İstanbul’un mitolojik izlerinden bir kesit – 2

İstanbul’un mitolojik izlerinden bir kesit – 2

İstanbul’u ve çevresini Antikçağ’ da bu kadar önemli kılan etkenlerin başında ise ticaret yollarının merkezinde yer alması gelir. Bilindiği gibi koloniler sayesinde MÖ 7 ve 5. yy arası Ege – Karadeniz hattı geniş bir hinterlanda sahip, çok önemli bir ticaret ağına sahipti.

Hristiyanlık öncesi İstanbul’a ait bilgilerimiz arkeolojik kaynaklar kadar Eskiçağ tarihi yazarlarının bıraktığı metinlerle de şekillenir. Günümüze ulaşan metinler içinde Byzantion şehir devletinde yaşamış Dionyzos isimli bir yazarın özel önemi vardır. Onun “Anaplous Bosphorou” isimli eseri İstanbul Boğazı boyunca yer alan tapınakları ve önemli yapıları işaret eder. Yine Sokrates, Herodotos, Strabon, Tacitus, Zozomenos, Zosimos, Malalas ve daha pek çok yazar Eskiçağ İstanbul’u hakkında günümüze ışık tutan bilgiler bırakmıştır.

Mitolojik anlatıma bakarsak Delfi’deki ünlü Apollon tapınağının kahini şöyle söyler:

“O kente yerleşecek insanlara ne mutlu Trakya kıyısında, Pontos’un ağzındaki burnun yanında Balıkla geyiğin aynı yemden beslendiği yerde kent kurulmalı.”

Peki Delfi Apollon tapınağı kahininin işaret ettiği balıkla, geyiğin aynı yemden beslendiği yer neresiydi? Bu soruyu bir başka öyküsel anlatım cevaplıyor. Bugünkü İstanbul kentini kurmak üzere yola çıkan kolonistler önce Haliç’in içlerinde Semystra bölgesine yerleşmek isterler ve tanrılar için kurban kesmeye başlarlar. Onları gören bir karga kolonistlerin kestiği kurban etinden bir parçayı kapar ve bugünkü Sarayburnu’na taşır.  Kolonistler Delfi rahibinin kehanetinin gerçekleştiğine inanarak kentlerini Haliç’in iç kısmında kurmaktan vazgeçerek Sarayburnu’nda yaşamaya karar verirler. Elbette bu söylencenin altında o dönemin toplumsal gerçekleri yer alıyor.

Megaralı kolonistler Haliç’e geldikleri zaman burada yerli Trak kavimlerinin köy yerleşimlerinin olduğu tahmin ediliyor. Çünkü o dönemin Haliç’i hem yoğun balık kaynağına hem de geyik başta olmak üzere av hayvanı kaynağına sahipti. Yine bugün beton bina kümeleşmeleri nedeniyle çıplak gözle anlamak kolay olmasa da topografik olarak Haliç, sert rüzgarlara karşı oldukça korunaklıdır. Bu korunaklı olma hali insani yerleşimi de kolaylaştırır. Özellikle kışın sert rüzgarların hakim olduğu Boğaz kıyılarına göre Haliç’in iç kısımlarında iklim daha ılımandır. Bu nedenle yerli Trak kabilelerinin Haliç kıyılarında kendi yerleşimlerinin olduğu ve yeni gelen kolonistleri istemedikleri hatta aralarında çatışmaların dahi yaşanmış olabileceği düşünülür.

Muhtemelen olası çatışmalardan sonra iki grup arasında yapılan anlaşmaya göre yerli Traklar, kolonistlerin Boğaz rüzgarına açık ve tatlı su kaynakları kıt olan Sarayburnu civarında yaşamalarına izin verdi.

Muhtemelen olası çatışmalardan sonra iki grup arasında yapılan anlaşmaya göre yerli Traklar, kolonistlerin Boğaz rüzgarına açık ve tatlı su kaynakları kıt olan Sarayburnu civarında yaşamalarına izin verdi. Ayrıca yine mitolojik kaynaklara göre kolonistlerin lideri olarak kabul edilen ve ilk kurulan şehre adı verilen Kral Byzas bir Yunanlı adına sahip değildir. Byzas, Traklar’ın sık kullandığı bir isimdir ve Kırklareli’nin Vize ilçesi de adını Byzas adından alır. Bir görüşe göre Sarayburnu civarında Byzas adında bir Trak yöneticinin yerleşimi vardı ve kolonistleri kendileriyle birlikte yaşamaları için kabul etti. Mitolojik öyküler ise zamanla Byzas’ı bir Yunan/ Hellen lideri olarak kabul etmiş olabilir. Elbette bu sadece bir görüş. O yıllarda tam olarak ne olduğunu bilmek için mutlaka yazılı ve farklı görsel kaynaklara ihtiyaç vardır.

Şunu da eklemek gerekir ki Megaralı kolonistlerin ilk kurdukları yerleşim Sarayburnu değildir. Kadıköy Khalkedon da bir Megara kolonisidir ve Sarayburnu’ndan daha önceye tarihlenir.  Khalkedon bakır ve berilyum madenleriyle ünlüydü. Ayrıca tarım olanakları ve güçlü su kaynakları vardı. Yine o dönemde Astakos adını taşıyan bugünkü İzmit de bir Megara kolonisidir. Yine bugün Silivri adını taşıyan Selybria’da bir Megara kolonisidir.

İstanbul’u ve çevresini Antikçağ’ da bu kadar önemli kılan etkenlerin başında ise ticaret yollarının merkezinde yer alması gelir. Bilindiği gibi koloniler sayesinde MÖ 7 ve 5. yy arası Ege – Karadeniz hattı geniş bir hinterlanda sahip, çok önemli bir ticaret ağına sahipti. Bu ticaret hattının ayrıntılarını bir sonraki yazıda okuyabilirsiniz.

İstanbul’un mitolojik izlerinden bir kesit

Ayşe Övür

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir