Siyasi risk yeniden sahne aldı, ekonomi nereye?

Siyasi risk yeniden sahne aldı, ekonomi nereye?

Siyaset bir kez daha sahnede önemli bir risk olarak yerini almış durumda. Artan siyasi risklerin piyasalarda atak haline dönüşmesi dönemi ise 2024 son çeyrekten itibaren yatırımcıların yeniden radarında.

Siyasette olan her gelişmenin ekonomide bir yansıması er ya da geç mutlaka oluyor. 2023 zaferi iktidarı ekonomide rasyonel politikalara dönüşe mecburen taşıdı. Yerel seçimlerin ardından siyasette taşların yerinden oynamakta oluşunun da mutlaka ekonomide önemli etkileri olacak. Taşların nereye oturacağını ve bu sürecin ekonomik boyutunun ne zaman hissedileceğini kestirebilmek önemli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP kurmayları sarsıcı yerel seçim yenilgisinin ardından halen seçmenden gelen mesajı okuma çabasındalar. Erdoğan’ın hem MYK hem Kabine içinde değişiklik planları var. Amaç AKP’ye arkasını dönen seçmenle yeniden iletişim kurmak. Fakat en tepe ağızdan değişimden bahsedildikçe de AKP içindeki kazan kaynıyor. Yeni dönemde elle tutulur bir rol kapma peşinde olanlar izdiham halinde birbiri üstüne basarak kendisi için yol açma peşinde.

Halbuki her kademeden AKP’linin varlık içindeki halleriyle, yoklukla mücadele eden milyonlarla sağlıklı teması imkansıza yakın artık. Zira, AKP için parti devleti olmaya çalışmanın önemli maliyetlerinden biri, yarattığı zümrenin çoktandır kendi içine kapalı bir zenginler kulübüne dönüşmüş olması. AKP adına seçim sonrasında azalan belediye kaynakları kent rantı dağıtımı olanaklarını kısıtlayarak Erdoğan’ın işini daha da zorlaştırıyor.

Erdoğan ve liderliğindeki AKP’de sıkıntılar sadece parti içini yeniden dizayn etmekle sınırlı değil. İttifak içinde cumhurbaşkanlığı sistemi sayesinde boyundan büyük etki alanına sahip MHP ile ortaklığa zincirli Erdoğan seçmen mesajının hakkını vermek istese dahi eli kolu bağlanmış durumda.

Sinan Ateş suikastı ve Ayhan Bora Kaplan (ABK) etrafındaki gelişmeler kadar karanlıkta tutulanlar da çok çarpıcı. 1990’larda “derin devlet” işleri olarak kayıtlara geçmiş olayların benzerleri şimdilerde göz önünde yaşanıyor. AKP-MHP arasında %50+1’le oluşmuş zorunlu bağa rağmen altta devam eden güç savaşının kriminal izlerine tanık oluyoruz.

Son bir haftada Kavala ve Kobani davalarında yargının çok tartışılan kararlarını, 37 turda ancak seçilen Yargıtay Başkanı ardından Erdoğan’ın atadığı Yargıtay Başsavcısı’nın kimliğini de bu savaştan bağımsız düşünmek mümkün değil.

Cumhurbaşkanı’nın yerel seçim yenilgisiyle mecburi motivasyon bularak kapıyı azıcık da olsa aralamayı denediği “normalleşme” Bahçeli’nin blokajına takıldı. Kavala ve Kobani kararları üzerinden de hızla boğuldu.

“AİLE ARASINDA” OLAN TÜRKİYE’Yİ SARSIYOR

2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın ilk turda seçilemeyerek ikinci tura kalması AKP-MHP arasındaki 50+1 zincirindeki ilk yüksek sesli çatırtı olmuştu. MHP’nin varlığına rağmen 50+1 çıtasının altında kalan Erdoğan için MHP’yi “dizginleme dönemi” İçişleri Bakanı olarak Ali Yerlikaya’nın atanması ile başladı. Bu atamanın ekonomi ile ilgili tarafında suç gelirlerinin aklanması açısından şaibeli ülke konuma işaret eden “Gri Liste’den” Türkiye’nin çıkma çabaları vardı. Hazine ve Maliye Bakanı olarak geri gelen Mehmet Şimşek’in yabancı sermaye çekme aciliyetine destek de olunacaktı.

2024 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın hezimeti iktidar kanadındaki beraberlikte zincirde birkaç halkayı bu sefer tam olarak kırdı. Bahçeli’nin MHP’si Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı sistemini hediye etmişti. Ödül olarak da özellikle son yıllarda MHP politikalarının AKP politikaları haline gelişini izledik. Ancak yerel seçimlerin gösterdiği, artık zamanın ve seçmenin değiştiğiydi. Erdoğan’ın dış ve iç politikada kendisini bir kez daha sıfırdan kodlaması zorunluluk haline dönüştü. Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilebilmesini meşrulaştıracak bir Anayasa değişikliği için muhalefetle teması, bu temasta dillendirilen demokratikleşme kırıntılarına cevap verme olasılığı da AKP-MHP arasındaki zincirin tamamen kopması riskini ortaya çıkardı. Böylesi bir kopuştan en büyük kaybı yaşayacak Bahçeli, yüksek sesli dolambaçlı açıklamaları ve video klipleri eşliğinde Erdoğan’a parmağını “ya benimsin ya toprağın” dercesine salladı.

Cumhurbaşkanı’nın yerel seçim yenilgisiyle mecburi motivasyon bularak kapıyı azıcık da olsa aralamayı denediği “normalleşme” Bahçeli’nin blokajına takıldı. Kavala ve Kobani kararları üzerinden de hızla boğuldu.

MHP liderliğinde kontrolsüzce bir erken seçime giderek tamamen tepetaklak düşme riski karşısında Erdoğan’ın ilk refleksi kısa vade için MHP ile olan bağını “idare eder” konumda tutmak. Ancak, Anayasa değişikliği amaçlı muhalefet temaslarına da devam edebilmek gayretinde.

Sinan Ateş iddianamesine MHP’yi idare etmek için konmayan detaylar basına sızdırılarak görünmez eller tarafından “eklenmiş” oldu. Ucu daha çok eski İçişleri Bakanı üzerinden MHP’ye dokunan ABK dosyası da gizemli manevralar ve karşı manevralarla AKP’ye dokunmadan MHP aleyhine detaylarla bezendi.

Kobani davasından çıkan sonuç MHP kanadına hitap ederek Demirtaş ve önemli isimlere toplam 400 yıl gibi yüklü hapis cezaları getirdi. Aynı isimlerin cinayetten beraat ettirilmeleriyle AKP-DEM parti arasında Anayasa pazarlığı için alan açık tutuldu.

Kobani kararının sabahında 28 Şubat generallerinin salıverilmesi kararnamesiyle Erdoğan, Kavala kararı ve Yargıtay Başsavcısı ataması ile geriye düşen AKP-CHP diyaloğunun devamı için bir adım atmış oldu.

Soylu’nun Nemesis’i konumundaki Yerlikaya topun ucunda görünse de Erdoğan’dan bağımsız hareket alanına sahip olarak hareket ettiğini düşünmek mümkün değil. Dolayısıyla Yerlikaya’nın beklenen Kabine revizyonunda ekip dışı kalması olasılığı şimdilik düşük. İçişleri Bakanı olarak kalması ise AKP-MHP güç savaşlarında Erdoğan lehine denge açısından sembolik önemde.

Tüm bu bulanık görüntü içinde Erdoğan ve AKP’si hem bugün için MHP’ye “yaranmayı” başardı hem de olası yarınlar için muhalefetle “müzakere zemini” hazırladı.

Biraz enflasyonla mücadele, biraz mali disiplinden öteye kriz savar politikalardan kapsamlı bir ekonomik düzelmeye geçişi imkânsız hale getiriyor. Siyasetin yerel seçim ardından kaynayan kazanı işte bu kısıtlar ve belirsizlikler eşliğinde 2024’ten öteyi görmeyi planlamayı olanaksız kılmakta.

BULANIK SİYASİ ORTAMIN EKONOMİYE YANSIMASI NE?

Sinan Ateş suikastı ve ABK olayları etrafında akla gelen 90’lı yılların, aynı zamanda ekonomi adına da kayıp yıllar olması. O yılların bulanık siyasetine kurban olarak ortalama ekonomik büyüme hızı düşmüş, enflasyon platolarla yükselerek kronik hale dönüşmüştü. Siyasetin kamu maliyesinde kontrolünü kaybetmesiyle 2001’de büyük bir ekonomik krizle dönemin sonuçlanması rastlantı değildi.

AKP-MHP yönetimindeki Türkiye ekonomisi 2023 seçimleri öncesindeki birkaç yılda izlenen ekonomi politikalarıyla ödemeler dengesi krizinin eşiğine taşındı. Ekonomik krizle burun buruna gelinmesinin arka planında Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş kaynaklı yönetim krizinin olduğunu görmek önemli. Yönetim krizinin katmanları arasında zaman zaman patlak veren olaylarla ittifak içi güç savaşları yansıdı. Plan dışı Erdoğan-Bahçeli zirvelerinin ardından Türkiye’de demokrasiye hasar verecek adımların gelmesi bir süre sonra şaşırtıcı olmadı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yerel seçim yenilgisi ardından başka türlü bir varoluş savaşı içinde, şimdi gücü yeniden devşirme çabasında. Bu savaşı kazanması için ekonomiyi sadece ödemeler dengesi krizinden geri dönüş yoluna sokması da yetmiyor artık.

GSMH’nin yüzde 1’ine dahi ulaşmayan tasarruf önlemleri ile kaybettiği seçmene selam çakarken, sermayeyi ürkütmeden atacağı adımlarla mali disiplin sağlamak ve enflasyonu düşürmek zorunluluğu kaçınılmaz duruyor. Sorun ise esasta çok daha büyük.

Büyük resimde Gri Liste’den çıkmakla özetlenebilecek mafya-devlet ilişkilerini akut seviyedeki halinden temizlemek işi Bakan Yerlikaya’ya düşerken, Bakan Şimşek’e havale edilen iş de kuralsızlık halinden yeniden liberal ekonomi düzenine geri dönmek. Yukarıdaki siyasi tablo ise bundan daha fazla alanda ilerleme sağlamaya uygun bir zeminde görünmüyor.

Şimşek son 10 aydır attığı adımlarla sıcak paranın Türkiye finansal piyasalarına ilgisini çekmeyi başardı. Son iki haftadır tahvil piyasasına giren yabancı yatırımcının en azından sene sonuna kadar içeride kalması makul beklenti. Bundan sonraki misyonu “mali disiplin” ise daha zorlu.

Hafta başında açıklanan tasarruf önlemleri bir iyi niyet göstergesi olmanın ötesinde miktarsal olarak anlamsız. Basından öğrendiğimiz kadarıyla devamı hedefler/oranlar eşliğinde gelecek:

  • Mevduat ve fonlardaki stopaj oranı artacak,
  • Vergi istisnalarında önemli değişiklikler yapılacak,
  • Kayıt dışı ile mücadele için vergilendirilmemiş kesimlere kontroller sıklaşacak,
  • Vergi reformu kapsamında vergilendirilmeyen veya düşük vergilendirilen alanlarda düzenlemeler gelecek,
  • Emlak vergisine baz olan konut değerlemelerinin piyasa seviyesine yaklaşması sağlanacak,

Sembolik tasarruf önlemleri yanına eklenecek bu adımlarla asıl amacın gelir artırıcı önlemlerle bütçe açığını daraltmak olduğunu anlıyoruz. Şimşek’in dokunamadığı mayınlı alan ise harcamalar. Çoktan AKP-MHP için güç devşirme alanı haline dönüşmüş kamu harcamalarında gerçekçi bir değişim en tepeden siyasi bir karar gerektiriyor. Yerel seçimlerden sonra ortaya çıkan siyasi tablo ise gerçekten sağlam bir maliye politikası oluşturmaya engel. Bakan Şimşek bu nedenle kontrolden çıkan kamu ihale kanununa, ya da KÖİ harcamalarına arkasını dönmek zorunda kalıyor.

Sanayi ve teknoloji, eğitim, sağlık, tarım, çevre gibi konularda yenilikçi politikalar üretmeye de zaten fırsat kalmıyor.

Dolayısıyla ortaya çıkan Orta Vadeli Plan isimli “ekonomi programı” Türkiye’nin ihtiyacı olan kapsayıcı ve vizyoner bir istikrar programı haline dönüşemiyor.

Kısa vadede ittifak için beliren bazı siyasi seçenekler

– Cumhur İttifakı’nın birkaç iyileştirmeyle yola devamı,

– Anayasa referandumu,

– Erdoğan-Muhalefet yakınlaşması ile Bahçeliden bir erken seçim kararı

ise Şimşek’in rasyonelleşme vaadinin altını doldurmasına engel oluyor. Biraz enflasyonla mücadele, biraz mali disiplinden öteye kriz savar politikalardan kapsamlı bir ekonomik düzelmeye geçişi imkânsız hale getiriyor.

Siyasetin yerel seçim ardından kaynayan kazanı işte bu kısıtlar ve belirsizlikler eşliğinde 2024’ten öteyi görmeyi planlamayı olanaksız kılmakta. Bu şartlarda Şimşek için başarının sınırları oldukça cansız bir ekonomiye işaret ediyor:

  • TÜFE’yi 2025 sonarında %30 civarına indirmek,
  • Büyümeyi %3-3,5 aralığında koruyabilmek,
  • İşsizliğin %10-11 arasına çıkması,
  • ve bütçe açığı GSMH oranını %4-5 sınırına çekmekten ibaret.

Kısaca siyaset bir kez daha sahnede önemli bir risk olarak yerini almış durumda. Artan siyasi risklerin piyasalarda atak haline dönüşmesi dönemi ise 2024 son çeyrekten itibaren yatırımcıların yeniden radarında.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir