Özel CHP’de nasıl başarılı olur?

Özel CHP’de nasıl başarılı olur?

Özel liderliğindeki CHP, siyaseti sadece Meclisle yani salon siyaseti”yle sınırlamamadan, siyaseti kamusal alana taşıyarak sivil toplumla işbirliği yapmalı ve bu ilişkiyi de derinleştirmelidir. Özel’in başarısı Kılıçdaroğlu liderliğinde doğru yapılanlara sahip çıkmaya, onları derinleştirmeye; süreçteki hata ve eksikleri tespit ederek azaltmaya bağlıdır.

Özgür Özel CHP’nin yeni Genel Başkanı oldu. Özel’le birlikte CHP yüzde 25’in üzerine çıkar mı? Dahası son aylarda üzerinde konuşulan partideki “değişimi” gerçekleştirebilir mi?

Özel’in kurultaydaki konuşmasında “değişim” olarak karşımıza çıkan, büyük ölçüde partinin işleyişinin şeffaflaşması ve dijitalleşmesi oldu. Tüzük değişikliği ile bu tür adımları atmak göreli olarak kolay olacaktır.

Burada alınan kararların uygulanması kadar önemli olan, daha kapsamlı bir dönüşümü hayata geçirebilmektir.

Özetle; CHP’nin önünde değişim kadar önemli olan bunun “kurumsallaşması”, yani partinin her şeyiyle dönüşüm sorununu çözmek var.

KURUCU PARTİ OLMANIN AĞIR YÜKÜ

CHP sıradan bir parti değil. Türkiye’nin kuruluşu ile yaşıt bir “kurucu parti”.

Ve kurucu parti olmanın yükünü aradan geçen 100 yıla rağmen üzerinde taşımaya devam ediyor.

Siyasi iktidar blokunun ve özellikle de Erdoğan’ın iktidarını sürdürmek için izlediği kimlik politikası toplumu kutuplaştırmakta kalmıyor, milliyetçiliğe eklemlenen muhafazakârlığı da yeniden üretmektedir.

Erdoğan, bugünkü CHP’yi siyaseten eleştiremediği için, tabanını konsolide etmek için tek parti dönemindeki CHP’yi eleştirilebiliyor. Erdoğan’ın “CeHaPe Zihniyeti” olarak ifade ettiği suçlama, esas olarak budur. Böylece Erdoğan, tabanının tek parti dönemi CHP uygulamaları üzerinden gerçekçi olmayan korkularıyla onları konsolide ediyor.

Erdoğan, sahip olduğu “kapalı devre” yayın sistemi üzerinden geçmiş yaşanmışlıkların izlerinden kendi tabanını sürekli diri tutuyor.

Tabanının özgürleşmesinin önüne geçiyor.

Oysa bugünün CHP’si sadece kendi öncülü olan Deniz Baykal liderliğinden partiden değil, aynı zamanda Ecevit CHP’sinden de, İnönü CHP’sinden de, tek parti dönemi CHP’sinden de çok farklı. Bu açıdan CHP sürekli değişen bir parti. CHP’nin sorunu bu değişimi kurumsallaştıramaması, değişimi kalıcı hale getirip dönüşememesidir.

Bunun gerçekleşememesinin sonucu ise, CHP’nin geçirdiği değişimi topluma, seçmene  yeterince güçlü ve ikna edici biçimde anlatamaması ve iktidar olamamasıdır.

Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin en büyük sorunu, tüm çabalara rağmen bu oldu.

Türkiyede çok partili hayata geçişle birlikte siyasi partiler kurulmuş, seçimler yapılmış, hükümetler kurulmuş, hükümetler devletin çizdiği sınırları aştığında ise darbe olmuştur. Sonra aynı süreç tekrarlanmıştır. Yani (küçük harfle) siyaset ile (büyük harfle) Siyaset arasındaki fark; kimin için siyaset yapıldığı, kimin taleplerinin siyasallaştırıldığıdır.

MERKEZ=DEVLET

Kılıçdaroğlu CHP’de çok önemli değişimler yaptı. Hatta bu yüzden CHP’yi sağa kaydırdığı suçlamasıyla karşı karşıya geldi.

Bu gerçek mi?

“Bir siyasi partinin siyasi yelpazedeki yeri neresidir?” dendiğinde akla gelen o yerin “sol/sağ” eksenindeki yerde olmasıdır. Bu eksen, Türkiye için -yeterince- açıklayıcı görünmese de, kanımca siyaseten hala en açıklayıcı kavramsallaştırmadır.

Peki bu ayrım Türkiye için neden yeterince açıklayıcı değildir?

Bunun temel bir nedeni var: Siyasetin bugüne kadar “istisnai dönemler” dışında, evrensel ölçülerde kurumsallaşamamış olmasıdır. Yani Türkiye’de partiler var, seçimler yapılıyor, iktidarlar değişiyor ama maalesef büyük harfle “Siyaset” yok.

Türkiye’de çok partili hayata geçişle birlikte siyasi partiler kurulmuş, seçimler yapılmış, hükümetler kurulmuş ama hükümetlere siyaset için bir alan çizilmiştir. İktidarlar o alanı aşınca da açık ve örtülü müdahaleler olmuştur. Sonra aynı süreç tekrarlanmıştır.

Yani (küçük harfle) siyaset ile (büyük harfle) Siyaset arasındaki fark; partilerin kimin için siyaset yaptığı, kimlerin taleplerini siyasallaştırıldığıdır.

Ne yazık ki Türkiye’de siyasetin alanına, siyasete kimlerin girebileceğine, toplumsal taleplerin sonuçlarının ne olacağına; bu taleplerin temsilcisi olan partiler değil, devleti kuran askeri/sivil bürokrasi karar verdiği için, (büyük harfle) Siyaset değil (küçük harfle) siyaset olmuştur.

Bu siyasetsizlik hali, tek partili hayattan çok partili hayata geçişte de değişmemiştir.

Siyasetin olmadığı yerde, siyasi partilerin kendilerini sol/sağ olarak konumlandırmaları, önünde “merkez” kavramı bulunduğunda mümkün olmuştur. Buradaki merkez, kuşkusuz “devlet”in kendisidir. Yani devletin, solcu ve sağcı partileri var olmuştur.

 Siyasetsizliğin siyasetini” yapan partiler, esas olarak devleti/statükoyu temsil eden partilerdir. Bu açıdan Türkiye için sol/sağ ayrımından önce açıklayıcı eksen statüko”/değişim”dir. Ve Türkiyede istisnai dönemler dışında siyaset, devletin çizdiği dar sınırlar içinde, yani statüko üzerinden yapılmıştır.

SOL/SAĞ DEĞİL DEĞİŞİM/STATÜKO

Meşruiyetini devletten alan partilerin isimleri farklı olsa da, bunların siyasal olarak ortak ekseni “statüko”dur. “Siyasetsizliğin siyasetini” yapan partiler, esas olarak devleti/statükoyu temsil eden partilerdir.

Bu açıdan Türkiye için sol/sağ ayrımından önce açıklayıcı eksen “statüko”/“değişim”dir.

Ve Türkiye’de istisnai dönemler dışında siyaset, devletin çizdiği dar sınırlar içinde, yani statüko üzerinden yapılmıştır.

Bu yapı AKP’nin ilk yıllarında kısmen değişmeye başlasa da kalıcı olmamıştır.  AKP’nin devletten uzaklaşıp topluma yaklaşması, Türkiye’de siyasetin evrensel anlamda “sol/sağ” eksenine taşınmasının önünü açmıştır. Ancak bu kısa ömürlü olmuştur.

2011 seçimleri sonrasında başlayan süreç içerisinde; AKP’nin siyasal meşruiyetini, toplum yerine devletten alması, siyasetin yeniden devletin çizdiği alana taşınması sürecidir.

Nihayet 2015 Nisan’ından itibaren MHP’yle kurulan ilişki AKP’yi devletçi parti yapmıştır.

Bugün Cumhur İttifakı sonuçta, sandık meşruiyetine sahip olsa bile; toplumsal farklıkları yok saydığı, çoğunlukçu olduğu, hukuku yürütmeye bağladığı, özel alanlarımızı her alanda sınırladığı ölçüde, otoriterdir.

PLEBİSER ÇOĞUNLUK OTORİTERİZMİ

MHP ile kurulan ideolojik ortaklık, siyasi iktidarın devlete eklemlenmesini kolaylaştırırken; adı konulmadan yaşanan güç paylaşımı ile AKP, sandıktan elde ettiği iktidar sayesinde, plebiseter çoğunluk üzerinden “iyi insanlar” aracılığıyla, toplumu yukarıdan aşağıya şekillendirmeye girişmiştir.

Özetle AKP esas olarak, statükocu ve geleneksel anlamda sağcı bir partidir. Askeri/sivil vesayetle mücadele eden AKP, 2010 sonrasında bu kez kendi bürokratik vesayetini kurumsallaştırmaya girişmiştir.

Bugün Cumhur İttifakı sonuçta, sandık meşruiyetine sahip olsa bile; toplumsal farklıkları yok saydığı, çoğunlukçu olduğu, yargı ve yasamayı yürütmeye bağladığı, özel alanlarımızı her alanda sınırladığı ölçüde otoriterdir ve doz her gün artmaktadır.

Bu koşularda, toplumun temsil edileceği, statükoya karşı değişimin alanında ciddi bir boşluk vardır. Bunun için muhalefete, özellikle de CHP’ye önemli bir sorumluluk düşmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP 2014 yılından itibaren toplumun farklı kesimleriyle ilişki kurarak bir anlamda devlete mesafe almış ve topluma yaklaşmış, farklı toplumsal kesimlerin taleplerini siyasete taşımıştır.  Bu süreç aynı zamanda CHP, statükodan uzaklaşarak değişimci olma sürecidir.

Özel liderliğinde bu politikalar sürmeli ve CHP, toplumsal talepleri ve sorunları sadece kamusal alana taşımakla sınırlı kalmayarak; topluma yaşadığı değişimi daha iyi anlatmalıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu bu gerçeğin siyasetini yaptı ama parti yönetimindeki ve yakın çalışma arkadaşlarının seçimindeki hatalarından dolayı başarılı olamadı. CHPnin farklı toplumsal kesimlerle kurduğu ilişki sürmeli ve derinleştirilmelidir.

CHP TOPLUMDAN, DEĞİŞİMDEN YANA OLMALIDIR

Bu açıdan bir kez daha Türkiye’yi normalleştirmeye ve demokratikleştirmeye potansiyel olarak en yakın partinin CHP olduğunu söyleyelim. Bu süreçte CHP’nin siyaseten en güçlü ortakları, diğer muhalefet partileri ve sivil toplum olacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu bu gerçeğin siyasetini yaptı ama parti yönetimi, yakın çalışma arkadaşlarının seçimindeki hataları ve zamanında alamadığı risklerden dolayı başarılı olamadı.

Özel liderliğindeki CHP’nin de farklı toplumsal kesimlerle, toplumsal gruplarla kurduğu ilişki sürmeli ve derinleştirilmelidir. Aynı zamanda farklı partilerle kurduğu ittifakları farklı modellerle genişletmelidir.

Bundan 9 yıl kadar önce T24’de aşağıdaki satırları yazmışım: Elbette Türkiyenin normalleşme ve demokratikleşmesinin ana hattı ise, siyasi ve sivil alandaki devlet mağdurlarından oluşacak bir demokrasi koalisyonunukurmaktan geçiyor.

CHP’nin bu demokrasi koalisyonunun taşıyıcısı olması için yapması gereken tek şey var: kendisini statükodan değişime, yani devletten topluma taşıyacak ideolojik/düşünsel bir yenilenme ve bunu taşıyacak bir kadro. CHPnin ana referansı, artık devlet değil toplum olmalıdır.”

Bu açıdan CHP sol değerleri önceleyecek politikalar yanında siyaseti devletten topluma taşıyan “değişimci” yönünü güçlü biçimde ifade etmelidir.

Özel liderliğindeki CHP, siyaseti sadece Meclis’le yani “salon siyaseti”yle sınırlamamadan, siyaseti kamusal alana taşıyarak sivil toplumla işbirliği yapmalı ve bu ilişkiyi de derinleştirmelidir.

Özel’in başarısı Kılıçdaroğlu liderliğinde doğru yapılanlara sahip çıkmaya, onları derinleştirmeye; süreçteki hata ve eksikleri tespit ederek azaltmaya bağlıdır.

Ve tabi bir de entelektüellerden korkmadan, değişimi dönüştürecek bir düşünsel yapıyı kurmaya…

Bu yazı CHP’nin Gelecek Seçimi Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir