Özel-İmamoğlu hikâyesi hangi koşullarda Gül-Erdoğan hikâyesine benzer?

Özel-İmamoğlu hikâyesi hangi koşullarda Gül-Erdoğan hikâyesine benzer?

5-6 Kasım gecesini kısa ama adrenalin dolu bir enstantane yerine uzun bir iktidar yolculuğunun ilk halkası yapmak ufak ufak ama doğru atılmış binlerce adım gerektiriyor. Tıpkı 2002ye doğru giderken AK Partinin yaptığı gibi. Bakalım Özel-İmamoğlu bunu başarabilecek mi?

4 Ekim’i 5 Ekim’e bağlayan gece Türkiye siyasetinde tarihe geçecek anlar yaşandı. 32 yıl aradan sonra bir parti genel başkanı parti içi seçimlerle değişti ve halihazırda genel başkan olmayan bir aday, mevcut genel başkanı mağlup ederek genel başkanlık koltuğuna oturdu.

Sadece bu yüzden bile Özgür Özel ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni tebrik etmek gerekiyor.

CHP’yi tebrik etmek gerekiyor çünkü: Türkiye’de otoriterliğin sadece devlet yönetiminde değil, bizzat hayatın her alanında, dernek yönetiminde, muhalefet partilerinde, medyada veya üniversitelerde derinleştiği bu dönemde rekabetçi bir seçimi düzenleyebildi ve liderini seçimlerle değiştirdi.

Özgür Özel’i de tebrik etmek gerekiyor çünkü: Siyasi partiler yasasının genel başkanları ne kadar kuvvetlendirdiği ve genel başkanların delegeleri ikna etmek için her türlü ekonomik, siyasi ve kadro ödüllenmelerini ellerinde tuttuğunu düşününce Özgür Özel gerçekten zor bir işi başardı.

Şahsi fikrim başta muhalefet olmak üzere CHP’nin değişime ihtiyaç duyduğu yönündeydi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun büyük beklentilere, umuda ve muhalefetin kendi devinimini sönümleme pahasına birleşmesine rağmen 2023 seçimlerini kaybetmesi, muhalif seçmende büyük bir düş kırıklığı yaşattı. Fakat bu düş kırıklığını daha da derinleştiren, CHP yönetiminin seçimin ardından adeta vurdumduymaz gibi görünen tavrı oldu. Seçmeni ciddiye almadığını hissettiren bu tavır, seçim bitince ilginin de siyasetin de bittiğini göstererek birçok insanı siyasetten kopardı. Ciddi bir bunalıma sürükledi.

Bu anlamda muhalefetin değiştiğini, hesap verdiğini ve sorumluluk alanların başarısızlık karşısında bedel ödediğini görmek seçmenleri bir nebze rahatlatacaktır. Tabiatın kanunu böyledir. Tarihin verdiği imkânı sırası geldiğinde kullanıp muvaffak olamayanlar sahneyi ardıllarına bırakır.

Bu, bazen mevcut güç ve makam sahiplerinin arzuları dahilinde bazen de karşı çıkmalarına rağmen gerçekleşir. Örneğin 1. Dünya Savaşı yenilgisinin ardından imparatorluk yönetiminde yaklaşık 10 yıldır söz sahibi olan Talat, Cemal ve Enver paşalar sıralarını ardından gelenlere bırakmak zorunda kaldı. Böylece tarih sahnesine Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibileri çıktı.

Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özelin el ele verip kendi liderlerine isyan bayrağı çekmesi ise birçoklarına Refah Partisi zamanında liderleri Necmettin Erbakana karşı partilerinde değişim hareketi başlatan, ancak o dönem başarısız olan genç Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül’ü hatırlattı.

ÖZEL-İMAMOĞLU VERSUS ERDOĞAN-GÜL-ARINÇ: BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR

Tarihin fırsatları ve devinimleri şöyle dursun, Özgür Özel’in başarısının arkasında önemli bir ismin olduğu herkes tarafından biliniyor: Ekrem İmamoğlu.

Ekrem İmamoğlu’nun verdiği destek o kadar kritik bir etkiye sahip oldu ki CHP yönetimi altında olan diğer büyükşehir başkanları, Kemal Kılıçdaroğlu lehine bir siyaset yürütse dahi Özgür Özel’in kazanmasını engelleyemediler. Şu noktada herkes mutabık: Bu zafer tek bir figüre ait değil. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu bu değişimin ortak lideri.

Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’in el ele verip kendi liderlerine isyan bayrağı çekmesi ise birçoklarına Refah Partisi zamanında liderleri Necmettin Erbakan’a karşı partilerinde değişim hareketi başlatan, ancak o dönem başarısız olan genç Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül’ü hatırlattı. 2000 yılındaki kongrede, kapatılan Refah Partisi’nin ardılı olan Fazilet Partisi, genel başkanlık yarışı için kıyasıya bir mücadeleye tanıklık etmişti. “Ak Saçlılar”a karşı parti içi iktidar mücadelesi veren “Yenilikçiler”, seçimi 633’e 521 kaybetmişti. Fakat bu yenilgi, AK Parti’nin kuruluşunu hızlandırarak kısa vadede bir zafere dönüştü.

 

Tabii bu sorunun sorulması ve hikâyelerin benzetilmesi sadece siyasi ve entelektüel bir meraktan kaynaklanmıyor. Bu sorunun bir alt metni var. O da şu: CHP’nin şimdiki yönetimi ele geçirmiş olan genç kuşak, İslamcı hareketin yenilikçi kanadının 2000’lerde başardığı gibi iktidara gelebilir mi?

Bu soruya evet ya da hayır cevabını vermek fevkalade alelade bir yanıt olacaktır. Çünkü sorunun bu şekilde formülasyonu yetersizdir. Tarihi olaylara, adeta bir bilgisayar oyunu basitliğinde yaklaşamayız. Daha doğru ve anlamlı bir soru, “hangi koşullarda bu hikâyelerin benzeşeceğini” sormaktır. Bu şekilde Erdoğan-Gül-Arınç hikayesinin iktidara yürüyüşünün arkasındaki sebepler daha net bir şekilde anlaşılabilecek ve Özel-İmamoğlu hikayesinin iktidara yürümesi için hangi dengeleri ve mekanizmaları kurması gerektiği daha iyi fark edilecektir.

Erdoğan-Gül-Arınç hikâyesinin başarıya ulaşmasının arkasındaki ilk sebep, bu üçlünün aralarında bir güç ahengi kurabilmiş olmasıydı. Hareketin doğal” lideri belliydi: Recep Tayyip Erdoğan. Dolayısıyla Gül ve Arınç, Erdoğana karşı olan veya onunla açıktan bir liderlik mücadelesine giren bir siyaset gütmediler. Aksine, kendi yerlerini” bilerek iyi bir asist oyuncusu oldular.

İKTİDAR YOLUNDA BAZI DURAKLAR

Bu koşullar 4 ana başlıkta özetlenebilir.

Erdoğan-Gül-Arınç hikâyesinin başarıya ulaşmasının arkasındaki ilk sebep, bu üçlünün aralarında bir güç ahengi kurabilmiş olmasıydı. Hareketin “doğal” lideri belliydi: Recep Tayyip Erdoğan. Dolayısıyla Gül ve Arınç, Erdoğan’a karşı olan veya onunla açıktan bir liderlik mücadelesine giren bir siyaset gütmediler. Aksine, “kendi yerlerini” bilerek iyi bir asist oyuncusu oldular. Bu ahenk, zaten kuvvetli ve otoriter bir gelenekten kopmuş ve başlangıçta oldukça kırılgan bir yapıya sahip yenilikçi hareketin daha da zor bir duruma düşmesini engelledi. 2002’den sonra tekrarlanan Siirt seçimleri ile resmi siyasi faaliyetlere geri dönen Erdoğan, Başbakanlık koltuğunu Gül’den devralırken bir sürtüşme yaşamadı. Ya da 90’ların sonunda Bülent Arınç, hareketin doğal liderinin zaten Recep Tayyip Erdoğan olduğunu vurguluyordu. Siyasette ender görülen bu güç uyumu, işlerini epey kolaylaştırmıştı.

İkinci bir sebep ise AK Parti’nin İslamcı hareketten devraldığı çok kuvvetli bir teşkilat kültürüne sahip olmasıydı. Refah Partisi; kadın kolları, gençlik örgütleri ve vakıflar aracılığıyla oluşturulmuş etkili ve hayatın her zerresine dokunan bir örgütlülüğe sahipti. İstanbul’un Kağıthane ve Sultanbeyli gibi Anadolu’dan göçün yoğun olduğu işçi semtlerinde insanlarla birebir temas kurabilmişlerdi. Etkin bir organizasyon ve örgütsel kapasiteye sahiplerdi.

Üçüncü olarak, İslamcı hareket 90’larda epey canlıydı. Entelektüel olarak etkindi. Siyasi hareketliliği yüksekti. Kendi içinde bir entelektüel birikim oluşturabilmişti. Bu entelektüel birikim ve kuvvetli asabiyye, Türkiye’nin o dönem mevcut sorunlarına karşı çözüm önerileri ve vizyonunu da beraberinde getiriyordu. Ekonomik eşitsizlik, güvenlik, göç, şehirlileşme ya da Sovyetlerin yıkılması sonucu jeopolitik dengeler gibi konularda söz söyleyecek bir İslamcı hareket vardı. Bu durum bazen daha en baştan tenakuzlarla dolu “adil düzen” gibi söylemlerle tezahür etse de, ortada Türkiye’nin sorunlarına duyarlı ve bu sorunlara yeni cevaplar verebilen bir İslamcı hareket vardı. Bu birikim de Erdoğan-Gül-Arınç’ı besledi.

Son olarak yenilenen İslamcı hareket, kendi hikayesini zamanın uluslararası ruhu ile başarıyla birleştirebildi. 11 Eylül’ü yeni yaşamış ABD, Orta Doğu’da ılımlı ve örnek model diye gösterebileceği bir muhafazakâr hükümet arayışındaydı. Sovyetler henüz yıkılmıştı ve dünyada liberalizmin ve küreselleşmenin tatlı rüzgarları esiyordu. Ayrıca Avrupa Birliği hala kuvvetli bir siyasi ve ekonomik rol modeldi. Yenilikçi hareket de zamanın ruhuna uyarak, “Biz gömlek değiştiriyoruz.” dedi. Serbest piyasa, kapitalizm, Batı merkezli bir jeopolitik ve Türkiye’nin temel kurucu unsurları ile kavga etmeyi bıraktı.

Erdoğan-Gül-Arınç bu dört koşulu aynı anda gerçekleştirebildikleri için gerçek bir değişim başlatabildiler. Peki CHP cephesinde durumlar nasıl?

Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu arasındaki ilişkinin nasıl bir dinamiğe sahip olacağı hala meçhul. Ekrem İmamoğlunun toplumsal karşılığı daha fazla olmasına karşın Özgür Özelden iyi bir wingman” olacağına dair bir mesaj henüz gelmiş değil.

ZORLU BİR YOL

CHP açısından ilk noktaya odaklanalım. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu arasındaki ilişkinin nasıl bir dinamiğe sahip olacağı hala meçhul. Ekrem İmamoğlu’nun toplumsal karşılığı daha fazla olmasına karşın Özgür Özel’den iyi bir “wingman” olacağına dair bir mesaj henüz gelmiş değil. “Ortak rakibin” Kılıçdaroğlu olduğu kurultay sürecine kadar ilişkilerini iyi sürdürmüş olmaları, Kılıçdaroğlu ortak rakibinin ortadan kalktığı andan sonra da iyi ilişkilere de sahip olacakları anlamına gelmiyor. Bu anlamda ahengi sağlamaları ve 2028 seçimlerine bir güç hiyerarşisi içinde gitmeleri çözmeleri gereken ilk dinamiklerden biri.

İkinci noktayı değerlendirdiğimizde, mevcut CHP’nin AK Parti’nin Refah geleneğinden miras edindiği teşkilat gücüne, insan kaynağına ve organizasyon kültürüne sahip olmadığını rahatlıkla görebiliyoruz. Son seçimde dahi CHP’nin bazı sandıklara sandık görevlisi ve müşahit bulamadığı epey gündem olmuştu. CHP’li yetkililerle konuştuğunuzda hala “giremedikleri mahallelerin” olduğu bilgilerini duyuyorsunuz. CHP ise, organizasyonel bir kültür ve işlevsellik kazanmanın önemini sık sık dile getirse de, teşkilatın yeniden yapılandırılmasını ve üye sayısını arttırmayı gündemlerine almayı hep geciktiriyor. Özel-İmamoğlu ikilisinin CHP’yi iktidara taşımak istiyorsa kuvvetli bir teşkilat yaratması gerektiğini söylemeye dahi gerek yok.

Üçüncü olarak, 90’larda İslami hareketin içinde var olan ve toplumun sorunlarını ciddiye alarak bu sorunlara dair güncel ve farklı çözümler söyleyen canlı bir sivil toplum, entelijansiya ve siyasetçi kitlesi CHP’de şimdiki haliyle yok. Hatta kutuplaşmanın getirdiği vasatlık ile sinikliği, şikâyet etmeyi, umutsuzluk aşılamayı ve hep aynı türküyü söylemeyi muhalefet yapmak sanan bir kitle var. Bu kitle, Türkiye’yi hala 2000’lerden okuduğu gibi CHP’yi köhneleştirerek partinin Türkiye’ye ve dünyaya dair yeni şeyler söylemesini de engelliyor.

Özgür Özel’in kurultay konuşmasında iki nokta dikkat çekiciydi. “Türkiye IHA-SIHA tartışırken bu konuda partide bize bilgi verecek bir genel başkan yardımcımız yoktu” dedi.

Ayrıca, “Türkiye’nin bölgesel aktör olma yolundaki vizyonuna ve yeni jeopolitik gelişmelere dair esaslı bir duruş ortaya koyamıyoruz,” şeklinde özeleştiri verdi. CHP’nin dış politikadaki eksikliklerinin farkındaydı.

Türkiye’nin geçirdiği dönüşüm ve bölgesinde yaşanan gelişmeler sonucu ortaya çıkan yeni tabloya dair çağa uygun analizler yapabilen sosyal demokrat, evrenselci kadrolara CHP’nin ihtiyacı var. Sadece bu konuda da değil, Özel’in konuşmasında emek 4.0 vurgusu, otomasyonla beraber insanların işlerini kaybedeceği söylemi veya sosyal adaletin öneminin altını çizen noktalar vardı. Bu noktalarda da CHP yeni söylemlere ihtiyaç duyuyor.

Fakat bu tartışmalar hala Fransa, İngiltere ve Amerika gibi Batılı ülkeler üzerinden yürüyor. İklim, güvenlik, sosyal adalet ve teknoloji gibi konularda Türkiye’ye has politika önerileri ve vizyonuna ihtiyacı var. Önce bu külliyatın gelişmesi gerekiyor. Ardından bunlar üzerine siyasi söylemlerin inşa edilmesi gerekiyor.

Dördüncüsü, dünyanın gittiği yerle mevcut CHP kadrolarının kendisine çizdiği hikâyelerin de örtüşmesi gerek. Peki dünya nereye gidiyor? Liberal ekonominin ve siyasetin öne çıktığı, küresel siyasetin güç kazandığı ve refahın arttığı bir yere gitmiyor. Daha çok içine kapanan, daha güvenlikçi, daha çok kamplaşan bir noktaya doğru evriliyor. Erdoğan’ın 2014’ten sonra dümeni liberallik ve pro-Batıcılıktan daha güvenlikçi ve otonom bir yere kırması şaşırtıcı değildi. Öte yandan sol siyasetin mevcut çizgisi, daha küreselci ve güvenlik konularında liberal kaldı. Bu anlamda sol siyaset, mevcut sağ siyasetin dönüşümüne cevap veremedi. Özel-İmamoğlu’nun iktidar yürüyüşünü sağlamlaştırması için Batı-Körfez-Rusya-Çin hattında olan beklentilere de karşılık verebilmesi ve buradaki hikayelerle örtüşen bir ana hikaye kurgulaması gerekiyor.

5-6 Kasım gecesini kısa ama adrenalin dolu bir enstantane yerine uzun bir iktidar yolculuğunun ilk halkası yapmak ufak ufak ama doğru atılmış binlerce adım gerektiriyor. Tıpkı 2002’ye doğru giderken AK Parti’nin yaptığı gibi. Bakalım Özel-İmamoğlu bunu başarabilecek mi?

Bu yazı CHP’nin Gelecek Seçimi Dosyası‘nda yayımlanmıştır.
Dosyanın diğer yazıları için buraya tıklayınız.

Mehmet Yaşar Altundağ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir