Kaçırılanlar dahil on kişinin ölmesi herhangi bir rehine müzakeresi ile ilerlenmediğinin göstergesi. Zaten “Teslim olun!” dışında bir konuşma olmadıkça, teslim olmadıkça kendilerinin öldürüleceklerini anlayanların, rehinelerin öldüreceklerini söylemeleri ve bunu yapmalarından başka bir yola da girilmemiş. Bildiğiniz üzere, son birkaç yazımda rehine müzakeresi konusunu ele aldım. Her ne kadar bunu güncel konu olan İsrail ve Hamas üzerinden yapsam da, aslında rehin alma olayları Türkiye siyasetinde 1971-1972 döneminde yoğunlukla yaşandı. O sırada daha Münih Olimpiyatları’ndaki rehine krizi yaşanmamış ve sonrasında gelişen rehine müzakeresi kavramı ortaya çıkmamıştı. Bir başka deyişle, rehine krizlerine yönelik ne Türkiye ne de başka bir ülkede herhangi bir politika ve beceri üretilmemişti. Dolayısıyla bu olaylar bugün yaşansaydı, neler yapılmazdı aşağıda ele almak istedim.1.GERİLİMİ ARTIRICI DAVRANIŞTAN KAÇINMASöz konusu dönemde rehine olaylarının ilki, İstanbul’daki İsrail Başkonsolosu’nun kaçırılması ile başladı. Dönemin sol gruplarından Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi, 17 Mayıs 1971’de Başkonsolos Ephraim Elrom’u kaçırdı. THKP-C’nin lideri Mahir Çayan ve arkadaşları, hükümetin hapisteki devrimci militanları serbest bırakması karşılığında, Elrom’u serbest bırakacaklarını söylediler[1]. Ancak hükümet kimseyi serbest bırakmadı. Daha kötüsü, dönemin başbakanı Nihat Erim olaylara dair alınacak tedbirlerin sol-sağ grupların kafasına “balyoz gibi” ineceğini söylemişti. Elrom kaçırılınca, hükümet o dönemde ülkedeki tüm sol görüşlü aydınları gözaltına almaya başladı. İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi, şehir ev ev arandı ve Elrom bulunamadığı gibi, 23 Mayıs 1971’de Nişantaşı’ndaki Hamarat apartmanında ölü bulundu.Bugün herhangi bir rehine müzakeresinin, tek bir kişiye karşı ülkedeki sol görüşlü ve olayla ilgisi olmayan birçok insanı gözaltına alarak yapılmasını herhalde beklemeyiz. Nitekim bu gerginliği tırmandıran hükümet davranışının ne Elrom’un bulunmasına ne de hayatta kalmasına yönelik hiçbir katkı içermediğini söylemek yanlış olmaz.
Bugün herhangi bir rehine müzakeresinin, tek bir kişiye karşı ülkedeki sol görüşlü ve olayla ilgisi olmayan birçok insanı gözaltına alarak yapılmasını herhalde beklemeyiz. Nitekim bu gerginliği tırmandıran hükümet davranışının ne Elrom’un bulunmasına ne de hayatta kalmasına yönelik hiçbir katkı içermediğini söylemek yanlış olmaz.2. REHİNE MÜZAKERECİSİ OLARAK ANNE-BABA DEVREYE SOKULMAZBu olaydan sonra kaçan Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir, İstanbul Maltepe’de bir evde Binbaşı Dinçer Erkan’ın kızı 14 yaşındaki Sibel Erkan’ı rehin aldı. Yurtdışına gitmeleri karşılığında Sibel Erkan’ı bırakacaklarını, yoksa onu öldüreceklerini söyledikleri bu rehine süreci ise 51 saat sürdü. 12 Mart belgeselinde[2], 1971 Haziran’ında tüm dünyanın gözü önünde yürüdüğü söylenen harekatta Cevahir, keskin bir nişancı tarafından öldürüldü. Bunun üzerine, Çayan ve Cevahir’in aralarındaki anlaşma uyarınca kendisine ateş eden Çayan yaralı, Sibel Erkan ise yaralanmaksızın ele geçti.Bu süreçte bugünkü anlamıyla bir rehine müzakeresi yürüse, Sibel Erkan’ın kurtarılmış olması mutlaka önemli bir başarı olurdu. Nitekim o dönemde Erkan’a İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün tarafından ödül verildi[3]. Ancak, New York Times’ın haberine göre, THKPC’liler Sibel’e iyi davranmıştı; onu bağlamamış; ona “küçük hanım” demiş ve bir odaya kilitlemişlerdi. Sibel Erkan odada yerde yatmış ve üç dakika süren baskın sonucunda orada bulunmuştu[4].Ancak rehin alanlardan birinin ölmesi diğerinin yaralı da olsa ele geçmesi bugün olsa rehine müzakeresi anlamında başarılı sayılmazdı; zira rehin alanlarla herhangi bir iletişim kurulup kurulmadığı net değil. Buna yönelik bir çaba olduğunu Çayan ve Cevahir’in anne babalarının ve aile büyüklerinin devreye sokulmasından anlıyoruz[5]. Ancak rehin alan kişi görüşmek istese dahi, rehine müzakeresinde bunun ancak kayıtlı mesajlar iletilmesine izin vererek gerçekleşeceğini[6] yoksa burada olduğu gibi ebeveynlere rol verilmesinin söz konusu olmadığını düşünebiliriz. Sonuçta ebeveynler müzakere konusunda tecrübeli olmadıkları gibi, evlatları ne yapmış olursa olsun, ciddi ölüm tehlikesi içinde.
70’lerdeki bu olayları hatırlayınca, bugün hayat kaybıyla biten yollara alternatif olmasına ya da en azından başka yolları düşünebilmemize sevinmemek mümkün değil. Elbette bunlar 2015’te Cumhuriyet Savcısı Selim Kiraz’ın rehin alınıp öldürülmesinde olduğu gibi her zaman can kurtarma ile sonuçlanmayabilir.3. “TESLİM OLUN” EMRİ BİR MÜZAKERE DEĞİLSon olarak, Çayan 1972’de bulunduğu cezaevinden tünel kazarak kaçtı. Bu noktada ülkenin en çok aranan insanı haline gelmişti ve eylem yapabileceği başka bir yer arayışındaydı. Böylece Ordu’nun Ünye ilçesinde bulunan radar üssünde çalışan biri Kanadalı[7] ikisi İngiliz teknisyenin kaçırılması olayında yer aldı. New York Times’ın haberine göre, grup Türk Hava Kuvvetleri’nin üssünde NATO için çalışan teknisyenleri kendilerini korumakla görevli bir askeri birimin elinden almış, önce onunu bağlamış ve sonra aralarındaki en güçlü üç kişiyi kaçırmışlardı[8]. Yöredeki ilçelerde başlayan arama sonucunda Ünye’ye iki saat uzaklıktaki Tokat’ın Niksar’ın ilçesindeki Kızıldere köyünde saklandıkları ortaya çıktı.THKP-C’liler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmaması için yaptıklarını söyledikleri eyleme dair bildirilerinin radyodan okunmasını, aksi takdirde teknisyenleri öldüreceklerini söylediler. Dahası, bulunmalarını takiben o dönemde emniyet güçlerinin sıklıkla başvurduğu çağrı olan “Teslim olun!”a, “Teslim olmayacağız, çarpışacağız, İngilizler burada ölecek!” cevabını verdiler[9]. Polisin açtığı ateşte ilk ölen Çayan oldu ancak teknisyenler de elleri bağlı ve başlarından infaz edilmiş şekilde ele geçti. Eylemciler ve rehineler dahil on kişinin öldüğü olaydan sadece Ertuğrul Kürkçü kurtuldu.Geçmişte bu gibi durumların sadece güçle “çözülmesi”nden başka bir yol bilinmediğini; bunun da teslim olmaları için rehin alanlara süre verilmesi ve bu gerçekleşmezse, operasyon düzenlenerek, bu operasyonların can kaybıyla bitmesinden başka bir yol olmadığını daha önce yazmıştım[10]. Bu olay da bunun tipik örneklerinden biri. Kaçırılanlar dahil on kişinin ölmesi herhangi bir rehine müzakeresi ile ilerlenmediğinin göstergesi. Zaten “Teslim olun!” dışında bir konuşma olmadıkça, teslim olmadıkça kendilerinin öldürüleceklerini anlayanların, rehinelerin öldüreceklerini söylemeleri ve bunu yapmalarından başka bir yola da girilmemiş.İşte 70’lerdeki bu olayları hatırlayınca, bugün hayat kaybıyla biten yollara alternatif olmasına ya da en azından başka yolları düşünebilmemize sevinmemek mümkün değil. Elbette bunlar 2015’te Cumhuriyet Savcısı Selim Kiraz’ın rehin alınıp öldürülmesinde olduğu gibi her zaman can kurtarma ile sonuçlanmayabilir. Ancak Emniyet’te bir rehine biriminin kurulmuş olduğunu düşünürsek, bu konuda eskisine göre çok daha fazla fikir üretildiğini ve konuyla ilgilenen birimlerin olduğunu görmek umut verici.Diğer yandan, 2014’te Irak’ın Musul kentindeki Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’nun İŞİD tarafından basılarak, 49 diplomatik görevlinin rehin alınmasının üç aydan fazla sürdüğünü[11] ve Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından yürütülen müzakerelerle kurtarılmalarıyla sonuca bağlandığını biliyoruz. Elbette, yurtdışında gerçekleşen bir güvenlik operasyonunda müzakerenin nasıl yürüdüğüne dair bilgi paylaşılmamasına şaşmamak lazım. Ancak, alanının gelişmesi açısından bu bilgilere geç de olsa bir gün erişmek iyi olur.[1] Mehmet Ali Birand tarafından sunulan “12 Mart: İhtilalin Pençesinde” adlı belgeselin bu bölümlerinin mutlaka izlenmesini dönemin uygulamalarını görmek açısından öneririm.[2] Maltepe’nin o zamanki halini görmek için, olayın kendisinden bağımsız olarak, belgeseli izlemek başlı başına değerli.[3] Görüntü şu videoda: https://www.youtube.com/watch?v=VZgvxKQcVZE[4] “Turkish Police Storm Apartment Rescue a Girl and Kill One Captor” https://www.nytimes.com/1971/06/02/archives/turkish-police-storm-apartment-rescue-a-girl-and-kill-one-captor.html[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Mahir_%C3%87ayan[6] Grovert A (2007), Hostage Negotiation: The Divergence From Other “High Stakes” Negotiations and the Impact of Measuring Effectiveness, the Negotiator Magazine[7] Başbakan Erim’in başsağlığı açısından konuştuğu Kanada’nın o dönemki başbakanı ise bugünkü başbakan Justin Trudeau’nun babası olan Pierre Trudeau’dan başkası değildi.[8] “Turkish leftists slay three hostages” https://www.nytimes.com/1972/03/31/archives/turkish-leftists-slay-3-hostages-police-storm-hideout-and-kill-10.html (31 Mart 1972)[9] https://tr.wikipedia.org/wiki/Mahir_%C3%87ayan[10] https://yeniarayis.com/yorum/idilelveris/rehine-muzakeresinin-dogumunda-israil-filistin-meselesi/[11] https://tr.wikipedia.org/wiki/2014_T%C3%BCrkiye%27nin_Musul_Ba%C5%9Fkonsoloslu%C4%9Fu_sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1
Yorum Yazın