Kopenhag’da siyah ve beyaz

Kopenhag’da siyah ve beyaz

Kopenhag’ın şatafatını, insanların ekonomik gücünü gördükten sonra Christiania’dakilerin tutunamamışlığı ve sefaleti bana acınası geldi. 68’lilerin zamana ayak uyduramamaları, tutunamadıkları ölçüde yozlaşmaları hazin. Yani esrara karşı olup olmamak değil mesele, olmalı mı olmamalı mı ya da nereye kadar serbest tutulmalı bilmiyorum, bir fikrim de yok açıkçası, ama ne kendim buraların müptelası olmak isterim ne de bir tanıdığımın.

Gene Kongens Nytorv meydanından başlayalım yürümeye ama bu kez Nyhavn’a doğru değil, Avrupa’nın trafiğe kapalı en uzun alışveriş caddesi olan Stroget’e girelim.

Ama meydanda gözümüze ilk çarpan herhalde Hotel d’Angleterre’in 1755’ten kalma gösterişli binası olur.

Şık mağazaların, hediyelik eşya dükkânlarının, kafelerin arasında Guinness Rekorlar Müzesi var.

Kapısında da dünyanın en uzun boylu insanı Robert Wadlow’un bir heykelini yapmışlar -yaşayan en uzun kişi ise 2.51’lik Sultan Kösen.

2.72’lik bu heykelin yanında ben bile küçücük kaldım ama Guinness’in saçma sapan rekorları benim ilgimi pek çekmediği için müzeyi gezmedim.

Kopenhag’a gelen herkesin saatlerini geçireceği Stroget’ten bir başka alışveriş caddesi olan Kobmagergade’ye sapalım.

Burada göreceğimiz arkalı önlü iki yapı var: Rundetaarn ile Trinitatis Kilisesi.

Bilim tarihi benim çok bilgi sahibi olduğum bir alan değildir ama bu Rundetaarn esasen bir rasathane, yani dönemin en namlı astronomların yıldızları ve gezegenleri izledikleri yer.

Matrak bir şekilde, sanki yerden birkaç on metre yukarıya koyarsanız bütün bu gökyüzü hareketlerini daha iyi izleyebileceği düşünülmüş olmalı ki on altıncı yüzyıl rasathaneleri genellikle Rundetaarn gibi yapılardır.

Aslında Tycho Brahe, -ki bu isim çağdaşı Takiyüddin’le de birlikte anılı- hukuk eğitimi görse de astronomlukta karar kılmış.

Genç yaşında güneşin tutulacağını söylemiş, tutturmuş; sonra Jüpiter’le Satürn’ün çakışacağını söylemiş, o da tutmuş.

Bu kadar keramete mükâfat yaraşır, Hven adasında bir yeri rasathane yapması için Brahe’ye vermişler.

Brahe’nin Hven’de kurduğu Uranienborg’un şöhreti şehrin sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ulaşmış ama Kral II. Frederik ölüp de yerini ilerde “Kopenhag’ın mimarı” olarak anılacak IV. Christian’a bırakınca, Brahe’nin düşüşü de başlamış.

I.Christian’la anlaşamayan Brahe, gelen davet üzerine aletini edevatını toplayıp Prag’a taşınmış, burada Kepler’le tanışmış, onun yetişmesinde pay sahibi olmuş.

İyi de Brahen’nin rasathanesinin Hven’de olduğunu söylemiştim; bizim geldiğimiz bu rasathane neyin nesi?

Uranienborg’u yıktıran IV. Christian, bir müddet sonra burayı yaptırmış.

Merdiven çıkmak istemediğinden olacak, dönen bir rampa şeklinde tepeye ulaşabiliyorsunuz.

Hem bir seyir terası var hem de teleskop, dediklerine göre burası hâlâ faalmiş ama ben geldiğimde fırtınalar kopuyordu, Rundetaarn’ın tepesi de doğal olarak kapalıydı.

Brahe’nin Hven’de kurduğu Uranienborg’un şöhreti şehrin sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ulaşmış ama Kral II. Frederik ölüp de yerini ilerde “Kopenhag’ın mimarı” olarak anılacak IV. Christian’a bırakınca, Brahe’nin düşüşü de başlamış.

Şimdi günün büyük bölümünü birbirinden şık ve lüks mağazaların arasında geçirdik, gecesinde biraz itlik kopukluk yapabiliriz.

Kopenhag içindeki “özerk bölge” denen Christiania’ya gittim.

Ben burayı gerçekten sanatın, ama en önemlisi bohemin hâkim olduğu bir yer sanmıştım, ne de olsa 68’lilerin gelip yerleştiği metruk bir kışla; meğerse, en ucuzundan bir açıkhava batakhanesiymiş.

Danimarka’da satışı yasak olan esrar, burada yasal, Christiania’da istediğiniz bir türünü alıp içebiliyorsunuz.

Bana söylenen esrarı Kopenhag’ın içine sokmanın suç teşkil ettiği ama esrarkeşler, kendileri için küçük bir cennet parçası olan Christiania ile sınırlı tutuyorlar mıdır hiç emin değilim.

Neyse, ben şu Christiania’yı anlatmaya çalışayım; anlayabildiğim kadarıyla.

Ben bu konulardan çok uzak olduğum için girişte kavrulan şekerli bademlerden bir paket aldım, atıştıra atıştıra yürüyorum.

Meğer bu meret kan şekerini çok düşürdüğü için böyle şekerli şeyler yenirmiş, insanlar da sanıyor ben keşin âlâsıyım.

Kopenhag içindeki “özerk bölge” denen Christiania’ya gittim. Ben burayı gerçekten sanatın, ama en önemlisi bohemin hâkim olduğu bir yer sanmıştım, ne de olsa 68’lilerin gelip yerleştiği metruk bir kışla; meğerse, en ucuzundan bir açık hava batakhanesiymiş.

İşte çeşitli dükkânlar var, çeşitli ekipmanlar satıyorlar.

Nasıl kullanıldığını bilmediğim için gördüklerimi gözümde canlandıramıyorum da.

Geldik bir başka sokağa.

Artık bu eşiğin arkasında uyuşturucu satışı aleni.

Ocak ayının son günü, gece inmiş, hava buz gibi.

Özerk bölgenin satıcıları ve alıcılarınınsa hava durumu hiç umurunda değil, yaktıkları ateşle ısınıyorlar.

Tezgâhların karşısında girmişler sıraya, çeşitli otlar alıyorlar, bir başka yerde makasla kesilen başka bir şey satılıyor.

Kopenhag’ın şatafatını, insanların ekonomik gücünü gördükten sonra Christiania’dakilerin tutunamamışlığı ve sefaleti bana acınası geldi.

68’lilerin zamana ayak uyduramamaları, tutunamadıkları ölçüde yozlaşmaları hazin.

Yani esrara karşı olup olmamak değil mesele, olmalı mı olmamalı mı ya da nereye kadar serbest tutulmalı bilmiyorum, bir fikrim de yok açıkçası, ama ne kendim buraların müptelası olmak isterim ne de bir tanıdığımın.

Bohemi beklerken uyuşturucu batağına düşen insanları görmekten hiç memnun olmadım.

Başkalarını bilmem ama Christiania benim Kopenhag’ın en sevmediğim yeriydi.

Çıkışta, “AB’ye Hoşgeldiniz” takının altından geçmek bana daha iyi geldi.

Bilgehan Uçak
Latest posts by Bilgehan Uçak (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir