Siyasi doğruları ve yanlışlarıyla Kılıçdaroğlu

Siyasi doğruları ve yanlışlarıyla Kılıçdaroğlu

31 Mart başarısında başta İmamoğlu olmak üzere Özel ve yeni yönetimin payı kuşkusuz çoktur. Ama bu başarıda hakkı teslim edilmesi gereken bir kişi de Kılıçdaroğlu ve onun 2012’den itibaren sistemli olarak sürdürdüğü partiyi dönüştürme politikalarıdır. 

31 Mart’ta CHP’nin İstanbul ve Türkiye genelinden elde ettiği başarıda kuşkusuz Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere yeni yönetimin ve Özgür Özel’in de payı vardır. 

Ancak bu sonuçta, kuşkusuz bir pay da eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na aittir. 

Kılıçdaroğlu siyasi hayatının son döneminde hatalar yapsa da, dahası siyaseten kötü final yapsa da, bu; 31 Mart’ta elde edilen başarıdaki payını görmezden gelmemize neden olmamalı.

Kılıçdaroğlu’nun CHP’de yapmak istediklerine, yaptıklarına, yapamadıklarına ve bunları neden yapamadığına dair bir analiz kaçınılmaz olarak, onun başkanlık sürecine bütünlükçü bir bakışı zorunlu kılar.

Böyle bir bakış, bu yazının da sınırlarını aşacağı da başka bir gerçek. 

O yüzden bu yazı Kılıçdaroğlu üzerine kişisel bazı küçük saptamalar içerecektir. 

Kılıçdaroğlu, Baykal’ın izlediği siyasetin partiyi küçülttüğünü, onu dar bir laik kimlik partisine dönüştürdüğünü liderliğin ilk yıllarında gördü. Ve bu siyaset değişmezse bu küçülmenin süreceğini de. İşte CHP’deki değişim, bu gerçeğin kabulüyle başladı. 2012 yılı bu değişimin başlangıç yılı oldu denebilir. 

CHP GERÇEKLERİ

Her şeyden önce Kılıçdaroğlu 27 yıllık bir bürokrat geçmişi var. Bu süre içinde ciddi deneyim, ilişki, kısaca bir tarih var. İkincisi bu görevi, Dersimli bir Alevi olarak yaptı. Tahmin etmek güç olmasa gerek, bu yüzden yanındakilerden çok fazla çalıştı. 

Onun bürokratik tecrübesi, genel başkanlığı sürecinde bazen avantaj bazen de dezavantaj olarak karşısına çıktı. 

Karar alma süreçlerinin uzaması, kritik kararları dar bir kadro ile alması, parti, örgüt siyasetini bazen ikincilleştirmesi ve en güçlü çıktığı kurultaylarda bir yakın çalışma arkadaşlarını (anahtar PM listesi, MYK üyeleri ve danışman) seçerken önceliği tercih ettiği değişimi güçlendirmekten çok parti içi dengeleri koruma yönünde oldu.  

Bunun temel nedeni partinin küçülmesinden, partiden radikal kopuşlar olmasında endişe duyması oldu. Diğer yandan arkada her zaman bildiklerini yani hedefe ulaşmak için yapması gerekenleri yapmaya devam etti. Bu açıdan parti organları, Kılıçdaroğlu’nun bazı siyasi kararlarına meşruiyet sağlayan araçlar oldular. 

İkinci olarak Kılıçdaroğlu, Baykal’ın izlediği siyasetin partiyi küçülttüğünü, onu dar bir laik kimlik partisine dönüştürdüğünü liderliğin ilk yıllarında gördü. Ve bu siyaset değişmezse bu küçülmenin süreceğini de.

İşte CHP’deki değişim, bu gerçeğin kabulüyle başladı. 

2012 yılı bu değişimin başlangıç yılı oldu denebilir. 

AKP iktidarının başlattığı çözüm sürecinde yapılan hataları gören ve bunların düzeltilmesi için Haziran 2012 başında yanına üç yardımcısını alarak dönemin başbakanı Erdoğan’ı ziyaret eden ve Kürt sorununun çözümde haklı olarak Meclis’i öne çıkaran, ek olarak bağımsız kurullar önererek bu değişimin ilk somut adımı oldu. 

Sonraki yıllarda attığı her adım, başlattığı değişimin devamı oldu. Buna çok tartışılan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ortak Cumhurbaşkanı adaylığı da dahildir. Aday belirleme sürecindeki belirsizlik ve gizlilik sorun olsa da, o günleri düşündüğümüzde Erdoğan toplumsal kutuplaşmanın İhsanoğlu ise bir tür kucaklaşmanın adayıydı. 

Kılıçdaroğlu bu dönemde CHP’nin, siyaset yapma tarzını, siyasi söylemini ve kadrolarında değişiklik yapmadığı sürece partinin farklı toplumsal kesimlere açılması, kendini onlara anlatmanın imkanı olmayacağını fark etmiştir. Sonraki süreçte attığı her adım partisini iktidar yapmak için oldu. 

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına “anayasaya aykırı olmasına rağmen”, “evet” demesi hataydı kuşkusuz ama Erdoğan’ın kimlik siyasetini sonuna kadar kullandığı iklimde; partiyi laik bir tabana sıkıştırmak yerine farklı toplumsal kesimlere -muhafazakarlara, Kürtlere, milliyetçilere- açmaya devam etti Kılıçdaroğlu ve bunda kısmen de başarılı oldu. 

Sonuçta Kılıçdaroğlu şunu biliyordu; partinin sırtında kurucu parti olmaktan gelen tarihsel yük vardı ve Erdoğan çoğu gerçek olmayan suçlama, kimlik siyaseti söylemi ve sahip olduğu kapalı devre yayın sistemi ile olmayan bir geçmişi “CeHaPe zihniyeti” olarak üretti, tabanına da bunu kabul ettirdi. 

Kuşkusuz Kılıçdaroğlu başkanlığı sürecinden pek çok önemli durak, olay saymak mümkün olabilir ama 2012 sonrası izlediği politika doğruydu. 

Kılıçdaroğlu izlediği bu politikanın karşılığında bir kez PKK’nın silahlı saldırısına, bir kez neredeyse organize edildiği belli olan linç girişimine uğradı. 

İyi Parti’nin seçime katılması için verdiği destek de, yeni sistem gereği muhalefette işbirliği çabası da doğruydu.  

İzlediği politikanın doğruluğu 2019 yerel seçimlerinde sonuç verdi ve İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok ilde başarı  kazanıldı. 

Kılıçdaroğlu Kasım 2021 başında yayınladığı video ile o tarihe kadar yaptıklarına ad verdi; “helalleşme”. 

Ancak aynı yılın başında mütevazi mutfağında başlayan videolar bir taraftan helalleşmeye çağrısına taban oluştururken, diğer yanda  onun cumhurbaşkanlığı adaylığına giden kampanyanın da başlangıcı oldu. Ve bu kendiliğinden değil, onu adaylığa hazırlayan ekibin çalışmasıydı. 

14/28 Mayıs sonrası ortaya çıkan tablo ve Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikadaki sert dönüş, Zafer Partisi’yle imzalanan gizli protokol, Kılıçdaroğlu’nun parti içinde yalnızlığının iradi bir tercih olduğunu gösterdi. En azından ben öyle okudum. Tercih edilen bu yalnızlığın temel nedeni, parti içi iktidarı sürdürmeydi. 

TERCİH EDİLMİŞ SİYASİ YALNIZLIK 

Bütün bu süreçte Kılıçdaroğlu’nun bir temel sorunu oldu; “parti içindeki siyasi yalnızlığı”. 

Ancak 14/28 Mayıs sonrası ortaya çıkan tablo bu siyasi yalnızlığın “bilinçli bir tercih” olduğunu da. 

14/28 Mayıs 2023 seçimlerine kadar Kılıçdaroğlunun en büyük sorununun parti içindeki siyasi yalnızlık olduğunu yazdım, davet edildiğim tv programlarında bunu ifade ettim. 

Buna gerekçe olarak da; Kılıçdaroğlu’nun 2012’den bu yana adım adım ördüğü CHP’yi dönüştürme, değiştirme, partiyi farklı toplumsal kesimlere açma hatta son olarak adını koyduğu helalleşme konusunda ne kendisi, ne danışmanları ne de parti içinde ve çeperinde olan hiç kimse, bu siyaseti, politikayı, söylemi ete kemiğe büründürecek hiçbir adım atmadılar, hiçbir metin üretmediler. Ne ideolojik bir tartışma ne düşünsel bir çaba ortaya konmadı. 

Hoş, Kılıçdaroğlu’nun konuşmaları bazı kitaplerde bir araya getirildi ama bunlar da ticari faaliyeti aşmadı. 

Ancak 14/28 Mayıs sonrası ortaya çıkan tablo ve Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikadaki sert dönüş, Zafer Partisi’yle imzalanan gizli protokol, Kılıçdaroğlu’nun parti içinde yalnızlığının iradi bir tercih olduğunu gösterdi. En azından ben öyle okudum. 

Tercih edilen bu yalnızlığın temel nedeni, parti içi iktidarın sürdürmeydi. Paylaşılmayan bilginin parti içi iktidari sürdüreceği varsayıldı.

Bilginin liderlik düzeyinden MYK’ya, PM’den Meclis grubuna, örgütlerden üyelere sirayet etmemesi parti içinde düşünsel kafa karışıklığını her fırsatta gösterdi. 

Aynı kavram -helalleşme- için yapılan farklı yorumlar bunun en basit örneği olarak karşımıza çıktı. 

Kılıçdaroğlu da aday olabilmek için sadece partisi içinde yapılan planlı kampanyanın dışında, ikili liderler buluşmasında partisi adına hayli taviz vermiştir. Gerek CHP listelerinden aday olan partilere, gerekse iki seçim arasında Ümit Özdağ ile imzaladığı protokol ile Zafer Partisi’ne. Sonuçta 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu seçimi kaybetti. 

SEÇİM SONRASI KAÇAN FIRSAT 

Diğer yandan 14/28 Mayıs’ta yaşanan seçim yenilgisinden tek başına Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutmak haksızlık olur.

Ancak özellikle 3 Mart 2023’te Meral Akşener’in masadan kalktığı sürece kadar olan gerek liderler arasındaki ikili görüşmelerde gerekse liderlerin buluşmasında olası cumhurbaşkanı aday/lar/ı adlarının şifai olarak dahi olsa konuşulmaması tüm liderlerin temel hatasıdır. Ancak burada Akşener ve partisinin kapıldığı erken iktidar hastalığını bir yere not etmekte fayda var.

Diğer yanda Kılıçdaroğlu’nun Kasım 2022’den itibaren geliyorum diyen, kamuoyuna Meclis kürsüsünde ilen edilmiş adaylığa, kendisi ve ekibinden pek çok isim başından itibaren karşı olmasına rağmen Akşener’in konuyu hiçbir ortamda gündeme getirmemesi kendisini Kılıçdaroğlu’ndan daha hatalı yapmaktadır. Oysa danışmaları, danışmanları ekürileri bunun hata olduğu konusunda kamuoyuna sorular soran metinler bile kalem almışlardı. 

Ancak şu da artık gerçek ki, Kılıçdaroğlu da aday olabilmek için sadece partisi içinde yapılan planlı kampanyanın dışında, ikili liderler buluşmasında partisi adına hayli taviz vermiştir. Gerek CHP listelerinden aday olan partilere, gerekse iki seçim arasında Ümit Özdağ ile imzaladığı protokol ile Zafer Partisi’ne. 

Sonuçta 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu seçimi kaybetti. 

O günlerde de yazdım, Kılıçdaroğlunun yapması gereken partisi ve toplumla helalleşme idi.

Bu, kurultayı hemen toplama ve kurultayda aday olmama ya da yerel seçim sonrası toplanacak kurultayda aday olmayacağını ilanı olabilirdi. Ama hiç biri olmadı. 

Kurultay kararı alındı ve aday oldu. Kurultayda ilk turda seçimi kaybetti. O ana kadar onurlu bir çekilme mümkün iken o şansı da kullanmadı. 

Şu çok açık ki, bütün o süreçte gerek İmamoğlu gerekse Yavaş Kılıçdaroğlu’na göre çok daha şanslı isimlerdi. Anketler bunu gösteriyordu. Ama 10 aylık -Mayıs 2023-Mart 2024- süre için İstanbul ya da Ankara’da belediye yönetimini AKP’li birine vermemek uğruna Türkiye 5 yıl kaybetmiştir. Bu tek başına Kılıçdaroğlu’nun değil, onunla birlikte onu adaylığını planlayan partinin üst düzey yönetimi ve koordinatör danışmanların da payı vardır. 

DERS ALARAK HATA YAPMAMAK

Bugünden geriye giderek, “Kılıçdaroğlu aday olmasaydı iyi olurdu” demek ne kadar anlamlı bilmiyorum.

Ama şunu biliyorum ki, bir konuda yanıldım. Yazılarımda ve katıldığım programlarda Kılıçdaroğlu’nun, “son ana kadar kendisinden çok oy alabilecek bir aday olduğunu gördüğünden adaylıktan vazgeçebileceğini” söyledim. Yanıldım.

Şu çok açık ki, bütün o süreçte gerek İmamoğlu gerekse Yavaş Kılıçdaroğlu’na göre çok daha şanslı isimlerdi. Anketler bunu gösteriyordu. Ama 10 aylık -Mayıs 2023-Mart 2024- süre için İstanbul ya da Ankara’da belediye yönetimini AKP’li birine vermemek uğruna Türkiye 5 yıl kaybetmiştir. Bu tek başına Kılıçdaroğlu’nun değil, onunla birlikte onu adaylığını 2021 başından itibaren planlayan partinin üst düzey yönetimi ve koordinatör danışmanların da payı vardır. 

Sonuç ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu’nun 2012’den sonra sistemli biçime sürdürdüğü partiyi dönüştürme, pratiği geçmişin yüklerinden kurtarma ve farklı toplumsal kesimler açma çabasının hata olduğunu göstermez. Bu çabalar hem 2019’da hem de 2024 de başarılı olmuştur. 

31 Mart sonuçları muhalefette olan ve bu ülke için daha çok demokrasi, özgürlük ve adalet isteyen herkes için yeni bir umut olmuştur. 

Bu umudu beslemenin ve canlı tutmanın yolu da lider değil düşünsel bir yenilenmedir.

Ve bu başarıda İmamoğlu başta olmak üzere Özel liderliğinin payı elbet büyüktür ama Kılıçdaroğlu’nun çabalarını unutmamakta fayda vardır. 

Umarım 2028’e giderken 14 Mayıs 2023 seçimlerine giderken yaşananlardan herkes ders çıkarır ve şimdiden CHP yönetimi 2028 için çoklu aday formülünü dillendirmez.

Sonuçta unutmayalım siyasiler de insan. Ve her insan gibi onların da güçü yanları, zaafları var. Ve her insan gibi doğrular kadar yanlışlar da yapıyorlar.

O yüzden bir adım geriye çekilip yaşanan sürece mesafe alarak bakmakta fayda var.

 

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir