Siyasetin ufku, ufukları ve koşulları

Siyasetin ufku, ufukları ve koşulları

CHPnin yerelliğe ve iç siyasete tıkılı kalmadan, bütün siyasi sorunların ve çözümlerin kaynağını ulus içinde aramadan dünyada olup biteni anlaması gerekiyor. Zira siyaset her şeyden önce bir ufuk meselesidir.

 Felsefe sistemleriyle bin yılları etkilemiş Klasik Antik Çağ’ın iki süperstarı Aristoteles ve Platon’un siyaset ufuklarında önemli bir boşluk vardı: Siyasete dair ufukları polis’ten (şehir devleti) öteye gitmiyordu. Ortaya koydukları siyasi sorunların çözümleri, formülasyonlar ve yapılar polis’in içerisindeki yerel dinamikler ve içsel mekanizmalardan ibaretti. Platon’un en bilinen eseri olan Devlet örneğin, “Adalet nedir?” sorusunu merkeze alıyor ve toplumun değiştirilemez sınıflara ayrılmasından filozof-kralların nasıl yetiştirileceğine, festivaller ve kültür-sanat etkinlikleriyle sınıflar arası uyumun arttırılmasından doğum ve nüfus kontrollerine kadar siyasetin toplumun her zerresini kontrol altına aldığı bir sistem tahayyül ediyor ama bu tahayyül edilmiş sistemde “dış politika” ve “dış dünya” kendine çok az yer buluyordu.

Öğrencisi Aristoteles ise insanın ancak “siyasetin bir parçası” olarak nihai amacı olan erdemli mutluluk (eudaimonia) haline ulaşabileceğini belirtiyordu. Bu anlamda Aristoteles, insanın kendi içsel huzuruyla içerisinde yaşadığı komünitenin huzurunun örtüşmesini siyaset felsefesinin temeline koyuyor ve bu durumun da siyasi bir hayvan olan insanın ancak şehir-devlet siyasetine aktif iştirak ederek gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Tıpkı hocası Platon gibi Aristoteles’in de siyasi ufku polisin içsel dinamikleriyle sınırlıydı. Evet, Aristoteles kitabı Politika’da savaş ve savaş haline dair birçok tartışmaya giriyordu ama bunlar ekseriyetle savaş etiğine dair yorumlamalardı. Yani yine şehir-devlet ufkuyla sınırlı iç tartışmalardı.

O dönemlerin siyaseti sadece şehir devletleriyle ve şehir devletlerinin iç dinamikleriyle ilgili görmeleri şaşırtıcı değil elbette. Zira bize siyaset olarak geçen fakat ara sıra yakın anlamlı politika kelimesi ile de karşıladığımız kavram (politics) Yunanca polis’den gelmekteydi. Çünkü Klasik Antik Çağ’da şehir-devlet ile siyaset iç içe geçmiştir. Zira onlara göre siyaset, şehir-devletinin ortak ve kamusal sorunlarıyla iştigal olmaktadır. Siyaset-şehir devlet ikiliği ile Platon ve Aristoteles’in ağırlığı altındaki Klasik Yunan siyasi tahayyülü de dışarıya pek ilgili değildir. Dışarıdakiler yabancıdır, barbardır. Dışarıyla nasıl ilişkiler kurulacağına, dış politikanın yönetimine, dışarıdaki kaynakların ve imkanların iç siyasete nasıl taşınacağına düşünsel açıdan pek kafa yormamışlardır.

Artık tek bir şehrin yönetimi ve kaynaklarıyla sınırlı olmayan, nüfuzu ve egemenliği bir kıtadan başka kıtaya uzanan, ihtiyaç duyduğu insan kaynağını farklı kanallardan tedarik edebilen ve sürekli genişleme arzusunda olan imparatorlukların çağı başlıyordu. Yunan siyasi ufku ise bu değişime cevap veremedi.

ŞEHİR DEVLETLERİNDEN İMPARATORLUKLARA

Halbuki Aristoteles’in ölümüne yakın dünya tam bir dönüşümün eşiğindeydi. İmparatorlukların devri başlıyordu. Yunan şehir devletlerinin batısında henüz bir Cumhuriyet olan ama birkaç yüzyıl içeresinde bütün insanlık tarihini etkileyecek Roma medeniyeti şekilleniyordu. Kuzeyde bilinen dünyanın hâkimi Büyük İskender’in Makedonya’sı vardı. Doğuda ise birkaç yüzyıl önce Mori Yarımadası’na kadar taşmış ve savaşı şehir devletlerinin dibine kadar taşımış Persler bulunuyordu.

Artık tek bir şehrin yönetimi ve kaynaklarıyla sınırlı olmayan, nüfuzu ve egemenliği bir kıtadan başka kıtaya uzanan, ihtiyaç duyduğu insan kaynağını farklı kanallardan tedarik edebilen ve sürekli genişleme arzusunda olan imparatorlukların çağı başlıyordu. Yunan siyasi ufku ise bu değişime cevap veremedi.

Bu kısıtlılık tam da Yunan Şehir Devletleri’nin Antik Çağ’da yaşadığı krizin temellerinden biri oldu. Siyasi ufku ancak yerellikle ve iç dinamiklerle sınırlı olan Yunan siyaseti, sorunların kaynağını da çözümleri de hep polis içerisinde aradı. Birbirlerinden kopuk, nüfusu ve kaynağı sınırlı, ordu gücü bir araya gelmedikleri için zayıf, kendi iç kaynak çatışmalarını çözemeyen Yunan şehir devletleri…

Artan nüfus sonucu oluşan demografik baskı, sınıf çatışmaları, refahın azalması, şehir devletlerine sonradan gelen ve yükselen elitlerin eski elitlerle çatışması gibi meseleler esasen kaynak rekabetine ve bölüşümüne dair meselelerdi. Buna rağmen çözümlerinin sadece içeride aranması fikirsel açıdan ufuk açıcı ama çözüm açısından güdük tartışmalar silsilesini doğurdu. Yunan siyasi vizyonunun polisle sınırlı tahayyülü, onun sonun getiren etmenlerden birine dönüştü. Önce Makedon, ardından Roma nüfuzuna girdi.

CHPnin şimdiki yerel ve ulusal siyasete tahayyülü, daha genişlemeci AK Partinin karşısında duramıyor. Çünkü yerel ve içsel dinamiklerle sınırlı olmak demek, daha az sermayeye ve insan kaynağına erişmek demek. Sınıf çatışmaları, demografik baskı ve yeni elit adaylarıyla mevcut elitler arasındaki çatışmaları daha az yönetebilmek demek. CHP yönetemez, AK Parti yönetir algısının bir parçası da buraya yaslanıyor.

CHP: POLİSTEN İMPARATORLUĞA

Bu tarihsel hikâye ve bu hikâyenin kalbinde yatan siyasi ufuk meselesi, güncel Türkiye siyasetini anlamlandırmamız için de oldukça kıymetli.

Zira AK Parti, Türkiye siyasetini 21 yıldır domine ediyor. CHP ise dinamikler her ne olursa olsun AK Parti’nin karşısına daha kuvvetli, siyasi ufku daha geniş ve kitleleri daha heyecanlandıran bir tahayyül sunamıyor. Beklentilerin en yüksek olduğu 2023 seçimlerinde dahi CHP’nin daha geniş ve ikna edici bir siyasi tahayyül ortaya koyamadığı ortaya çıktı.

AK Parti’nin Türkiye siyaseti ve özellikle de ana muhalefeti CHP üzerinde kurduğu dominasyonun sebeplerinden biri burada saklı. Çünkü AK Parti siyasetini, sorunların çözümünü, kaynak dağıtımını ve siyaset formülasyonunu ulusal ya da yerel mekanizmalarla sınırlı tutmadı. CHP ise AK Parti’nin karşısında her zaman daha ulusal kalan, daha içine kapalı ve kaynak dağıtımını, sorun çözme mekanizmalarını ve formülasyonunu yerellikle sınırlı tutan siyasi çizgiye sığındı. Son dönemlerinde ise dış politika ve dış siyaset tahayyülü ile neredeyse hiç ilgilenmedi.

Bu farklılaşmanın sonuçları tam da yukarıda siyasi tahayyülü polisle sınırlandırılmış olan Yunan Şehir Devletleri’nin yeni doğmaya başlayan genişlemeci ve kaynak sınır olmayan imparatorluklar karşısında dayanamayıp yıkılıp gitmesi gibi oluyor. CHP’nin şimdiki yerel ve ulusal siyasete tahayyülü, daha genişlemeci AK Parti’nin karşısında duramıyor. Çünkü yerel ve içsel dinamiklerle sınırlı olmak demek, daha az sermayeye ve insan kaynağına erişmek demek. Sınıf çatışmaları, demografik baskı ve yeni elit adaylarıyla mevcut elitler arasındaki çatışmaları daha az yönetebilmek demek. CHP yönetemez, AK Parti yönetir algısının bir parçası da buraya yaslanıyor.

Örneğin AK Parti iktidara geldiğinden beri özel olarak uygulamaya koyduğu Afrika stratejisi ile 2003’te 2,1 milyar olan ihracat hacmini 2021 yılında 21,2 milyar dolara çıkardı. Hizmet ticaret hacmi ise 29,4 milyar olarak açıklandı. Bugüne kadar ise sadece müteahhitlik yatırımları 1777 proje üzerinden 82,8 milyar dolar değerine ulaşmış. Bir yandan da kıtada büyükelçilik sayısı 2022 itibariyle 44’e ulaştı. THY yoluyla da Afrika ilişkileri daha derinleştirildi. THY, birkaç sene önce Air France’ı da geçerek Afrika’da 44 ülke ve 62 destinasyon ile en çok noktaya uçuş yapan havayolu firması oldu. Büyükelçilikler ve uçuşlar beraberinde ticari ilişkileri, iş birliği partnerliklerini ve yeni ekonomik rotaları doğurdu.

Türkiye için benzer bir genişleme eğilimi Balkanlar, Rusya ve Orta Asya pazarında da gerçekleşti. Rusya ile yaşanan krizler zaman zaman zikzaklara sebep olsa da, genel resimde Türkiye’nin bölgeye ihracatı düzenli olarak arttı. Fakat asıl genişleme inşaat sektöründe yaşandı. Rönensans gibi devlerin de etkisiyle Türkiye’den giden şirketler sadece 2021 yılında Rusya’da 11 milyar dolar hacminde inşaat projeleri üstlendi. Irak, Kazakistan ve Romanya gibi diğer ülkeler de Türkiye’den giden inşaat şirketlerinin milyar dolarlık projeler üstlendiği diğer ülkeler oldu. Örneğin 2023 yılında sadece Romanya’dan alınan inşaat projeleri büyüklüğü 2,5 milyar doları aştı.

Şüphesiz ki bütün bu yatırımların, alınan ihalelerin, artan ticaret hacimlerinin ve gelişen ekonomik ilişkilerin listesi uzatılabilir. Fakat Türkiye’nin diğer ülkelerle birbirinden farklı alanlarda gelişen ilişkilerinin arkasında ortak bir kesen var: O da hükümetin, yani AK Parti’nin bu ilişkileri geliştirmek için başarılı bir orkestra şefi rolü oynadığı. Bütün bunlar hükümetin bizzat takip ettiği ya da destek olduğu projeler olarak hayata geçti.

Öte yandan bu gelişen ilişkiler sadece ekonomiyle de sınırlı olmadı. Türkiye, bazı komşularıyla ve eski partnerleriyle arasını bozmak pahasına uluslararası dinamiklerde askeri ve siyasi ağırlığını arttırdı. B 2010’ların başından itibaren Türkiye, bölgesel aktör olma yolunda daha münferit, agresif ve istekli politikalar hayata geçirdi.

AKP, bu manada ulus ötesi siyasi ve ekonomik rantı temsil ediyor. Kendi yaratmış olduğu burjuvası, insan kaynağı, bürokrasisi ve eklemlendiği askeri kanat da bu ittifakı temsil ediyor. Cumhuriyet bir parantezdi söylemlerini buradan okumak daha doğru olur. Tamamıyla iç kaynaklara yönelmiş bir ulus-devlet fikri yavaş yavaş aşınıyor. CHP ise, bu tarihi süreçte eski sistemi temsil ediyor.

CHPNİN ÖNÜNDEKİ KRİTİK SEÇİM

Son 10 senedir uygulamada olduğunu gördüğümüz bu politikalar aslında ortada bir dönüşüm olduğunu da gösteriyor. Zira AK Parti, iktidarının ilk yıllarında şimdikinin aksine pro-Batıcıydı. Yumuşak, liberal ve Batı yanlısı dış politikada bu vizyonun bir parçasıydı. Çünkü paranın kaynağı o dönem ağırlıkla Batı’ydı. Özelleştirmeler, AB rüzgârı, 2001 İkiz Kuleler Saldırısı sonrası esen Ilımlı İslam projeleri derken AK Parti rüzgârın buradan estiğini anlayarak yelkenlerini Batı sermayesiyle doldurmuştu. 2010’lardan itibaren rüzgârın yönünün değiştiğini anlayan Erdoğan, yönünü bu sefer Rusya, Körfez, Irak ve Balkanlar’a çevirdi. Zira dış siyasetin iç siyasetten o kadar da kopuk olmadığını biliyordu.

Bütün bu genişlemeler ve dönüşümler yaşanırken CHP hep terste kalan taraftı. Erken dönem AK Parti Batı rüzgarını ve yatırımlarını arkasına alıp kredi ve büyüme ekonomisi yaratırken CHP katı bir ulusalcılıkla bu politikaların karşısında durdu. Millileşme, yerli ekonomi ve sanayi söylemleri önemliydi fakat halkın artan refahına yenildi. 2010’dan sonra yaşanan küresel gelişmeleri ise takip edemedi CHP. Bu yüzden ne dünyanın mevcut dönüşümüne ne de Türkiye’nin yeni dış siyasetine esaslı yorumlamalar getirdi. Bu yüzden son 10 sene derin bir sessizlikle geçti onların adına.

AK Parti kendi siyasi ufkunu geniş tutup sorunlara ve çözümlere küresel yaklaştıkça CHP gittikçe içe kapanan ulusalcı bir çizgiye sıkıştı. AK Parti dışarıdan kaynak getirerek ya da dışarıda kaynak bularak içerideki demografik baskının doğal tansiyonlarının, ekonomik çatışmaların ve yaratmak istediği yeni eliti eski elitlerle kırdırmadan oluşturabilmenin çözümünü buldu.

Tam burada Yalçın Küçük’ü anmakta fayda var. Zira Küçük, 90’lı yıllarda Emperyalist Türkiye kitabını yazmış ve Türkiye’yi bir “alt-emperyalist ülke” olarak tanımlamıştı. ABD ya da İngiltere gibi tam anlamıyla emperyalist ülkelerin dışında, bölgesel nüfuzu daha çok artan ve bölgesindeki ülkeler üzerinden kaynak ve iş gücünü arttıran bir Türkiye oluşuyordu ona göre. 90’ların istikrarsız siyasi hükümetleri, birbiri ardına gelen ekonomik krizleri ve yoğun iç çatışmaları babında o dönem için belki güdük gözükebilecek bu analiz bugün geçerliliğine ulaştı.

Türkiye, Suriye üzerinde nüfuz sahibi. Yapılan askeri operasyonların kendisi bir eleştiri konusu olabilir. Fakat bu askeri operasyonlar sonucu Türkiye’nin bölgede bir ekonomik güç elde ettiği, özellikle zeytin ve zeytinyağı ihracatı üzerinden oldukça tartışılıyor. Azerbaycan ile olan dostluk üzerinden elde edilen doğal gaz, Somali’de işletilen liman, Suriye-Afganistan hattı üzerinden ucuz iş gücü ve MEB projeleri üzerinden Afrika’dan çekilen insan kaynağı Türkiye’nin günümüz mahiyetine dair kuvvetli bir resim çiziyor. Türkiye, küresel sistemin sarsıldığı günümüzde çatlak noktalara müdahil olarak ederek kendisine sermaye ve insan kaynağı yaratıyor.

AKP, bu manada ulus ötesi siyasi ve ekonomik rantı temsil ediyor. Kendi yaratmış olduğu burjuvası, insan kaynağı, bürokrasisi ve eklemlendiği askeri kanat da bu ittifakı temsil ediyor. Cumhuriyet bir parantezdi söylemlerini buradan okumak daha doğru olur. Tamamıyla iç kaynaklara yönelmiş bir ulus-devlet fikri yavaş yavaş aşınıyor. CHP ise, bu tarihi süreçte eski sistemi temsil ediyor.

Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşun mentalitesi ve ilk amacı maksimum toprağa ulaşmak değildi. Mümkün mertebe yönetilebilir ve siyasi istikrar sağlanabilir bir ulus yaratmaktı. İç kaynaklara dönmekti. Osmanlı’nın çöküşü ve dönemin tarihsel koşullarıyla modern Türkiye Cumhuyeti; Kıbrıs’ta, Suriye’de, Trablusgarp’ta, Irak’da yer almadı. Fakat 100 sene sonra bölgede ağırlığını yavaş yavaş ağırlığını arttırmaya çalışan bir Türkiye var.

Siyasi ve ekonomik ufuk bu konuda bu şekilde bir hat çiziyor. Bu yüzden CHP’nin yerelliğe ve iç siyasete tıkılı kalmadan, bütün siyasi sorunların ve çözümlerin kaynağını ulus içinde aramadan dünyada olup biteni anlaması gerekiyor.

Zira siyaset her şeyden önce bir ufuk meselesidir.

Mehmet Yaşar Altundağ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir