Sade kahve içen muhalefete oy verir!

Sade kahve içen muhalefete oy verir!

Tüm bu araştırmalar, havluyu atmamıza ve ‘böyle gelmiş böyle gider’ dememize sebep verebilir. Oysa, toplumsal evrimin öngörülemeyen doğası (umutsuzluğa her sürüklendiğimizde) zihnimizi aydınlatan bir meşale. Geleceği kimse tahmin edemez, sarkacın ne zaman ve hangi ivmeyle salınacağını kimse bilemez.

 Yıl M.S. 476. Roma İmparatorluğu politik çalkantılar ve dış tehditlerin gölgesinde. Görkeminden eser yok, yıkılmasına ramak var. Henüz on dört yaşındaki Romulus Augustus imparator tacı giyiyor. Halk, taze imparatorla alay edercesine ona “Augustulus” lakabını takıyor. Yani küçük Augustus. Oysa, ergen imparatorun ismi ve ünvanı acı ironiler barındırıyor; Romulus Roma’nın temellerini atan mitolojik kralın adı, Augustus ise Roma’nın ilk imparatoru.

 Bir sene bile geçmeden İmparator “Romulus Augustus” bir darbe ile tahttan indiriliyor.

Roma çöküyor. Genç Romulus Agustus son Roma İmparatoru olarak tarihe geçiyor.

Çökmeyecek gibi duran imparatorlukların bile yok oluşu kaçınılmaz.

BİR KIŞ GECESİ EĞER İBN-İ HALDUN DONALD TRUMP İLE KARŞILAŞIRSA…

Tarih, yıkılan imparatorluklar, toplumları tepetaklak eden devrimler, acımasız darbelerle dolu bir sahne. Modernistlerin düşündüklerinin aksine, toplumsal ilerleme doğrusal değil.

Kısacası, aydınlanma çağının pozitivist düşünürleri yanıldılar. Hem de çok!

Tarihsel ve toplumsal dönüşümleri bir sarkaç gibi düşünüyoruz artık.

Obama’dan sonra Trump’ın seçilmesini ancak böyle açıklayabiliyoruz.

Obama’yı ABD Başkanı seçtirten toplumsal dönüşümler, bazı kesimlerde bir reaksiyona sebep oldu, sarkaç bu sefer de tersine döndü, diyoruz.

Gerçi bu düşünceye vakıf olmak için post-modernizme gerek var mıydı, işte o tartışılır.

Çünkü sosyolojinin gerçek babası İbn-i Haldun, 1377’de yazdığı Mukaddime adlı eserinde tarih döngüseldir diyor. Medeniyetlerin yükselişi ve çöküşünün tarih boyunca sürekli tekrarlanan toplumsal bir döngüden ibaret olduğunu anlatıyor. Yani bir kış gecesi eğer bir yolcu ıssız bir handa Mukaddime okusaydı dünya siyaset sahnesindeki gelgitleri apaçık anlardı; kurulan yıkılır, yıkılan kurulur.

NÖROLOJİ VE SİYASETİN GAYRİMEŞRU ÇOCUĞU…

Güven arayışı ile değişim isteği arasında gidip gelen kocaman bir sarkaç hayal edelim.

Bir tarafta düzen, diğer tarafta özgürlük. Uçlarda düşünürsek; bir tarafta tiranlık, diğer tarafta anarşi. Konformistler ya da devrimciler. Baskı ya da hürriyet.

Yüzyıllardır süregelen bir döngü bu.

Tarihin tanıklık ettiği aydınlık ve karanlık birçok dönemi sarkacın bu iki kutbu ile açıklamak mümkün.

1. Dünya Savaşı, Avrupa’da faşizmin yükselişini anlatırken bu sarkacı kullanabiliriz, örneğin. Savaş sonrası yaşanan toplumsal ve ekonomik yıkımın, yapısal ve ideolojik bir arayışı çağırdığını ve böylece faşizmin doğduğunu konuşmak pekala mümkün.

Gelelim günümüze.

Sene oldu 2024.

Siyasal araştırmalarda yükselen bir trendi gözlemliyoruz; ismi Nöropolitika.

Ne bu “Nöropolitika” derseniz, size siyaset bilimi ve nörolojinin çocuğu derim.

Nöropolitika’nın iddiası şu; güven arayışı ile değişim arasında gidip gelen o sarkaç, aslında insan beyninin yapısında gizli!

Nöropolitik araştırmalar, bireylerin politik tercihlerini belirleyen beyin süreçlerini anlamaya çalışıyor. Beynin karmaşık yapıları, politik tutumlarımızı nasıl etkiler? Neden bazıları muhafazakâr, bazıları ise özgürlükçü görüşlere meyillidir? gibi.

BEYNİMİZDEKİ SARKAÇ…

Nöropolitika, beyin fonksiyonunun politik davranışları nasıl etkilediğini inceliyor.

Beyin yapısı ve politik tercihlerimiz arasındaki sözde bağlantıyı kurmaya çalışıyor.

İnançlarımızın, politik tepkilerimizin ve ideolojilerimizin beyin yapımızda gizli olduğunu iddia ediyor.

Nöropolitika diyor ki, beynimizin güven veya değişim arayışlarına yönelik eğilimleri ile politik tarih sahnesi arasında bir etkileşim varmış. Yani biyolojimiz insan medeniyetindeki önemli politik dönemeçleri sessizce yönetiyormuş. İnsan beyninin karmaşık kimyası ve yapısı, antik ve modern dünyanın politik sahnelerini biçimlendirmiş.

Nöropolitikaya göre, Roma’nın çöküşü, sadece politik dinamiklere bağlı değilmiş. Bireylerin seçimlerini şekillendiren nöral tepkiler de rol oynamış. Romulus Augustus’u indiren darbe, senatoda değil Romalıların beyin yapılarında başlamış. Otoriter rejimlerin yükselişi ile düzen arayışına yönelimler nöral eğilimlerle paralellik gösteriyormuş. Başka bir örnek vermek gerekirse, Güney Afrika’da ırkçı Apartheid Rejimi’nin sona ermesi adaletsizliğe karşı kolektif nöral tepkileri de yansıtıyormuş.

Kısacası, nöropolitik araştırmalar, bireylerin politik tercihlerini belirleyen beyin süreçlerini anlamaya çalışıyor. Beynin karmaşık yapıları, politik tutumlarımızı nasıl etkiler? Neden bazıları muhafazakâr, bazıları ise özgürlükçü görüşlere meyillidir? gibi.

Araştırmalar gösteriyor ki, kendini muhafazakâr olarak nitelendiren bireylerin amigdalası daha büyük. Amigdalanın büyük olması, korkuya karşı daha duyarlı olmak demek. Nöropolitikacılar ise büyük amigdalanın sağ ideolojilere yatkınlığı kanıtladığını savunuyor.

“BİZ, AYRI DÜNYALARIN İNSANIYIZ”

Gelelim nöropolitikanın en önemli bulgularından birine. Beyinlerimizde amigdala denen bir bölge var. Amigdala, bireylerin korku, kaygı, öfke ve endişe gibi karanlık duygularını yönetiyor. Bu bölge tehlikeleri değerlendirmekle sorumlu.

Araştırmalar gösteriyor ki, kendini muhafazakâr olarak nitelendiren bireylerin amigdalası daha büyük. Amigdalanın büyük olması, korkuya karşı daha duyarlı olmak demek. Nöropolitikacılar ise büyük amigdalanın sağ ideolojilere yatkınlığı kanıtladığını savunuyor. (Predisposed, 2013)

Diğer taraftan kendini özgürlükçü olarak tanımlayan bireyler ise önemli ölçüde daha büyük ‘anterior singulat korteks’e sahip. Anterior singulat korteks, aksiyonlarımızın sonuçlarını tahmin etmemize yarayan bir bölüm. Beynin hata algılama ve çatışma çözme ile ilişki kısmı.

Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Şöyle özetleyebiliriz:

– Özgürlükçü bireyler çelişkili bilgileri anlamak konusunda daha yetenekliler.

– Muhafazakârlar muhtemel tehditleri daha iyi tanımlıyorlar.

– Liberal bireyler yeni deneyimlere daha açıklar.

– Muhafazakârlar belirsizlik karşısında daha fazla tehdit algısı yaşıyorlar.

Yakın zamanda yapılan başka bir araştırma ise konuyu daha ilginçleştiriyor! Araştırmada katılımcılara bir dizi iğrenç görsel (pislik, çöp, kusmuk, açık yara, vb.) gösteriliyor. Muhafazakâr görüşlere sahip bireylerin beyni, iğrenç tanımına güçlü bir şekilde tepki veriyor. Bulgular, muhafazakârların büyük bir “negatiflik önyargı” taşıdıklarını ve rahatsız edici şeylere karşı psikolojik duyarlılığa sahip olduklarını öne sürüyor.

‘Hadi oradan!’ dediğinizi duyar gibiyim. Gerçekten politik eğilimlerimiz beyin yapımızdan mı kaynaklanıyor?

Beynimiz ve siyasi tercihlerimiz arasındaki ilginç bağlar bununla sınırlı değil. Bir araştırmaya göre, acı tatları sevenler, daha fazla siyasi risk alıyorlar. Dahası, acı tatları tercih eden bireylerin siyasete katılım oranları da daha yüksek. (Friesen, 2021)

 KAHVENİZİ SADE Mİ İÇERSİNİZ? O ZAMAN MUHALEFET SEÇMENİSİNİZ

Eğer bu araştırmalar ve nöropolitika verileri doğruysa, siyasi her kararımız biyolojik demektir. İktidara karşı duranlar roka sever, giderek baskının arttığı bir ülkede siyasi riskler alanlar sade kahve içer gibi bir anlam çıkıyor. ‘Çaya şeker atan siyasal İslamcıdır’ benzeri yaftalar etrafımızı sarmak üzere.

Nöropolitik bulguların deterministik tehlikesi göz ardı edilemez. Tüm bu araştırmalar, havluyu atmamıza ve ‘böyle gelmiş böyle gider’ dememize sebep verebilir. Oysa, toplumsal evrimin öngörülemeyen doğası (umutsuzluğa her sürüklendiğimizde) zihnimizi aydınlatan bir meşale. Geleceği kimse tahmin edemez, sarkacın ne zaman ve hangi ivmeyle salınacağını kimse bilemez.

YUMURTA MI TAVUKTAN? TAVUK MU YUMURTADAN?

Gelelim esas soruya… beyin yapımız mı politik ideolojimizi belirliyor, yoksa politik inançlarımız mı beyin yapımızı şekillendiriyor? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?

Bence beynin politik tercihlerimizi belirlemedeki rolüne odaklanmak- ne kadar ilginç bir alan olsa da– determinizm tehlikesi taşıyor. Determinizm; yani belirlenimcilik veya gerekircilik.

Determinizme göre her şey belirlenmiş ve değiştirilemez. Amigdalan büyükse muhafazakâr olursun, sağ partilere oy verirsin. Anterior singulat korteksinin hacmi özgürlüğüne düşkünlüğünü belirler. Genetik ve kalıtsal yapın siyasi görüşlerini sen doğmadan önce kesinleştirmiştir bile.

Nasıl yani?  Biyoloji siyasete hükmediyorsa, politik diyaloga katılmak önemli değil mi yani! Özgür irade diye bir şey yok mu? Coğrafya, kültür, eğitim etkisiz mi? Adaylar, vaatler, siyasi kampanyalar önemsiz mi?  Beynimiz yapısı siyasi tercihleri belirliyorsa neden insanlık tarihi boyunca politikayla uğraştık durduk. Amigdala küçültürsek birdenbire herkes liberal mi olacak?

Sözün özü, nöropolitik bulguların deterministik tehlikesi göz ardı edilemez.

Tüm bu araştırmalar, havluyu atmamıza ve ‘böyle gelmiş böyle gider’ dememize sebep verebilir. Oysa, toplumsal evrimin öngörülemeyen doğası (umutsuzluğa her sürüklendiğimizde) zihnimizi aydınlatan bir meşale. Geleceği kimse tahmin edemez, sarkacın ne zaman ve hangi ivmeyle salınacağını kimse bilemez.

Zeynep Aksoy, Siyasal Bilimci, Siyasal İletişim Danışmanı

 

Kaynaklar:

Friesen, Amanda, Aleksander Ksiazkiewicz, and Claire Gothreau. 2021. “Political Taste: Exploring How Perception of Bitter Substances May Reveal Risk Tolerance and Political Preferences.” Politics and the Life Sciences. 40 (2): 152-171. Registered Report.

Haas, I. J., Warren, C., & Lauf, S. J. (in press). Political neuroscience: Understanding how the brain makes political decisions. In D. Redlawsk (Ed.), The Oxford Handbook of Political Decision Making. Oxford University Press.

Hibbing, J.R., Smith, K.B. and Alford, J.R. (2013). Predisposed: Liberals, conservatives, and the biology of political differences. Routledge.

Meier, B. Moeller, S., Riemer-Peltz, M. & Robinson, M. (2011). Sweet Taste Preferences and Experiences Predict Prosocial Inferences, Personalities, and Behaviors. Journal of personality and social psychology, 102, 163-74.

Ruisch, B. C., Anderson, R. A., Inbar, Y., & Pizarro, D. A. (2021). A matter of taste: Gustatory sensitivity predicts political ideology. Journal of Personality and Social Psychology, 121(2), 394–409.

Zeynep Aksoy
Latest posts by Zeynep Aksoy (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir