamalar görülüyordu. Dahası bu çektirilen azabın kamusallığı sözkonusuydu. İnsanlar asılmalarından; giyotinle kafalarının vücutlarından koparılmasına; uzuvlarını çekerek parçalayan arabaların arkasında cesetlerinin teşhirine yönelik bir seyir unsuruna maruz kalıyordu.

Cezaevleri ortaya çıktığında bedene yönelik bu eza, ABD’deki Pensilvanya ve Auburn sistemlerinde başka acılara dönüştü. Cezaevinde bulunan kişilerin kimseyle konuşmasına izin verilmeyen; hatta kimseyi görmemeleri için kafalarına maske geçirilen; sosyallikleri yok edilen ve ruh sağlıklarını tehlikeye atan bir hal aldı. Hatta bu şartlara bir de çalışma zorunluluğu eklendi, yine kimseyle konuşmaksızın. Dolayısıyla bir çok kişinin ruh sağlığı sorunları yaşadığı ve intihar ettiği biliniyor. Cezaevlerinin bugünkü noktaya gelmesi çok uzun sürdü ve şimdi gelinen nokta da zaten ideal değil. Bugün vücutlara değil ama onları toplumdan tecrit ederek, yalnız bırakarak, ruhlarına yönelik tehdit halen sözkonusu.

Korunmasız hayvanlara yapılan zulüm ve bu tarz eziyetlerin daha sonra işlenecek suçların habercisi olması ilk bakışta bir cezayı anlamlı kılıyor olabilir. Ama bu çağrılar ceza dışında başka seçenek tahayyül edilememesini de beraberinde getiriyor. Toplumdaki öççülük sürekli yeni bir hedefe ilerliyor. İzmir’de taksi şoförünü öldüren Delil Aysal[1] ikinci duruşmada çok uzun cezaevinde kalmasına neden olacak bir ceza aldı (ağırlaştırılmış müebbet, en az 39 sene yatılıyor ve üstüne bir de 17 senelik cezanın 2/3 süresi var). Bundan önce Atatürk’e sınıfta hakaret eden hareketleri nedeniyle tutuklanan AES aldı çocuk, bir yıl 8 ay ceza aldı[2]. Neyse ki 17 yaşında olduğundan tahliye oldu.

Hayvanların korunmasının sağlanması için bir değişim lazım olduğu açık. Aslında bu belediyeden, veterinerlik hizmetlerine birçok kamu kuruluşunun farklı roller oynamasını gerektiriyor. Dolayısıyla, sadece ceza kanunu değiştirerek, kişilere daha fazla ceza vererek bu değişim sağlanamaz. Nitekim cezaevine girenlerin büyük çoğunluğu çıktığında tekrar suç işliyor. Dolayısıyla bu yapılmaması isteneni desteklemekten başka bir şey değil. Bir yandan da ceza yargılaması, faillerin kendini savunmaya çekmesine ve dahası, yaptıklarının yarattığı sonuçların duyulmasını sağlamak ve mağdura yönelik empati geliştirmesi açısından bir duyarlılık oluşturmuyor. Oysa failin bir psiko-sosyal incelemeden geçmesi; barınakta çalışması; psikolojik tedaviye yönlendirilmesi gibi birçok seçenek gündeme gelebilirdi.


[1] Aysal, ikinci duruşmada kasten öldürmeden ağırlaştırılmış müebbet bir başka deyişle 39 sene; cüzdan ve telefonu çalması nedeniyle nitelikli yağmadan 14 yıl 10 ay ile ruhsatsız silah taşımadan da 2 yıl 10 ay olmak üzere 17 yıl 8 ay hapse mahkum oldu. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/izmirde-bindigi-taksinin-soforunu-olduren-delil-aysala-agirlastirilmis-muebbet-hapis/3158830

[2] https://serbestiyet.com/haberler/gundem/lise-ogrencisi-sosyal-medyada-paylastigi-video-icin-ataturke-hakaretten-gozaltina-alindi-kisisel-tatminler-disinda-ne-saglanmis-olacak-143036/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir