Enflasyon düşecek(?); yoksulluk artacak (mı?)

Enflasyon düşecek(?); yoksulluk artacak (mı?)

Bugün uygulanacağı düşünülen sıkılaştırmaların tek amacı enflasyonu kontrol altına almak ve zaman içinde tek haneye düşürebilmektir. Bunun dışında bir başka amacın tanımlandığı görülmemiştir. Bu politikaların doğuracağı ekonomik maliyetleri dikkate alan bir sosyal güvenli ağı ise gündemde bile yoktur.

Geçtiğimiz hafta üçüncü çeyrek ekonomik büyüme rakamları açıklandı. Beklentileri aşan bir büyüme oranı ile karşılaştık. Hem de oldukça yüksek enflasyonun yaşandığı bir dönemde gelen bu büyüme, Sayın Mehmet Şimşek ve iktidara büyük moral oldu. Ancak bu büyümenin sürdürülebilir olmadığı hem iktisatçılar hem de yetkililer tarafından belirtildi. Zaten dördüncü çeyrek ile ilgili tahminler daha şimdiden böyle bir büyüme oranının elde edilemeyeceğini teyit eder niteliktedir.

Rakamsal olarak üçüncü çeyrekte elde edilen yıllık büyüme % 5,9’a karşılık geliyor. Arz yönü ile kaynağı büyük ölçüde sanayi ve inşaat faaliyetleri olmuş. Malum olduğu üzere Sayın Mehmet Şimşek, iç talebi kısmayı amaçlamasına ve bu amacını her fırsatta dile getirmesine rağmen, iç talebin hemen her bileşeni bu büyümenin çıkmasında rol oynamış. En fazla da tüketim ve yatırım… Bunun sonucu olarak ekonomik büyüme yükselmiş ama ithalatta beraberinde artmış.

Gelecek senenin ekonomik koşullarının çok daha kötü olacağını yetkililer sürekli dile getiriyorlar. Yıldan yıla büyümenin %4 seviyelerinde kalacağı ve bu büyümenin iç taleple değil, dış taleple elde edilmesi düşünülmektedir. Bunun sebebi ise enflasyonla mücadele.

Buradan da anlıyoruz ki iç talep önceki yıllardan daha düşük gerçekleşecek (en azından planlanan bu). Elbette iç talebe son derecede duyarlı olan hizmet-ticaret-inşaat gibi iktisadi faaliyetler de bundan olumsuz etkilenecektir. Bu sektörlerde ya çok düşük büyüme olacak ya da bir gerilemeyle karşılaşılacaktır. En azından planlanan bu…

Talep açısından yaşanacak bu gelişmelere ek olarak, genellikle düşük çalışma sermayesi ile iş yapan ve bahsi geçen sektörlerde faaliyet gösteren küçük ve orta ölçekli şirketlerin de mali kaynağa erişiminde sorunlar çıkacak. Bir yandan artan faiz yükünün artması, diğer yandan da borçlanmaya erişimde karşılaşılan sıkıntılar, bu şirketlerin sermaye eksikliğini giderecek olanaklardan mahrum kalmalarına yol açacaktır.

Bir de enflasyonu düşürücü politikaların aşamalı olarak devreye sokulması ve enflasyonun zaman içinde yüksek seviyeleri koruyacak olması da, bu işletmelerinin mevcut sermayelerinin erimesini gündeme getirecektir. Bu da hizmet-ticaret-ve-inşaat sektörlerinde faaliyet gösteren küçük ve orta ölçekli firmaların üretim seviyelerinde düşüşleri ve beraberinde işsizlik riskinin artmasını gündeme getirecektir.

Artık o günkü koşullar yok elimizde. Özellikle yerel seçimlerden hemen sonra uygulanacağı iddia edilen ekonomiyi daraltıcı politikaların, son yıllarda arttığı gözlemlenen yoksulluk üzerinde olumsuz etkilere yol açacağı neredeyse kesin gibi.

YENİ KOŞULLAR, YENİ SONUÇLAR…

Ortaya çıkan bu yeni ekonomik koşullar 20 yılladır görmediğimiz, mevcut siyasi iktidarın bugüne kadar tecrübe etmediği tarzda koşullardır. Zira AKP’nin 2000’li yılların başında elde ettiği yüksek büyüme ve refah artışını daha geniş kitleler ile paylaşabilmiş ve bu yolla hem gelir dağılımında bir miktar iyileşme sağlayabilmiş, hem de göreli yoksulluk oranında düşüş elde edebilmiştir. Bunun, AKP siyasetinin toplumun daha geniş kesimlerinde kabul görmesine yol açmış olmadığı söylenemez. O dönemdeki yüksek büyümenin yanında, tek hanelere düşen enflasyonun, düşük faizlerin ve kurda temin edilen istikrarın gelir dağılımı ve yoksullukla mücadeleye yaptığı olumlu etkiler olmuştur.

Artık o günkü koşullar yok elimizde. Özellikle yerel seçimlerden hemen sonra uygulanacağı iddia edilen ekonomiyi daraltıcı politikaların, son yıllarda arttığı gözlemlenen yoksulluk üzerinde olumsuz etkilere yol açacağı neredeyse kesin gibi. Zira böyle bir beklentinin yaygınlaşmasının ana nedeni, bugüne kadar yoksullukta azalmaya yol açan faktörlerin artık devrede olmayacağı ve izlenecek olan daraltıcı politikaların çeşitli yollarla neden olacağı olumsuz etkilerdir.

Sayın Mehmet Şimşek’in kurguladığı ve zaman zaman kamuoyu ile paylaştığı sıkılaştırma politikalarının hâlihazırda artmış olan yoksulluğa etkisi, bu politikalarla ilintili birkaç kanalda yaşanacak gelişmelerle bağlıdır.

En önemli kanal, gelir dağılımı üzerinden ortaya çıkan etkidir. Ülkemizdeki gelir dağılımında 2002-2009 döneminde görülen iyileşme, yoksulluk oranında da önemli oranda düşüşlerin kaynağını oluşturmuştur. Daha eşitlikçi bir gelir dağılımı daha düşük bir yoksulluk oranı için gerekli koşullardan biridir. Bir gelir dağılımı göstergesi olan Gini katsayısı 2002 yılında 0,43 ile son derecede bozuk bir dağılıma işaret ederken, AKP iktidarının bu oran en fazla 0,38’ler seviyesine kadar düşürülmüş, 2021 yılında ise bu katsayı tekrar 0,42 seviyesine çıkmıştır.

Bugün gelir dağılımı bakımından geldiğimiz nokta AKP iktidarının başladığı yıllardaki düzeyden çok faklı değil. Bu gelir dağılımının Sayın Maliye ve Hazine Bakanının izleyeceğini söylediği sıkılaştırma politikalar nedeniyle iyileşme ihtimali de taşımıyor. Zira bugüne kadar yapılan açıklamalardan anladığımıza göre, yerel seçimlerden sonra izlenecek politikaların maliyetinin büyük ölçüde dar ve düşük gelirli gruplara yükleneceği ve bunun neticesinde yüksek gelirlilerle düşük gelirliler arasındaki farkın açılacağı anlaşılmaktadır. Daha bozuk bir gelir dağılımının ise daha yüksek yoksulluk oranına yol açacağı en azından teorik olarak beklenen bir durumdur.

Önümüzdeki yıllarda Türkiyenin 2010-2012 döneminde olduğu gibi yüksek büyüme oranlarına erişebilme imkânı yoktur. Dahası bunu sağlayacak ne mali imkân var ne de o günlerdeki kadar düşük enflasyon mevcuttur.

EKONOMİK BÜYÜME VE YOKSULLUĞU AŞMAK

Ülkenin ekonomik büyüme oranı bir diğer yoksulluğu azaltmaya yönelik bir diğer kanaldır.  Bu oran düştüğünde yoksullukla mücadele de güçleşir.  Çok daha önemlisi gelir dağılımı bozuk ve yüksek enflasyon sorunu olan bir ülkede, yoksullukla mücadele çok daha zor ve maliyetlidir; ayrıca daha uzun zaman alır. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin 2010-2012 döneminde olduğu gibi yüksek büyüme oranlarına erişebilme imkânı yoktur. Dahası bunu sağlayacak ne mali imkân var ne de o günlerdeki kadar düşük enflasyon mevcuttur. Siyasi iktidar yoksullukla mücadele etmek istese bile, enflasyonun ve gelir eşitsizliğinin bulunduğu bir durumda ekonominin maruz kalacağı düşük büyüme oranları böyle bir mücadeleyi zora sokacaktır. Bu kısıtlar altında yapılabilecek yoksullukla mücadelenin mevcut kurumsal çevreyi değiştirmeden başarıya ulaşması mümkün değildir. Bu ise siyasi olarak mücadele edilmesi gereken bir hedef ve yapılması gereken bir tercihtir.  Düzeni, yani mevcut kurumsal yapıyı değiştirmeye hedefinin bugünkü iktidarda mevcut değildir.

Ülkemizdeki muhalefetin ise böyle bir tercih yapma ihtiyacının farkında olup, olmadığını bilmek ise mümkün değildir.

Sadece büyüme oranının yüksek olup, olmaması değil, aynı zamanda ekonominin nasıl büyüdüğünün de yoksulluk üzerinde etkisi vardır. Bundan kasıt ekonomik büyümeye hangi tip iktisadi faaliyetlerin kaynaklık ettiğidir.

Türkiye’deki yoksulluk üzerine yaptığımız ampirik araştırmalara göre, ağırlıklı olarak hizmet-ticaret-inşaat gibi iktisadi faaliyetler üzerinden elde edilen büyümenin yoksulluğu azaltıcı etkisinin daha fazla olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu tarz faaliyetlerin aşırı döviz tüketimi dikkate alınırsa, gelecek yıllarda bu tarz bir büyümenin tercih edilmesi pek mümkün görülmemektedir.  Zaten Sayın Mehmet Şimşek’in de dediği gibi, şu anda ülkenin döviz cinsinden kaynak tüketen değil, ülke ekonomisine döviz kazandıracak iktisadi faaliyetlere ihtiyacı var. Sayın Bakan bunu da her fırsatta ihracatın önemine vurgu yaparak kamuoyunda dile getirmektedir. Ancak yapılan ampirik çalışmalardan biliyoruz ki, bu tarz ihracatı amaçlayan iktisadi faaliyetlerin kaynaklık ettiği büyümenin yoksulluğu azaltıcı etkisi de maalesef düşüktür. Zaten iç talebin daraltılacağı açık açık kamuoyuna söylenmişken, hizmet-ticarete-ve-inşaat gibi iç talep çekişli sektörlerin arzu ettiğimiz ölçülerde büyümesini beklemek de doğru olmayacaktır.  Bu da yoksulluğun büyüme yoluyla kontrolünü zorlaştıracaktır.

Son olarak dikkat çekmemiz gereken konu da, ekonomide yoksulluk oranını düşürmek için elde edilecek gelirlerin çoğunluğunun hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetlerden elde edilebilir gelirler olmasının daha isabetli bir tercih olmasıdır. İmalat gibi sektörlerden elde edilen gelirlerin yoksulluk azaltıcı etkisi göreli olarak düşüktür. Bunun sanırım en önemli nedeni ülke ekonomisinin çoğunluğunun bu tarz iktisadi faaliyetlerle uğraşması ve istihdamın da %60’a yakının bu tarz faaliyetlerle sağlanmasıdır.

Sayın Mehmet Şimşek’in gelecek yıllara yönelik çizdiği resim yoksulluk bakımlardan hiç umut vermiyor. Dahası bizim burada, başkalarının da başka mecralarda iddia ettiği yoksulluk oranında yaşanacak artışı engellemeye yönelik herhangi bir mekanizma önerisi de görülemiyor. Bunu bırakın, bugüne kadar yoksulluk artışını bir risk unsuru olarak görüldüğünü bizlere düşündürecek ne bir açıklama, ne de bir çözüm önerisi mevcuttur.   Oysa 2001’de izlenilen daraltıcı politikalara eşlik eden ekonomik reformların yol açtığı maliyetleri en aza indirici ve/veya ortadan kaldıracak mekanizmalar tanımlanmış ve uygulanmıştı. Dahası uygulanan politikaların uzun dönemli amacı güçlü, istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme üretecek kurumsal yapıyı oluşturmaktı. Yoksulluğun düşürülmesinin ve gelir dağılımının düzeltilmesinin bu şekilde elde edilecek büyüme ile sağlanması planlanmıştı.  Oysa bugün uygulanacağı düşünülen sıkılaştırmaların tek amacı enflasyonu kontrol altına almak ve zaman içinde tek haneye düşürebilmektir. Bunun dışında bir başka amacın tanımlandığı görülmemiştir. Bu politikaların doğuracağı ekonomik maliyetleri dikkate alan bir sosyal güvenli ağı ise gündemde bile yoktur.

Öner Günçavdı, Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

Ucu bir yandan “iktidar”a bir yandan “bölüşüm”e, bir yandan da “adalet”e dokunan çok katmanlı bir mesele yoksulluk.

Bir bakıma çağımızı bir yoksulluk çağı olarak tanımlamak mümkün.

Hem küresel hem de yerel iktidarların neo-liberal politikalarının altında giderek ezilecek bir yerleri kalmayan yoksullar.

Bu dosyada yoksulluğu ele alıyoruz; daha adil ve eşit bir dünyanın mümkün olduğu umuduyla…
Dosyanın diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Öner Günçavdı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir