Ortak paydaları inşa – 4 

Ortak paydaları inşa – 4 

Bugün itibariyle, birbirlerine saygı çerçevesinde; “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” ilkesini benimseyen ve eş zamanlı olarak; kolektif ve örgütlü hareket edebilen “bireylere” her zamankinden daha çok ihtiyacımız var! “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamayı öğrenmeliyiz!

 “Yeni bir Türkiye için her alanda yeni bir felsefeye ihtiyacımız var!”

Üç seri halindeki yazılarımda; toplumu temelinden sarsan, bizi kamplaştıran, kutuplaştıran ve yoksullaştıran birkaç zaaf ve hastalıklarımıza kısaca temas etmeye çalıştım. Bu konularda özet olarak şunu söyleyebiliriz; “Bu ülke insanlarının bir kısmı ne yaptıysa; bağnazlığıyla, menfaatçiliğiyle, önyargılarıyla, kutuplaştırarak, ötekileştirerek, güç sarhoşluğuyla, kibirle, sermaye ve makam hırsıyla vs kendi insanına yaptı! Hariçte suçlu aramaya gerek yok; dâhilde kendi insanımıza bunca zulmü yine kendi insanımız etti!”

Peki, buraya kadar anlattıklarımıza karşı bizler hangi ortak paydalarda bir araya gelmeli ve ortak aklı nasıl inşa etmeliyiz? Şimdi de bu konulara biraz değinelim.

Bir toplumda herkesin herkesle arasında bir hukuki bağ vardır. Bu hukuk ilişkisinin temeli; din, ideoloji, ırk veya hayat tarzı vs değildir. Bunlar birer kimlik veya tercihtir. Ve bireysel tercihlere saygı duymakla beraber “birlikte yaşama kültürünü gerektiren ortak paydalar, ‘insanın sadece insan olmasından kaynaklı’, herkesi ve her kesimi ilgilendiren; temel haklar ve özgürlükler, insan hakları ve onuru, evrensel/ temel hukuk ilkeleri, eşit vatandaşlık vs dir.”

Şimdi, bizleri ortak paydalarda buluşturması gereken temel kavram, olgu ve unsurları, onların anlam ve özelliklerini biraz açalım:

Türkiye’de, dini, ideolojik, ırksal ve diğer hayat tarzlarında “fanatik yaklaşımlardan kaynaklı” esaretler vardır. Bu esaretler; Ali Şeriati’nin Dört Zindanı’yla Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde geçen; “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” sözü arasında bir yerdedir.

ÖZGÜRLÜĞÜN YENİDEN İNŞASI

Türkiye’de, dini, ideolojik, ırksal ve diğer hayat tarzlarında “fanatik yaklaşımlardan kaynaklı” esaretler vardır. Bu esaretler; Ali Şeriati’nin Dört Zindanı’yla Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde geçen; “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” sözü arasında bir yerdedir. Ve bu esaretler; hem kendi özgürlüğünü doğru anlama hem başkasının özgürlüğüne saygı duyup koruma hem de toplumsal özgürlüğü gerçekleştirme adına ciddi problemler içermektedir!

Bir kişinin özgürlüğünden bahsedebilmek için; bağımsızca bir fiili işleyebilme “irade ve istencinin” var olması gerekir. İrade ve istenç hukuksuzca sınırlandırılıyor, engelleniyor veya ortadan kaldırılıyorsa orada temel insani haklar çiğneniyor demektir. Ayrıca dayatmaların, tahakkümlerin ve zorbalıkların olduğu yerde özgürlük yoktur! Yine Rousseau; “İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır” der. Bir toplumda birilerinin veya bir grubun özgürlüğünün yöneticiler, erkler veya birileri tarafından keyfi bir şekilde kısıtlanması durumunda diğer herkesin özgürlüğü de risk altına girer. Bu nedenle herhangi bir ülkede herkesin özgürlüğü herkesle bağlantılıdır! Devlet mekanizması içerisinden veya dışından gelebilecek bu tür baskılara karşı modern toplumlar; aralarındaki ihtilafları bir köşeye bırakıp örgütlenmeleri gerekir. Örgütlü olmayan toplumlar; örgütlü menfaatçiler ve örgütlü kötüler karşısında sömürülür!

Özgürlük zor bir iştir! Adaletsiz otoritelere, baskılara, güçlere vs karşı; direnç, eleştirel ve sorgulayıcı bir duruş gerektirir. Sorumluluk alma ve “birey olabilme ehliyeti” gerektirir. Rahat ve güvenli alanlardan uzak durmayı gerektirir! Bu ve benzeri zorluklarla mücadele yerine konforunu tercih eden Anadolu insanının bir kısmına iç içe esaretler; özgürlüklerden daha cazip gelir. Hatta bir kısmına “köleliklere rıza hastalığı” yerleşmiştir. Bu zavallılar, aç kalmayacak kadar karınları doyduktan sonra kendilerine yapılabilecek bütün sömürülere rıza göstererek; şahsiyet ve haysiyetlerini kaybetmiş insanlardır.

Özgürlük, ilk bakışta bazılarına ters gelse de içerisinde; sorumluluk, duygudaşlık, diğergamlık ve bilinç varsa anlam taşıyan bir olgudur. Sorumluluk ister çünkü sınırsız özgürlük yoktur.  Empati ve diğergamlık içerir çünkü toplumsal özgürlük yoksa bireysel veya grupsal özgürlük kalıpları herkese zarar verir. “Bilinçli ve bütüncül özgürlük” mantığı hazmedilmemişse aidiyetlerin kendi duvarları arasına sıkışmış olan özgürlük anlayışları diğer aidiyetler için tehdide dönüşebilir.

Özgürlüğün yeniden inşası için; özgürlük kavramı, her aidiyetin kendi içerisindeki tanımlamasının ötesinde “bütüncül özgürlük” seviyesinde ele alınması gerekir. Bunun için de özgürlük; karşılaştırmalı okumalarla daha derin ve daha kapsayıcı olarak öğrenilmelidir.

Mesela Müslümanların bir kısmı özgürlüğü; “Gerçek özgürlük Allah’a teslim olmaktır!” öğretisine sıkıştırırsa, bir ideolojiyi benimseyenler; “En ideal özgürlük anlayışı bizim ideolojimizde!” derse veya birileri özgürlüğü; milliyetçilik, ırkçılık veya hayat tarzı üzerinden tanımlamaya kalkarsa; ya eksik veya yanlış tanımlamış olur. Bu ise her aidiyetin kendi özgürlük anlayışı dışındakileri ötekileştirmeye, ötekileştirdiklerini de kendi özgürlük dürbünü üzerinden değerlendirme yanılgısına iter. Dolayısıyla asla “bütüncül özgürlük” anlayışına ulaşamaz. Ulaşamadıkları için de öteki olarak gördüklerinden kendi özgürlük çizgisine varmasını ister, bunun için gerekirse dayatmayı meşru görür, birbirlerine zulmeder hatta kendi özgürlük anlayışı kabul edilmiyorsa ötekini yok saymaya veya yok etmeye yönelir. Sonuç itibariyle koca bir toplum birbirinden kopar!

İfade özgürlüğü; Orhan Veli’nin dediği gibi; “Özgürlüğün kelle fiyatına!” olduğu bir zamanda, 1984 romanındaki “Düşünce Polisleri”nin olduğu bir mekânda ve yoğun baskılar altında dahi insanın; hak, hukuk, adalet ve özgürlüğünü aramak için sesini gür bir şekilde çıkarabilme ve ses çıkaranlara destek olma cesaretidir.

DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Düşünce ve ifade özgürlüğü ise; en basit anlatımıyla, duyulduğu zaman insanı şok eden, insana ters gelen ve hoşlanmadığı şeylere açık olmak ve tahammül edebilmektir. Voltaire’in; “Düşüncelerine katılmıyorum. Ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar savunurum!” sözü bize, düşüncelerini onaylamasak da bize yabancı veya farklı gelen insanların kendilerini ifade edebilmeleri için onlara yardımcı olmamız gerektiğini salık verir. Fakat gerçekte ise biz; Düşünen İnsan Heykeli’ne bile ancak akıl hastanesinde yer veren bir toplumuz!

Başka bir yaklaşımla ifade özgürlüğü; Orhan Veli’nin dediği gibi; “Özgürlüğün kelle fiyatına!” olduğu bir zamanda, 1984 romanındaki “Düşünce Polisleri”nin olduğu bir mekânda ve yoğun baskılar altında dahi insanın; hak, hukuk, adalet ve özgürlüğünü aramak için sesini gür bir şekilde çıkarabilme ve ses çıkaranlara destek olma cesaretidir. Diğer tüm temel özgürlükler gibi kaybetmemek için uğruna mücadeleler verilmesi gereken kutsallık derecesinde ehemmiyetli bir olgudur. Aslında, bir yerde özgürlük ve ifade özgürlüğü yoksa orada insan da yoktur! 

Özgürlük kavramı gerçek anlamını, bizim veya bize benzeyenlerin değil; özellikle başkasının ve bize benzemeyenlerin özgürlüğünün savunulduğu yerlerde bulur. Bunun yapılmadığı veya ihmal edildiği dönemlerde tahakküm ve dayatmalar bir ahtapot gibi her yeri kuşatır. Ona sessiz kalanları da..!

Bugün itibariyle, birbirlerine saygı çerçevesinde; “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” ilkesini benimseyen ve eş zamanlı olarak; kolektif ve örgütlü hareket edebilen “bireylere” her zamankinden daha çok ihtiyacımız var! Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamayı öğrenmeliyiz! Artık “ergin olmama durumundan” çıkmalıyız..!

Farkındayım, özgürlük; çok geniş ve derin bir konu. Özgürlüğün ve esaretin; Politik, sosyolojik, ekonomik, cinsiyetler arası, bireysel, modern, tarihi, takas vs birçok açılımı var. Ve bizim insanımız bunların hepsiyle tek tek yüzleşmek zorunda. Biz ise burada sadece kendi konumuzla ilgili hususlara kısmen temas etmeye çalıştık.

Evet, “Bütüncül Özgürlüğü” inşa için;

Calvin’ler karşısında Castellio

Atinalılar (kendi halkı) karşısında Sokrates

Almanlar (kendi halkı) karşısında Martin Luther

İtalyanlar/ Engizisyon (kendi halkı) karşısında Bruno

Beyazlar (kendi halkı) karşısında M Luther King, Rosa Parks

Emeviler/ Abbasiler (kendi halkı) karşısında Numan Bin Sabit

İsrailliler karşısında Rachel Corrie

İngilizler karşısında Gandhi

Ve tüm problemlerimiz karşısında “Çanakkale Ruhu”na ve benzerlerine ihtiyacımız var..!

 

Mehmet Sevgili, Sosyolog

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir