İran’ın İsrail’e yönelik vekâlet savaşının perde arkasındaki gerçek planı

İran’ın İsrail’e yönelik vekâlet savaşının perde arkasındaki gerçek planı

İranlılar, Amerikan müttefikini arkasına almış İsraile karşı savaş başlatamayacak kadar kendi sorunlarıyla boğulmuş durumdadırlar. Bunun için bölgedeki vekil güçlerini kullanmayı tercih edecek, İsrail ile ABDyi belirli bir baskı altında tutacaklar ama kırmızı çizgiyi asla aşmayacaklardır.

Henry Kissinger’in İran’ı yönetenlerle ilgili güzel bir sözü var: İran’ın bir dava mı yoksa bir millet mi olduğuna karar vermeliler.

Görünüşe bakılırsa İran her iki kimliği de özümsemiş durumda. Ne de olsa kuzeyinde Lübnan üzerinden tüm Orta Doğu’ya militan Şii ideolojilerini ihraç ediyor, iki bin kilometre ötesindeki Yemen’de Husileri silahlandırıyor, Irak’ta İran destekli milisleri destekliyor, Suriye’deki diktatör Beşar Esad’ı koltuğunda tutmak için her türlü desteği sunuyor ve Lübnan’da Hizbullah’ı, Gazze’de de Hamas’ı destekliyorlar.

Hamas’ın silah alımında İran tarafından fonlandığını biliyoruz, Hizbullah ise adeta İran hükümetinin silahlı bir kolu gibi işliyor ve Hamas’tan çok daha büyük bir askeri kapasiteye sahip. Elinde 150 bin füzesi bulunan Hizbullah, askeri bakımdan Lübnan ordusundan üstün durumdadır.

Tüm bunlarla birlikte, Hamas’ın geçtiğimiz ay İsrail’de gerçekleştirdiği acımasız saldırıların ardından ne yapacaklarına dair ne İran’ın ne de Hizbullah’ın somut bir planı olmadığı da ortaya çıktı. Hamas’ın bir saldırı hazırlığında olduğunu muhtemelen biliyorlardı ancak 7 Ekim’de tüm dünyanın şahit olduğu acımasız ve vahşi saldırıların bu ölçekte olabileceğini onlar da bilmiyordu. Hatta ABD istihbarat kaynakları, üst düzey İranlı yetkililerin Hamas’ın saldırılarını şaşkınlıkla karşıladıklarını belirtiyor.

Lübnan Hizbullah’ının lideri Hasan Nasrallah, Gazze’deki savaşla ilgili kamuoyu önünde ilk kez geçtiğimiz cuma günü konuştu. Nasrallah, Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının “tamamen” Filistin merkezli bir operasyon olduğunu söyleyerek, bazı istihbarat raporlarında da belirtildiği gibi Hizbullah’ın ve İran’ın operasyonla uzaktan yakından bir ilişkisi olmadığını da açıkça ilan etti.

Nasrallah ayrıca, Hizbullah’ın İsrail’e olası bir askeri karşılığı olarak “tüm seçeneklerin masada olduğunu” söylese de, bunun kuru bir tehditten ibaret olduğu herkesin malumudur.

Nasrallah, Hizbullah’ın iki İsrail askerini rehin almasıyla başlayan 2006 Hizbullah-İsrail Savaşı’nın ardından tüm Arap dünyasından “yeni bir ikon” haline gelmişti. 34 gün süren o savaşta 1,100 Lübnanlı ve 158 İsrailli hayatını kaybetmişti.

Hizbullah son derece etkin bir askeri güç olmakla birlikte siyasi de bir harekettir. Lübnan’da geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde Lübnan parlamentosundaki 128 sandalyenin 58’ini Hizbullah yanlısı blok kazandı; dolayısıyla Hizbullah’ın Lübnan kamuoyunu önemli ölçüde yansıttığını söyleyebiliriz. Lübnan’ın yerlerde sürünen ekonomisi düşünüldüğünde, Lübnan halkının ülkelerine milyarlarca dolar zarar veren 2006’daki savaşın bir benzerinin yaşanmasını istemeyeceği ortadadır.

Hizbullah’ın savaşı daha geniş bir alana yayma gibi olası bir kararı da muhtemelen Tahran tarafından anında engellenecektir. Tahran; Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki vekil güçleri üzerinden İsrail’e ve bölgedeki ABD güçlerine taciz saldırıları düzenleyerek baskı oluşturacak, ama asla daha geniş çaplı bir savaş başlatma niyetinde olmayacaktır.

Zaten mevcut tabloya bakıldığında İran’ın çatışmayı genişletecek bir hamlede doğrudan bulunmadığını, vekil güçleri üzerinden hareket ettiğini görebiliyoruz. Örneğin Yemen’in büyük kısmının kontrolünü elinde bulunduran ve İran tarafından mali ve askeri olarak desteklendikleri bilinen Husiler, geçtiğimiz günlerde İsrail hedeflerine füze saldırısında bulundular ve bu füzeler İsrail tarafından imha edildi. Şu anda Hizbullah ile İsrail, İsrail’in kuzey sınırı boyunca karşılıklı saldırılarda bulunuyorlar ama bunlar asla geniş kapsamlı bir savaşa dönüşebilecek saldırılar olarak kayda geçmiyor.

Irak ve Suriye’deki Amerikan ve müttefik ülkelere ait askeri üsler de, 17 Ekim’den bu yana toplam 28 adet füze veya drone saldırısına maruz kalmıştır. Tamamen emin olmamakla birlikte, bu eylemlerin İran’ın vekil güçleri tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini söyleyebiliriz. Pentagon’un açıklamasına göre bu saldırılarda 21 ABD personeli hafif şekilde yaralanmıştır.

İran’ın dini liderleri, İslamiyet’in en önemli üçüncü dini merkezi olan ve Yahudilerce de Tapınak Tepesi adıyla kutsal kabul edilen El Aksa Camii’nin Kudüs topraklarında bulunması nedeniyle İsrail’i nihayetinde yıkmak istediklerini çeşitli zamanlarda ifade etmişlerdir. İsrail’in bölgede en büyük askeri güce sahip düşmanları olduğunu da bir o kadar iyi biliyorlar tabii ki.

Yine de İran’ın İsrail ile doğrudan bir bölgesel savaşa girişmeyeceğini söyleyebiliriz; zira böyle bir olasılıkta, geçtiğimiz haftalarda iki adet savaş uçağı gemisini Orta Doğu’ya götürmüş olan ABD’yi de sahaya çekeceklerini biliyorlar.

İran dini yönetimi liderlerinin önünde ayrı bir sorun daha var elbette: Geçtiğimiz yıl başlayan ve öncülüğünü çoğunlukla kadınların yaptığı hicab giyme zorunluluğu karşıtı protesto eylemleri. Diğer yandan ülke ekonomisi ABD ve müttefiklerince uygulanan ambargoların baskısı altında ezilmektedir. Protesto eylemlerinin başladığı tarihten bu yana İran riyali ABD doları karşısında yarı yarıya değer kaybetmiştir, ülkede mevcut enflasyon oranı da yüzde 40’tır.

Kısacası İranlılar, Amerikan müttefikini arkasına almış İsrail’e karşı savaş başlatamayacak kadar kendi sorunlarıyla boğulmuş durumdadırlar. Bunun için bölgedeki vekil güçlerini kullanmayı tercih edecek, İsrail ile ABD’yi belirli bir baskı altında tutacaklar ama kırmızı çizgiyi asla aşmayacaklardır.

Peter Bergen – CNN Ulusal Güvenlik Uzmanı

Çeviren: Hasan Kaya

Kaynak: CNN International

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir