Bir dünya şehri olan İstanbul, bireylerin günlük hayatlarına dair verdikleri kararlara yönelik itirazlar hukukî ve siyasal icra mekanizmalarıyla sürekli bir tehdit altında bırakılmazsa festival kenti olur. İstanbul, kamu güvenliği tehdidinin hukukî niteliği ancak bağımsız mahkemelerce ispat edildiği takdirde festivallerin iptal edildiği bir şehir olursa festival kenti olur. İstanbul, milyonlarca gencin gençliğini yaşamasına izin verilirse festival kenti olur. Yerel seçimlere üç aydan kısa bir süre kalmışken Türkiye yeniden seçim sathına girmiş durumda. 2023 Genel Seçimleri’nden bu yana henüz bir yıl bile geçmemişken özellikle son seçim döneminden muhtelif hayal kırıklıklarıyla ayrılan muhalif seçmenin yeniden bir seçim için dinamize olabilmesi güç gözüküyor. Zira geçtiğimiz mayıs ayından bu yana elimizde kalan bölük pörçük bir muhalefet, umudunu yitirmiş bir seçmen ve her gün daha da kötüye giden bir ekonomik gerçeklik var.Ancak siyaseti, özellikle yerel siyaseti “ontolojik” değerlendirmemek gerekiyor. 2023 Genel Seçimleri’nde muhalif söylem, özellikle “birlik” nosyonundan hareketle seçimin bir “ölüm-kalım” anlatısına indirgenmesi üzerineydi. Zaten ikna olmuş muhalif seçmen, özellikle “Altılı masa” adıyla ortaya koyulan farklı siyasi geleneklerin yalnızca mevcut iktidarı değiştirebilmek adına bir araya gelmesini büyük oranda kabul etmişti. Ancak istatistikler ve saha çalışmalarıyla çelişen bir seçim çalışmasıyla birleşince bu anlatı; muhalif adaylar seçimi kaybettiğiyle, seçmen ise geri dönüşü zor bir hayal kırıklığıyla kaldı.Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçimi bir “ölüm-kalım” mücadelesine indirgemek artık muhalif seçmenin büyük bir yüzdesi için ikna edici olmayacaktır.Kaldı ki siyaset yapmak böyle bir şey. Ben bir seçmen olarak bir adaya o adayın “varlığından” ileri gelecek sebeplerle oy vermek istemiyorum. Kimliğin ve siyasi pozisyonun geri, vaadin ve hizmet anlayışının ön planda olduğu bir siyasal iletişim tahayyül ediyorum.Öte yandan, özellikle yaşam tarzı ekseninde gündeme gelen tartışmalarda muhalif seçmenler için oy verme tercihi (belki de biraz isabetli olarak) birtakım ontolojik nedenlerle şekillenebiliyor.Bu ontoloji de kanımca Çankaya, Karşıyaka, Kadıköy, Beşiktaş, Nilüfer ve sair “muhalif gettoların” oluşması ardındaki yegâne sebep.
Zaten merkezî yönetimin 20 senelik istikrarlı baskısına rağmen hayata tutunmaya çalışan birtakım seküler yaşam tarzı pratiklerinin tehdit altında olması, oy tercihini ideolojik veya vaat-odaklı bir siyaset yönteminden daha ontolojik bir pozisyona taşıyor.
AYNI YAŞAM TARZIMI SÜRDÜREBİLECEK MİYİM?
Bu korku, “Acaba yönetim değişirse ben aynı yaşam tarzı pratiklerimi sürdürebilecek miyim?” korkusu. Zaten merkezî yönetimin 20 senelik istikrarlı baskısına rağmen hayata tutunmaya çalışan birtakım seküler yaşam tarzı pratiklerinin tehdit altında olması, oy tercihini ideolojik veya vaat-odaklı bir siyaset yönteminden daha ontolojik bir pozisyona taşıyor.Bu ontolojik oy tercihini yaratan da maalesef iktidarın ta kendisi.Zira “muhafazakar demokrat/liberal” anlatısının en kuvvetli hissedildiği; Avrupa Birliği üyeliği, insan hakları, azınlık hakları gibi konularda somut ve ikna edici adımlar atıldığı ilk yıllarda bile seküler yaşam tarzı çeşitli yol ve yöntemlerle kıskaca alınmış, o zaman için tam olarak baskılanmasa bile baskılanmasına giden yolların önü çeşitli kanun, yönetmelik ve uygulamalarla açılmıştı.Bugün ise, ilk yıllarından çok farklı bir siyaseti takip eden AK Parti var karşımızda. Dolayısıyla muhalif seçmenin bu ontolojik korkusu dikkatten kaçırılabilecek türden değil.Muhalif seçmenin bu yumuşak karnını muhalefet bloğundaki siyasetçiler ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi bir “cepte” anlayışı olarak görüyor. İktidar partisi ise bu “cepte” anlayışına karşın somut vaatlerle bir siyaset boşluğu yakalamaya çalışıyor. “Sizi ‘cepte’ gören partiler, size somut vaatler sunmuyor, işte biz somut projelerle sizin karşınıza çıkıyoruz.” diyor.Bu anlatı çarpışmasının en somut örneklerinden bir tanesi İzmir Büyükşehir Belediyesi’dir (İzBB). İzBB’de CHP seçmeninin ontolojik kaygılarla oy verdiği anlayışı ile iktidar bileşenleri, yıllardır İzmir’i projesizlikle itham ediyor. Konuyu derinlemesine inceleyip asıl tartışmak istediğim noktayı kaçırmak istemiyorum, gelgelelim İzmir’de muhalif seçmenin ontolojik kaygılarla oy verdiğini kabul ediyor, ancak bunun İzmir’de proje yapmayan, vaatlerini yerine getirmeyen bir belediyeceliğin yönetimi ele almasıyla sonuçlandığını da düşünmüyorum.İktidar bileşenleri, örneğin, muhalif yaşam tarzını benimseyen vaat ve projelerle seküler gettoların ontolojik oy tercihini değiştirebilir mi? AK Partili İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) başkan adayı Murat Kurum bunu denedi. Kurum, İBB Başkanı olması hâlinde İstanbul’u bir “festival kenti” hâline getireceği vaadinde bulundu. Muhalif seçmen ise, bu vaat üzerine şu soruyu sordu: Şimdiye kadar elini tutan mı vardı?
KURUM’UN ELİNİ TUTAN MI VARDI?
Asıl önemli nokta, iktidar partisinin vaatlerinin muhalif değerlerle örtüştüğü kısımda gündeme geliyor. İktidar bileşenleri, örneğin, muhalif yaşam tarzını benimseyen vaat ve projelerle seküler gettoların ontolojik oy tercihini değiştirebilir mi?AK Partili İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) başkan adayı Murat Kurum bunu denedi.Kurum, İBB Başkanı olması hâlinde İstanbul’u bir “festival kenti” hâline getireceği vaadinde bulundu. Muhalif seçmen ise, bu vaat üzerine şu soruyu sordu: Şimdiye kadar elini tutan mı vardı?Seküler yaşam tarzının Türkiye’de tehdit altında olması yalnızca niteliksel değil, niceliksel olarak da gerçekçi bir saptama. Yalnızca 2023 yılında 46 festival, çeşitli gerekçelerle valilik kararıyla iptal edildi. Sözünü ettiğim çeşitli gerekçeler, kamu güvenliğinden (her ne kadar Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy aksini iddia etse de) alkol tüketimine kadar uzanıyor.46 festival iptali, bir yılda, her ay yaklaşık 3 ila 4 festivalin iptal edildiği anlamına geliyor. Durum buyken, muhalif seçmenin yaşam tarzını ilgilendiren bir vaadin iktidar bileşenlerinden ileri gelecek bir anlatıyla gerçekçi bulunmadığı aşikâr.
Yorum Yazın