İsrail-Filistin anlaşmazlığında “Savaş, kaç veya don” tepkisi üzerine

İsrail-Filistin anlaşmazlığında “Savaş, kaç veya don” tepkisi üzerine

İsraillilerin halihazırdaki duygusunun/tepkisinin “savaş” olduğunu ifade etmek herhalde yanlış olmayacaktır. Bunu sadece askeri anlamda bir savaşma olarak görmemek lazım. Nitekim, 7 Ekim saldırısının yarattığı stres, artık Yahudilerin Yahudi oldukları için hayati tehditle karşı karşıya kalmayacakları bir ülke olarak kurulmuş olan İsrail’in de güvenli olmadığının aniden algılanmış olmasına dayanıyor.

Politik Yol’da geçen ay yer alan yazımda[1] İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlığa dair nörobilimsel bir takım açıklamalardan bahsetmiştim. Ve tarafların birbirlerine yönelik empati göstermekte zorlandıklarını ve bunun geliştirilmesi için geçmişte ne tür müdahaleler tasarlanmış olduğunu anlatmıştım. Bu yazıda ise psikolojik anlamda önemli olan bir başka konuya değinmek istiyorum. Yıllarca arabuluculuk kurslarında anlaşmazlık çözme adaylarına öğrettiğim şeylerden birisi de bu konu oldu: stresin (yahut tehdit algısının) insan davranışları üstündeki etkisi ve bunun anlaşmazlıklara yansıması. Zira insanlar, tehdit algısı karşısında duygusal bir baskı yaşıyor ve düşüncelerini organize etme, başkalarının perspektiflerini dikkate alma (onların anlaşmazlığa nasıl baktığı), davranış ve iletişimi doğru yorumlama, yeni bilgiyi alma veya iyi düşünülmüş kararlar verme gibi birçok konuyu beceremiyor. Dolayısıyla, bunların sağlanması için öncelikle stres veya güvensizlik durumundan çıkılabilmesi lazım.

Stresin yarattığı fenomenin orijinal adı “savaş veya kaç” yahut İngilizce anlamı ile “fight or flight”. Hatta artık daha çok “savaş, kaç veya don” olarak ifade ediliyor. Yahut İngilizce adıyla; “fight, flight or freeze”. Aslında bu fenomene dördüncü bir “F” daha eklendi: “fawn”. Anlamı da bir kişiyi fazlasıyla memnun etmeye çalışma. Tekrar en başa dönelim: “Savaş veya kaç”, insanları hayatta tutan sinir sisteminden kaynaklanmaktadır. Sinir sistemi herhangi bir tehdit algısıyla karşılaştığı zaman otomatik olarak devreye giriyor. Böylece, insanların bir tehlike anında verecekleri cevaplar ortaya çıkıyor. Kısaca açıklamak gerekirse, insanların ilk cevabı “savaşmak” oluyor. Bunu ille de fiziksel bir savaş olarak görmemek lazım. Bir sözlü tartışma da savaşmak olabilir. Bu durumda, var gücümüzle savaşmaya çalışırız.

İkincisi: “kaçmak”. İmkânımız varsa, bir başka deyişle, zaman, alan ve gücümüz varsa, kaçarız. Örneğin “Ne seninle uğraşacağım artık, yetti yahu, ben gidiyorum!” diyerek kapıyı vurup çıkmak, kaçmaktır. Hatta bir şey söylemeden de kapıyı vurup çıkabilirsiniz. Bir başka deyişle, stresten uzaklaşırsınız.

Üçüncüsü de “donmak”; hatta “dona kalmak”. Bazen ne savaşıp ne kaçabiliyorsak “donma” tepkisi veririz. Bir anlamda sinir sistemindeki sıkışma dolayısıyla travmatize olup, kala kaldığımız haldir bu. Nasıl cevap verebileceğinizi bilememek hali. Hayvanların gece vakti araba ışıklarını görüp kalakalması ve dolayısıyla hızla giden arabanın onlara çarpması ile sonuçlanabilen hale benzer bu[2]. Kendimden örnek vermem gerekirse; uzunca bir süre, kan gördüğümde en olmayacak durum ve yerlerde (sinema salonu, tren kompartmanı) bayıldım. İşte, vücudun bu şekilde kapanmasına “donma tepkisi” deniyor: ne kaçabilme ne de savaşabilme[3]. Artık bu şekilde yaşayamayacağımı anladım ve terapi görmem gerektiğini fark ettim. Terapiden de iyi bir sonuç aldım. Bununla birlikte hala kan görmekten hoşlanmıyorum ama en azından gördüğümde bayılmıyorum.

Dolayısıyla ateşkese; sadece insani, siyasi bir gerek yahut öneri olarak görmenin ötesinde; burada açıklamaya çalıştığım “savaş” cevabından uzaklaşılabilmek için gereken önemli bir “ara” olarak bakmalıyız.

Sonuncu olarak ise, kaba bir ifadeyle, “yaltaklanma” denebilecek durum, özellikle travma yaşamış kişilerde görülen, karşınızdakinin sizde travma yaratan davranışı yapmaması için, başvurulan bir yöntem. Sonuç olarak, bütün bu davranış biçimlerinin hepsi, stres ya da tehdit algıladığında insanların verdiği ve genelde faydasız/verimsiz cevaplar.

Burada şuna da vurgu yapmak gerek: İnsanlar böyle olumsuz duygular yaşadığında, olumlu duygulara göre çok daha çabuk harekete geçiyor. Bunun sebebi evrim teorisi uyarınca, olumsuz duyguların hayatta kalmamıza daha fazla katkı yapması.

Tüm bu bilgilerin ışığında ise, İsraillilerin halihazırdaki duygusunun/tepkisinin “savaş” olduğunu ifade etmek herhalde yanlış olmayacaktır. Bunu sadece askeri anlamda bir savaşma olarak görmemek lazım. Nitekim, 7 Ekim saldırısının yarattığı stres, artık Yahudilerin Yahudi oldukları için hayati tehditle karşı karşıya kalmayacakları bir ülke olarak kurulmuş olan İsrail’in de güvenli olmadığının aniden algılanmış olmasına dayanıyor. Oysa tam da bu güvenlik ihtiyacı sebebiyle, birçok ülkede azınlık olarak bulunan Yahudiler, İsrail’e göç ediyorlardı. Bir anlamda, bu varoluşsal tehdit karşısında binlerce yıl boyu “kaç-don” gibi cevapların işe yaramadığını görmüş olan bir millet “savaşıyor”. Burada ilginç olan bir başka nokta ise, İsrail’in savaşma cevabının, binlerce yıllık travmasına rağmen, ne Filistin ne de dünya kamuoyunu memnun etmeye çalışmaktan alabildiğine uzak olacak kadar baskın olması.

Bu açıkladıklarım ışığında, “Söz konusu stres/tehdit durumundan çıkabilmek için ne yapılması gerek?” sorusuna, ateşkesin bu süreçte önemli bir rol oynayabileceği şeklinde bir cevap verilebilir. Dolayısıyla ateşkese; sadece insani, siyasi bir gerek yahut öneri olarak görmenin ötesinde; burada açıklamaya çalıştığım “savaş” cevabından uzaklaşılabilmek için gereken önemli bir “ara” olarak bakmalıyız. Ateşkes aynı zamanda, birbirleri ile defalarca rehine müzakeresinde yer almış tarafların, bu sefer de Gazze’deki yüzlerce rehineye ilişkin sonuç elde edebilmesi için ihtiyaç duydukları bir durum. Diğer yandan, sadece “savaşma” tepkisi veren tarafı değil, şu anda mecburen “kaçma” tepkisi vermek zorunda kalan taraf olarak Filistinlilerin de düşüncelerini organize etme, diğerinin anlaşmazlığa dair perspektifini dikkate alma, davranış ve iletişimi doğru yorumlama, yeni bilgiyi alma veya iyi düşünülmüş kararlar verme gibi birçok konuda başarılı olamayacak durumda olduğunu düşünmek durumundayız.

[1] Yazıyı okumak için: https://www.politikyol.com/birbirinin-acisini-anlayamamak/

[2] Bu örneği daha önce New York Polis Departmanı’nda rehine müzakeresinde yer almış Jack Cambria ile yaptığım podcast bölümünde dinleyebilirsiniz. Programın notları Türkçe olarak burada yer alıyor: https://www.anlasabiliriz.com/whenever-emotions-are-up-rationality/

[3] Bu konuda Bessel Van Der Kork tarafından yazılmış “The Body Keeps the Score” adlı kitap Türkçe’ye “Beden kayıt tutar, travmanın iyileşmesinde beyin, zihin ve beden” olarak çevrilmiş.

İdil Elveriş, Dr., Arabulucu, Anlaşmazlıklara dair podcaster

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir