Haliç Tersanesi farklı bir deneyim için son fırsat

Haliç Tersanesi farklı bir deneyim için son fırsat

İstanbul’un merkezinin, Beyoğlu’nun neredeyse bütün kıyıları özelleştirildi. Gayrımenkul operasyonlarına terk edildi. Şimdi elimizde kalan tek bir yer var, Haliç Tersanesi. Bu alan neoliberal dönüşüme karşı farklı bir şehircilik deneyimi üretmek son fırsat. Değerini iyi bilelim.

Şehrin merkezinin, Beyoğlu’nun bütün kıyıları tıpkı hapishane duvarları gibi halka kapatılmış, Şehrin canlı yaşam merkezinin denizle ilişkisi koparılmıştı. İthal ikameci ekonomik model sona erdi, şehir başka yönlerde gelişti, köprüler yapıldı ve Haliç şehrin sanayi merkezi olmaktan çıktı. Bu alanların işlevi de sona erdi. Ama mevcut kurumların bu dönüşümü yönetme kabiliyetleri yoktu.

Bugün şehrin merkezinin, Beyoğlu’nun neredeyse bütün kıyıları özelleştirildi. Şehrin en değerli kıyıları gayrımenkul operasyonlarına açılarak merkezi bütçeye milyarlarca dolar kaynak aktarıldı.

Oysa Beyoğlu’nun kıyıları geçmişte şehre can veren, kamusal hayatını zenginleştiren modernleşme dinamiklerinin bir kuluçka merkeziydi.

19. yüzyıl sonuna doğru Avrupa’nın önemli bir ticaret ve finans merkezi halini alan şehrin limanı can damarıydı.

Ayrıca Avrupa’nın en gelişmiş metropoliten ulaşım sistemlerinden birinin altyapısı burada kurulmuştu.

Geçmişte, Haliç Tersaneleri dediğimizde üç tersaneyi anlıyorduk. Bugün geriye bir tanesi kaldı. O da Şehir Hatları’nın gemi onarımı için, buradaki kuru havuzlara olan ihtiyacı nedeniyle. Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi’nin Haliç Tersanesi’nde başlattığı bu girişimin şehir politikaları, yönetimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

HALİÇ TERSANESİ FARKLI BİR ŞEHİRCİLİK DENEYİMİ İÇİN SON FIRSAT

Yıkımlar, kazımalar, şehrin berhava edilen değerleri, deneyimleri…

Tersaneler’in daha nelere dönüştürülmeye çalışıldığını gördük. Tersaneler çalışamaz hale getirildi. Arşivleri, başka bir eşi bulunmayan belgeleri çöpe atıldı.

Kasımpaşa’daki Haliç Tersanesi için bugüne kadar az mı proje yapıldı?

Çöpe atılan dünyanın bütçesi, zamanı, değeri, …

Geriye ne kaldı? Şimdi elimizde kalmış son bir yer var: Haliç Tersanesi. Bu tersane İstanbul’un farklı bir deneyim üretmek için elindeki son fırsat. Onun değerini iyi bilmek gerekiyor.

Geçmişte, Haliç Tersaneleri dediğimizde üç tersaneyi anlıyorduk. Bugün geriye bir tanesi kaldı. O da Şehir Hatları’nın gemi onarımı için, buradaki kuru havuzlara olan ihtiyacı nedeniyle.

Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi’nin Haliç Tersanesi’nde başlattığı bu girişimin şehir politikaları, yönetimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Yalnızca yakın tarihlerdeki özelleştirme uygulamalarına değil, ondan önceki merkeziyetçi, seksiyonlaşmış, dar alana sıkışmış şehirsel altyapı hizmetlerine de bir alternatif oluşturmak için.

Burası farklı bir kamusal deneyim üretmek için son bir umut… Diğer tarafta şehrin neoliberal politikalara teslimiyetini simgeleyen iki tersane. Haliç Tersanesi şehir politikalarını somut pratiklerle iyileştirmek için geriye kalan son bir pilot deneyim alanı…

Eşi benzeri olmayan bir fırsat.

Haliç Tersanesi’nde yer alan İstanbul Sanat’ta, sanat müzesi, festival alanı, performans sanatları alanı, çocuk sanat atölyesi restoran ve müze mağazası yer alıyor. Diğer taraftan da tersanenin bir bölümünde Şehir Hatları’nın gemi bakım ve onarım işleri devam ediyor. Bir taraftan üretim ve bakım hizmetleri devam ederken bu alanın halka açılmasını da yerinde bir girişim olarak değerlendiriyorum.

Soru şu: Peki şehir bu fırsatın farkında mı? Bu mesele enine boyuna tartışıldı mı? Bu dönüşümün çerçevelendirilmesinde uzmanlar yer aldılar mı? Kamuoyu bu hayati konuda yeterince bilgilendirildi mi? Hiç zannetmiyorum. Çünkü fikir üretimi tamamen piyasa ve iktidar bağımlı hale gelmiş durumda. Merkezi yönetim tarafından şehre bilgi üretiminin kapalı ilişkiler içinde gerçekleştiği neoliberal bir dönüşüm modeli dayatılıyor.

“Sanat İstanbul” adı altında oradan buradan toplanmış olan sanat eserleri. Aman diyor, yönetim, acele edelim. Yanıbaşımızdaki büyük gayrımenkul operasyonları, şehrin merkezinin neredeyse bütün kıyılarının özelleştirilmesi, endüstri mirasının imara açılması, sanatla kamufle edilirken biz de geri kalmayalım.

BÜYÜKŞEHİR: BİZ DE GERİ KALMAYALIM

Haliç için başta misyon odaklı bir alan yönetimi birimi oluşturulması gerekirdi, çok yönlü ve katmanlı yönetimi sağlamak, yerelleştirme için.

Özelleştirmeye karşı dirençli olmayı savunan bir alternatif bir siyaset sergileyen oldu mu hiç? Bu dayatmaya karşı kent yönetimleri nasıl dirençli hale getirildi? Bunları tartışan politikacılar oldu mu? Yalnızca iktidar ve imtiyaz devşirmek için uğraşıldı.

Belli ki Büyükşehir 40 yıldır bekleyen bu konuyu çalışmaya fırsat bulamamış. Tartışılacak, üzerinde düşünülecek, fikir alınacak bir çalışma da yok! (Ya da ben göremedim.)

Büyükşehir Belediyesi koleksiyonerlerin tek tek adlarını saymış. Geçici bir program olan festivalde yer alacak müzik toplulukların adları duvarlarda yer alıyor.

Ama hayret! Bu dönüşümü, kalıcı olan çevre düzenlemesini, binaları tasarlayan, projeyi yöneten uzmanların, mimarların adları yok.

Büyükşehir Belediyesi koleksiyonerlerin, hatta festivalde yer alacak müzik topluluklarının tek tek adlarını sayıyor ama bu dönüşümü, binaları tasarlayan mimarların adları yok.

“Sanat İstanbul” adı altında oradan buradan toplanmış olan sanat eserleri.

Aman diyor, yönetim, acele edelim. Yanıbaşımızdaki büyük gayrımenkul operasyonları, şehrin merkezinin neredeyse bütün kıyılarının özelleştirilmesi, endüstri mirasının imara açılması, sanatla kamufle edilirken biz de geri kalmayalım.

“Ne müthiş bir kombinasyon” diyeceğim ama bu kırk yıllık deneyimden geriye kalan bu.

Haliç kıyısında kurulmuş muazzam bir sahne.

Kulakları patlatırcasına bir orkestra çalıyor.

Çok sayıda görevli var, çevrede.

Müze’nin kapalı olduğunu söylüyorlar ama içerde insanlar var.

Kapıdan girer girmez, koskocaman, hangar gibi devasa bir yeni yapıya giriyorum. İçerde “kadın emeğini değerlendirme” adına orada yer tutmuş el işleri pazarı.

Galataport, Haliç Tersaneleri’nde gayrımenkul şirketleri, halkla ilişkiler şirketleri, sanat kurumları, mimarlar, sanatçılar bir koalisyon oluşturdular. Ne müthiş bir gelişme. Bu koalisyonu “neoliberal armada” olarak adlandırmayı öneriyorum. 

HALİÇ’TE NELER OLUYOR?

Çok şükür. İstanbulumuz hamiyetperver sermaye, gayrımenkul yatırımcıları sayesinde mimarlıkta ve sanatta “Osmanlı Canlandırmacı Üslubu”ndan kurtuldu…

Artık oyunun içinde mimarlar var. Kamusal alanları otellere, rezidanslara, AVM’lere dönüştüren hamiyetsever gayrimenkul yatırım şirketlerinin eteklerinin altına sığınmış olan.

Kadir Ağbi’leri onları hayal kırıklığına uğratmıştı. Partideki iş bekleyen yandaşlarını bir kenara itip, “bakın benim mimar arkadaşlarım var” diyememişti.

Üstelik eli boş durmamış, bütün itirazlara rağmen Tarihi Yarımada’da “Osmanlı Mahalleleri inşa edeceğim!” diye tutturmuştu. Kadınların kafesler arkasında göz süzdükleri, sokaklarında şerbetçilerin dolaştığı.

Oysa  “bunlara daha fazla iş ver, zor zamanlardan geçiyoruz. Bunların dili sivridir” diye talimat verilmemiş miydi?

Bu yüzden Tarlabaşı, Sulukule, Süleymaniye gibi alanlardaki iktidar ve piyasa bağımlısı “soylulaştırıcı” dönüşüm projeleri ortaya çıkmamış mıydı?

Çok şükür bugün Beyoğlu’nda mimarlıkta modernliğin popülist versiyonuna da kavuştuk.

Çok şükür o günler geride kaldı.

Gayrımenkul yatırımcıları, büyük sermaye ve mimarlar, sanatçılar iş başında.

Bu bir rüyaydı.

Gerçek oldu.

Galataport, Haliç Tersaneleri’nde gayrımenkul şirketleri, halkla ilişkiler şirketleri, sanat kurumları, mimarlar, sanatçılar bir koalisyon oluşturdular. Ne müthiş bir gelişme.

Bu koalisyonu “neoliberal armada” olarak adlandırmayı öneriyorum. 

HALİÇ’DE NEOLİBERAL POPÜLİZM VE MODERNLİK

Boş yere “modernlik bir stil sorunsalı mıdır” diye lütfen sormayın. Daha önemli işlerimiz var.

Şimdi sırası mı? Haliç’te küçük üretim bir taraftan kazınırken “mimarlığı, kültür ve sanatı böylesine soylulaştırıcı işlevlerle dönüştürmek iyi bir iş midir” diye sormayın.

Şehrin binlerce yıllık küçük üretim yapısını kazıyıp, sonra yerlerine rezidanslar, AVM’ler, oteller inşa etmek…

Modernlik istiyorsanız, onu da sizin adınıza biz yaparız!

Buhar makinesi ne zaman icad edildi?

“Fatih Sultan Mehmet zamanında!”

İstanbul’da vapurlar çalışmaya ne zaman başladı?

“Fatih Sultan Mehmet zamanında!”

Peki tarifeli seferlerle şehir ne zaman metropoliten bir havzaya dönüştü?

“Fatih Sultan Mehmet zamanında!”

Neoliberal modernlik işte böyle bir şey. Her şeyle istediği gibi oynuyor.

Getir bir ortaya karışık.

Keyfini sür. Tadına doyum olmaz.

 

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir