Musokotwane önümüze beklenmedik bir reçete çıkarıyor ve şöyle diyor: “Dünya varoluşsal bir iklim kriziyle karşı karşıya. Bunun üstesinden gelmenin yegâne yolu da yeşil ekonomi. Yani, enerjide dönüşüm. Yeni enerji kaynakları. Bu dönüşümün sağlanabilmesi içinse kobalt gerekiyor, o da dünyada en çok bizde mevcut.”
Yeniden Atina’dayım.
Atina’ya bir sene içindeki bu üçüncü gelişimde sadece bir gece kalıp Delphi Ekonomi Forumu’nu takip etmek üzere iki buçuk saat uzaklıktaki bu dağ köyüne yollandım.
Delphi’de Acropole adındaki bir otelde kalıyorum, şansıma, balkonda, müthiş bir manzaranın karşısında, yazılarımı yazıyorum.
Otelin ve balkonun tadını çıkarabildiğimse pek söylenemez, zira Delphi’de kaldığım dört gün boyunca kısa kaçamaklar haricinde genellikle hep Amalia Oteli’ndeki oturumları izledim.
Bu nevi toplantılarda pek tabii ki panellerde konuşulanlar önemlidir ama lobide, Chatham House kurallarının geçerli olduğu özel akşam yemeklerinde ya da bire bir sohbetlerde konuşulanlar genellikle daha önemlidir.
Gene de usulü bozmayarak panellere dair bir şeyler söylemek istiyorum.
Forum’un en çarpıcı özelliği eş zamanlı olarak birbirinden çekici konulara ev sahipliği yapmasıydı, altı farklı salonda, sabahtan akşama kadar hiç ara vermeksizin başlayan oturumlarda birbirinden önemli isimler konuşmacıydılar.
İlk gün, moderatörlüğünü Reuters’ın eski Kudüs Büro Şefi Paul Taylor’ın yaptığı oturumu izlerken -Ukrayna Savaşı ve NATO üzerineydi- ne yalan söyleyeyim, bütün konuşmacıların geleceğe dair bu kadar kaygılı olduğunu görmeyi beklemiyordum.
Dört gün boyunca katıldığım oturumların tamamında şunu gördüm, özünde herkes farklı taraflarını ele alsa da ikinci Trump döneminin öngörülemezliğinden yakınıyor, bu belirsizliğin Batıya ne gibi yükler getirebileceğini tartışıyordu.
Leiden’dan Prof. Rob de Wijk, bu saatten sonra Trump’a asla güvenilemeyeceğini ve Avrupa’nın mutlaka ABD’yi gözardı ederek hiç zaman kaybetmeden kendi kurumlarını sağlamlaştırmasının, kendi savunma gücünü kurmasının ne kadar hayati olduğunu hararetle anlatırken birçok kişinin istemsizce onayladığını gördüm.
Bu öngörülemezlik hali herkesi ürkütüyor.
Misal, Pfizer CEO’su DSÖ’nün işlevsiz kaldığı bir ortamda geleceğe yönelik endişelerini paylaşırken bir başka oturumda Ukrayna düşerse sıranın kime geleceği, Avrupa’nın Amerikan silahlarını nasıl ikame edebileceği tartışılıyordu.
Oturumların birinde, kaygıların temelinde “5 harflilerin” olduğuna dair bir söz söylendi, gülüşmelerle birlikte ciddi de bir destek buldu: Trump, Putin, Gelir (money) ve Nüfuz (power).
Delphi Forum’un en büyük özelliklerinden biri akıllara durgunluk verecek bir çeşitlilik sunmasıysa da ben genellikle Artemis salonundaki uluslararası ilişkilere ağırlık veren toplantıları tercih ettim.
Nükleer enerji benim çekindiğim bir şeydir.
Bunun çok büyük bir tehdit oluşturduğu fikrini kafamdan bir türlü çıkarıp atamıyorum.
İkinci gün sabahı, moderatörlüğünü Ariel Levite’nin yaptığı nükleer enerji üzerine paneli izlerken bu alanda daha önce düşünmediğim birçok şey olduğunu fark ettim.
Zaten bu oturumların en önemli kısmı bence dinleyicilere yeni bakış açıları kazandırmak.
Tabii Yunanistan’ın iç gerginliği, grevi falan bitmediği için panelistlerin bir bölümü buraya gelemedi.
Musokotwane, Batılıların Afrika’ya yatırım yaptıkları takdirde hem para kazanacaklarını hem de Afrika kalkınacağı için Batı’ya talebin artacağını, yeni ve büyük bir pazar kurulacağını, güçlü bir orta sınıf çıkabildiğinde Afrika’daki güvenlik tehdidinin de herhangi bir Batı başkentinden farklı olmayacağını söylerken haklıydı.
“Bosna-Hersek’te İstikrarın Güneybatı Avrupa için Önemi” başlıklı oturumu not etmiştim mesela ama iptal olduğunu öğrendim.
Qubad Talabani’nin, Gideon Levy’nin, Albert Burla’nın birebir programları çok başarılıydı.
Qubad Talabani, Delphi Economic Forum’u önümüzdeki ay Süleymaniye’de toplayacağı için bir nevi ev sahibi muamelesi görüyordu.
En ilgimi çeken oturumlar ise -Forum’un kapsayıcılık açısından ne kadar başarılı olduğunu gösteren bir örnek- Afrika üzerine olanlardı.
Bunların ilkinde Zambiya Finans ve Ulusal Planlama Bakanı Situmbeko Musokotwane ile Devlet Başkanı’nın Başdanışmanı olan Chipokota Mwanawasa’yı dinleme imkânı buldum.
İktisat doktoru olan Musokotwane, denize kıyısı bulunmayan ülkesinin ekonomisini üç sene içinde zıplatarak büyük bir başarı hikâyesine imza atmış.
Musokotwane’nin konuşmasında Avrupa’nın son dönemlerdeki en yakıcı sorunu olan sığınmacılara da geniş bir yer ayırması dikkat çekiciydi.
Siyasi ve ekonomik sebeplerden ötürü vatandaşlarının -daha genel anlamda aynı kıtayı paylaştığı bütün Afrikalıların- ülkelerini terk edip Avrupa’ya sığınılmasından belli ki rahatsız ama geçici çözümlerin de bir işe yaramayacağının farkında.
Musokotwane ile oturumdan sonra biraz sohbet etme fırsatı bulduk; görebildiğim kadarıyla, alanında son derece hakim, ne yaptığını bilen, kararlı ve aklı başında biri.
Kalıcı çözümün tesis edilebilmesi için her şeyden evvel bu talebin bitmesi gerektiğini söylüyor, bunun yolu da Afrika’nın kalkınmasından geçiyor.
Peki, bu sadece bir temenni mi yoksa somut ekonomik temelleri var mı diye bakınca, Musokotwane önümüze beklenmedik bir reçete çıkarıyor ve şöyle diyor:
“Dünya varoluşsal bir iklim kriziyle karşı karşıya. Bunun üstesinden gelmenin yegâne yolu da yeşil ekonomi. Yani, enerjide dönüşüm. Yeni enerji kaynakları. Bu dönüşümün sağlanabilmesi içinse kobalt gerekiyor, o da dünyada en çok bizde mevcut.”
Ayrıca, istatistikler, 2050 ve 2075 yıllarında Afrikalıların “çalışabilir nüfus oranında” çok yukarılara çıkacağını ortaya koyuyor.
Musokotwane, Batılıların Afrika’ya yatırım yaptıkları takdirde hem para kazanacaklarını hem de Afrika kalkınacağı için Batı’ya talebin artacağını, yeni ve büyük bir pazar kurulacağını, güçlü bir orta sınıf çıkabildiğinde Afrika’daki güvenlik tehdidinin de herhangi bir Batı başkentinden farklı olmayacağını söylerken haklıydı.
Afrika’da kadın temsilinin ne kadar güçlü olduğunu da görme fırsatı buldum.
Namibya’dan Yatırım Teşvik ve Geliştirme Kurulu İcra Direktörü Nangula Nelulu Uaandja gelmişti.
Hükümetin başında bir kadın bulunduğunu, birçok kritik pozisyonda kadınların görev aldığını ifade ederken, parlamentodaki oranın da yarı yarıya olduğunu ekledi.
Yerim bitti ama anlatacaklarım bitmedi; Delphi Economic Forum üzerine yazmaya devam edeceğim.

Yorum Yazın